AVUSTURYA’DAN… Türban, hoşgörü ve taciz…

İşverenlerin alışılagelmiş yöntemidir hep,  işçiyi işçiye kışkırtır, onların aralarındaki sorunu kendi çıkarlarına kullanırlar. Bu kışkırtmanın temelini de genellikle farklılıklarda ararlar.
Mesleki hayatım içinde bugüne kadar çok çeşitli konularda kışkırtmalar ve tacizler gördüm. Yerliler yabancılara, Yugoslavlar Türk’e, Türk Yugoslav’a, Sivaslı Çorumluya, Çorumlu Samsunluya, Samsunlu Tunçeliliye, o da kendi köylüsü olmayana, eğer köylüsü ise kendi sülalesinden olmayana karşı hep kullanıldıklarını yaşadım. Bu birbirlerine karşı kullanılmalardan genellikle zararlı çıkan taraf  çalışanlarlar olmuştur.

Taciz edilerek canından bezen işçi, işten kaçması sağlanmıştır. Sonuçta, iş ilişkisini yasalar çerçevesinde bitiremeyen işçi, hakkı olan kıdem tazminatı ve diğer yan ödemeler  işverenin kasasında kalmıştır.

Geçtiğimiz günlerde işyerimde yaşadığım bir olay, beni bu taciz edip, işten attırmanın yeni bir biçimine dikkat çektirdi. Bir lokantada ağırlıklı olarak bir yörenin kadınları çalışmaktadır. Burada kılık ve kıyafet açısından kendileri gibi giyinmeyen, Türkiye’nin başka bir yöresinden başka bir hanım da çalışmaya başlar. Günümüzde Avusturya’da kalifiyesiz işleri bulmanın bile  zorlaştığından, işini kaybetmekmek için hanım canla başla çalışır. Daha ilk günden itibaren yeni işe başlayan hanım dışlanmaya başlanır. O firmada daha kıdemli olan hanımlar türbanlıdırlar, yeni işe başlayan hanım türbansız bir işçidir. Türbanlı hanımlar, diğer hanıma “Ya bizim gibi başörtüsü takarsın, yoksa seni burada barındırmayız” tehditini de açıktan açığa dile getirmeye başlarlar. Avusturyalı işverenin işletmesinde çalşmak için, sonradan gelen hanım işçi diğerleri tarafından  başörtüsü takmaya zorlanır.

Türban taktıklarından dolayı işyerlerinde sorunlarla karşılaşan kadın işçilere defalarca da çalışma hukuku konusunda yardımcı olmuştum.  Başlarına ne takacakları veya takmayacakları her kişinin kendi sorunudur, işletmelerde başörtüsü takmalarından dolayı dışlanamazlar diye sorunlara yaklaştım sürekli.

Başörtüsüz hanım uzun bir süre türbanlı hanımlar tarafından rahatsız edilir. Onun yaptığı her işi kötü göstermeye çalışırlar.  Türbanlı hanım işçiler tarafından onun firmada çalışması sürekli engellenmeye çalışılır.  İşletme sahibine durum türbansız hanım tarafından iletilir. Kendi sorunu değilmiş gibi sadece “Aranızda anlaşın” der işveren. Başka birşey söylemez.
Başörtüsü takınmayı kabul etmeyen ve baskılara dayanamayan hanım, işvereninden de yardım göremeyince çıkış bildirim süresine bile uymadan işten ayrılır. Böylece, o sene içerisinde doğmuş olan izin ve yılbaşı parasına olan hakları yanar.  Kullanılmadık izin günleri de vardır. Normal halde para olarak ödenmesi gereken izin günleri de paraya çevrilmez, o günler de yanar.

İş ve İşçi Bulma Kurumundan da kendisine ödenecek olan işsizlik parası bir aylık bir süre için iş ilişkisinin bitiriliş biçiminden dolayı ödenmeyecektir. Ayrıca elindeki işinden de olmuştur, işsizdir artık, hakkı olan paraların ve işsizlik parasının da bir aylık bir süre için ödenmemesinden dolayı maddi olarak mağdur olmuştur.

Sonuç olarak firma, türban takıp takmama konusundan kaynaklanan sorunundan dolayı taciz edilen işçinin  bir çok parasını ödemez; nasıl olsa dışarda aynı işi yapacak yeterince işsiz vardır. Kaybeden hiç süphesiz, işten ayrılmış olan işçi hanımdır. Peki diğerleri kazanmış mıdır? Hayır, birbirlerine gurbette daha fazla ihtiyacı olan Türk toplumuna ait işçiler ayrımcılık yaparak bir yara almıştır. Böylesi baskıcı ve hoşgürüsüzlük örneği başka yerde kendisini farklı biçimde gösterecektir. Gene kaybeden  emeği ile geçinen kadın veya erkekler olacaktır. Kazanan ise ödenmesi gereken paranın kasalarında kalmasından dolayı gene işveren olacaktır.

Bu hoşgörüsüzlük, kendisinin güçlü olduğunu hisseden farklı kesimler, diğerini ezmeye ve yok saymaya çalışacaktır. Peki farklı düşünen, farklı inanan, farklı kökenden, farklı il, ilçe ve köyden gelen çevrelerin sözcülüğünü yapan ve sözü dinlenir kişiler bu konuda ne yaptılar? Hiç. Bu ve buna benzer sorunları Viyana’da çeşitli platformlarda dile getirmeme rağmen, hiç bir tepki gelmedi. 

Bu tür sorunlar son yıllarda etnik ve mezhepsel çatışmaların ön plana çıkartıldığı günlerden  beri kendisini hissettirmekte.

Bir arada yaşamayı savunacağız diyerek, ulusallaştırma yerine, ayrılıkçılığı, parçalanmayı güçlendiren ve böylece de etnik ayrımcılığa prim verildiği sürece, karşılıklı hoşgörüsüzlük yakamızı bırakmayacaktır.  Toplumun zayıf kesimlerini sürekli  karşı karşıya getirecektir.
Onun için de “müsamere tadında kumpanyalar” organize etmek yerine, laikliği savunmak gerekmektedir. 

Özgürlük ve hoşgörü adına tacizlere ancak dinin başkasının yaşamına müdaheleyi önleyecek tek faktör olan laikliğin toplumda yerleştirlmesi ile mümkün olacaktır. “Dinsizim, Lazım, Çingeneyim, Kürdüm, Aleviyim, Sünniyim” diyerek toplumda hoşgürülü bir yaşam biçimi sağlanamayacaktır.  Onun için de gögüslerimize etnisitemizi veya köklerimizi yazıp sokağa çıkma yerine, ulus olmanın ve laiklik bilincinin toplumda anlatılması gerekmektedir.
Elimizde pankartlara etnisitemizi veya köklerimizi yazıp sokağa çıktığımız anda Fatullahcıların Zaman gazetesinden alkış alır ve onları yanımızda buluruz. 

 

1597030cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Türban, hoşgörü ve taciz…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.