Arkadaşım Roni

Londra Üniversitesi Öğrenci Birliği binasında bir toplantı sonrası tartıştığım Sosyalist İşçi Partililer (SWP) muhtemelen başlarından savmak umuduyla “İşte bu da Türk; onunla konuş” deyip beni Roni’ye havale etmiş olmasalar hayatımın akışı çok farklı ve trajik olurdu; başka bir kentte, hatta başka bir ülkede…

Roni Margulies’le karşılaştığım günlerde Londra, bir Türkiyeli için ekosistemine uyum sağlaması adeta imkânsız bir cangıldı. Turnpike Lane istasyonuna yürüme mesafesindeki evinde geçirdiğim birkaç hafta olmasa, o şehirde tutunmam imkânsız olacaktı. Politik farklılıklarımıza rağmen sokakta yatmama şair gönlü razı gelmemişti. “Aç kal ama bulaşıkçı, dönerci falan olma oğlum beynine yazık” diye tembih etmekle kalmadı bir de 1980’lerin İngiltere’sinde fresh off the boat bir Türkiyeli için hayali bile oldukça zor bir masa başı işi ayarladı. Kısacası, 1988 senesinin o yağmurlu ve puslu klasik ‘İngiltere yazı’ günlerinden birinde Londra Üniversitesi Öğrenci Birliği binasında bir toplantı sonrası tartıştığım Sosyalist İşçi Partililer (SWP) muhtemelen başlarından savmak umuduyla “İşte bu da Türk; onunla konuş” deyip beni Roni’ye havale etmiş olmasalar hayatımın akışı çok farklı ve trajik olurdu; başka bir kentte, hatta başka bir ülkede…

Tony Cliff’in ‘başyapıtı’ Rusya’da Devlet Kapitalizmi kitabının çevirisine katkıda bulunmuş olmam sırf Roni’nin bu asla ödenmesi mümkün olmayan hatırı nedeniyledir (aslında o da bana insaflı davranmış, Troçki’den alıntılarla dolu ve onun fikirleriyle hiç çatışmayan bir bölüm vermişti). O zamanlar İşçi Partisi (Labour) içinde faaliyet göstermeyi reddeden en büyük sol grup olan SWP’yle Türkiyeli siyasi sürgünlerin bir kesimi arasında bağ kurmaya çalışıyordu. Üzerinde çalıştığı ‘Sosyalist Tartışma’ çevresinin fikirlerine Türkiye’den aşinaydım. O devirde yurt dışında Troçkizan tartışmaların yürütüldüğü başlıca iki dergiden biriydi ve fotokopileri ‘yeraltı marifetiyle’ bir şekilde elimize ulaşırdı. Ama o çevrede, Roni’nin ne ‘İngiliz centilmeni’ olmaktan kaynaklı mesafeli nezaketini ne de farklılıkları şahsi husumet vesilesi yapmayan – şairliğine yorduğum – yoldaşça yakınlığını bulmak mümkündü. Roni, politik kaderini onlarla birleştirdi çünkü Cliff’in tezlerini ilginç bulan başka pek kimse yoktu.

Bu esnada Sovyetler Birliği yıkılmış ve devlet kapitalizmi tezinin pek bir önemi kalmamıştı. Bunun hemen ardından gelen birinci Körfez Savaşı, var oluş nedeni ortadan kalkmış olan Cliffist akıma yeni bir orijinal pozisyon imkânı sunuyordu. Şöyle ki, Irak’la olan husumet, İngiliz sokağında hakimiyeti her daim hissedilen ırkçı söylem ve pratiklere anti-İslam bir karakter eklemekteydi. İngiltere solu ırkçılık ve mülteci düşmanlığıyla mücadele içinde 20. yüzyıl boyunca olgunlaşıp pişmiş bir kültüre sahipti. Şimdi, SWP çevresi buraya getirdiği siyasal İslam’ı savunma boyutuyla küllerinden yeniden doğma umudu kazanmıştı.

‘Sosyalist İşçi’ adını alarak bu isimle dergi çıkarmaya başlayan Roni etkisindeki Türkiyeli sol çevre, Rusya’nın devlet kapitalisti olduğuna tam ikna olmuşlardı ki Sovyetler Birliği yıkılmış ve ‘ana parti’ SWP çizgisinde İslamcılığa yakın bir hizaya yönelmekten başka bir çıkış yolu kalmamıştı. 28 Şubat 1997 müdahalesi, adeta onların imdadına yetişti; DSİP namıyla İslamofobiyle mücadele iddiası ekseninde, pratikte ise İslamcı-sevici bir sol parti olarak örgütlendiler. O günlerde 11 Eylül olayı ve onu izleyen Afganistan ve Irak savaşları da SWP’ye İslamcı tonlu bir anti-ırkçı duruş için yeni fırsatlar tanıyordu. İngiltere’de artık savaş karşıtı miting alanlarında toplu namaz kılan İslamcılara ve onlarla bir ağızdan tekbir getiren SWP’li İngiliz solcularına sıklıkla rastlamak mümkündü.

Roni Margulies ve Doğan Tarkan önderliğindeki DSİP ise, Zaman gazetesi yazarları ve AKP’li siyasetçilerle el ele ‘askeri vesayete’ savaş açtılar. Mücadelenin doruk noktası, “Yetmez Ama Evet” sloganıyla bütün parti militanlarına İslamcılarla omuz omuza kampanya yaptırdıkları 2010 referandumu oldu. AKP iktidarının televizyon kanallarında sıkça sahne alan bu ‘komünist önderler’, referandumda hayır diyecek olmayı aklından geçiren herkesi militarist-darbeci, hatta faşist 12 Eylül rejiminin destekçisi ilan ettiler. Neyse ki Selahattin Demirtaş önderliğindeki Kürt siyasal hareketi, yaptığı boykot çağrısıyla birçok sosyalisti bu yaftayı yemekten kurtardı. Referandum gecesi Erdoğan’ın teşekkür listesi içinde, partinin adını telaffuzda oldukça zorlanmakla birlikte DSİP de yer alıyordu.

Roni, Gülen cemaati tarafından fonlandığı kimse için sır olmayan Taraf gazetesinde, çoğunlukla İslamcılarla sosyalistler arasında ortak payda arayışını ifade eden köşe yazıları yazdı. Partisi DSİP, 2013 Gezi isyanıyla birlikte yeniden sol muhalefet saflarına geçme hamlesi yapsa da bu durum, cemaatin Erdoğan’a karşı dönüşüyle çakışmak gibi talihsiz bir zamanlamayla malûldü ve çok da haksız olmayan nedenlerle bu şekilde yorumlandı. Roni’yle son karşılaşmamız, 2015 24 Nisan’ında, Ermeni Soykırımı’nın 100’üncü yıl dönümünde Taksim’de oldu. Türkiye’nin düzenine içkin yapısal ırkçılık hakkında düşüncelerimiz her daim örtüştü. Aslında, Rusya’da devlet kapitalizmi olup olmadığının bir önemi kalmadığına göre, siyasal İslamcılığa bakışlarımız dışında farklı düştüğümüz bir konu başlığı açıkçası aklıma gelmiyor. Ama o tek noktanın, siyasal İslamcılık karşısında sosyalistlerin alması gereken tavrın, aramızda aşılması imkânsız bir uçurum oluşturmaya yettiğini anlıyorum.

Halbuki Roni, İngiltere, Galler, İskoçya ve İrlanda’da yöresel bira üretimini destekleme kolektifleri birliğinin de bir militanıydı. Kitlesel tüketime hizmet eden tekelci pub zincirlerinin geleneksel bira standartlarını nasıl yozlaştırdığı hakkında uzun uzun konuşur, her yıl Glastonbury rock festivalinde kurulan bira çadırında Türkiyeli sosyalist gençlerin iş bulmaları için torpil yapardı. Yahudi kökenli bir ateistin aralarındaki varlığını hazmetmekte ziyadesiyle zorlanan siyasal İslamcı dostlarının bu bira tutkusundan haberdar olmadıklarını tahmin ediyorum.

Roni’nin küfürbazlığını bilenler de onu nezaket ve centilmenlik gibi niteliklerle birlikte anmamı yadırgıyorlarsa eğer, onun özünü hiç tanımamış oldukları sonucunu çıkarırım. Anlatı ağırlıklı şiirlerini beğenmeyen şairler de vardır elbet ama o hikâyelerin benim seviyemde birçok şiir tutkununu başka boyutlara taşıma sihrine henüz bu eleştirmenlerde rastlayabilmiş değiliz. Ted Hughes’un dizeleri başta olmak üzere, İngilizce şiirin zor olduğu kadar tat veren yapıtlarını Türkçeye kazandırmış olmak az buz bir ayrıcalık değildir.

Hoşça kal sevgili dostum.

2704240cookie-checkArkadaşım Roni

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.