Bazen hikayeler bizi yollarda bulur…

Bu yazıyı Artvin’in köyleri ve yaylalarını dolaşarak geçirdiğim tatilim esnasında yazıyorum. Bazı okurlarım bilirler ben Artvin’e bağlı Hopa ilçesinin Sarp köyünde doğdum ve  çocukluğum  bu coğrafyada geçti… (bkz. açık gazetede eski yazılarımdan ‘Cennet Sevgilim’) Buna rağmen bu gezi süresince anladım ki, aslında ben Artvin’i hiç tanımıyormuşum… Sırası gelmişken bana bu fırsatı yaratıp, kendi coğrafyamı yeniden keşfetmemi ve buralara bir  kez daha aşık olmamı sağlayan çocukluk arkadaşım, dost insan Yaşar Gümüş’e buradan teşekkür etmek istiyorum…

İstanbul’dan Artvin’e özel minibüsümüzle yaptığımız yolculuk şüphesiz çok meşakkatli geçti. Dile kolay 24  saat… Özellikle bu kadar uzun yolculuklara dayanıklı olmayan arkadaşım Birsen Altıner için bu yolculuk iki kat daha zordu… Ama değeceğini biliyorduk ve değdi de…

Bu yöreyi bilenler bilir, yol Hopa’ya kadar sahil boyu devam eder. Ama Hopa’dan Artvin yoluna saptığınız an hem coğrafya hem iklim değişir birden bire. Mavi ve yeşilin dansı kesilir bir anda ve dağlarla ormanların raksı başlar süzülerek… O ne yoldur öyle Artvin yolu, çoruh nehrini yatağında bırakarak yükseldikçe yükselirsiniz… Öyle ki bir  piramidin etrafından zirveye doğru tırmandıkça tırmanır yolculuğunuz. Bulunduğunuz coğrafya’da düz bir zemin bulmanız zordur. Olur ya topunuz ya da çantanız kazara düşer yuvarlanırsa aşağıya, dibe, çoruhun yatağına kadar ulaşır.. Bu yol böylesine ürkütücü ve görkemli bir yoldur işte… Daha önce Artvin’le ilgili bildiğim bütün şey de buydu zaten, coğrafyasının farklılığı ve bir de şehir merkezi…

Oysa şimdi gezdim gördüm  ki, bir başka dünya varmış Artvin’in iç kesimlerinde, köylerinde ve yaylalarında… Biz sahil çocuğuyuz ve denizle büyüdük, karadenizin yeşiline rağmen… Oysa buralarda yeşil deniz olmuş kaplamış insanların dünyasını… Yeşile batıyor, yeşille bulanıyorsunuz sürekli olarak… Bir yükseklik sarhoşluğu ki döndürüyor başınızı, mutlu, keyifli hissediyorsunuz kendinizi…

 Artvin insanının güzelliğini hep duyardım ve  imrenirdim saf, temiz dostluklarına… İçtenlikleri, misafirperverlikleri, insan ve doğa severlikleri, şimdi bu nitelikler artık
tarafımdan da tespit edilmiş ve belgelenmiştir…

Şüphesiz her yolculukta olabileceği gibi, bu yolculuğumda ben de bir yol hikayesine tanık oldum ve bunu sizinle paylaşmak istiyorum şimdi….

Adı Hakan Sezgin, kendisini Karagöl’e yaptığımız gezi esnasında tanıdım. Karagöl’ün muhteşem güzelliklerle kaplı  çevresini bir kaç kez turladıktan sonra, hem yemek yemek hem de ihtiyaç gidermek amacıyla tesislere yakın yeşillik alanda mola vermiştik. Biz orada otururken büyük bir otobüs yaklaştı yakınımıza ve içinden bir sürü genç, yaşlı, çocuktan oluşan bir grup çıktı…

Önceleri böylesi bir kalabalığın hemen yanıbaşımızda mola vermesi canımızı sıkmıştı. Ama sonra dikkat ettiğimizde bu insanların çoğunun görme ve fizksel engelli ya da  zihinsel özürlü olduğunu fark ettik ve bu kez ilgiyle hocalarıyla ve kendi aralarında kurdukları diyaloğu izlemeye koyulduk… Özellikle daha sonra  grubun müzik terapisti olduğunu  öğreneceğimiz Hakan Sezgin’in onlarla müzik yoluyla kurduğu iletişim bizi çok etkiledi.

Yapılan şeyi şimdi burada anlatmam belki sizler için pek ilgi  çekici olmayacaktır ama Hakan Sezgin’in bu çocukların dünyasıyla tanışması ve  kendini bu  dünyaya ait hissetmesinin hikayesini dinlemek eminim herkes için anlamlı olacaktır…

Daha önce yoğun bir ticaret hayatının içinde olduğunu ve pek mutlu olmadığını, herkesin yapabileceği bir işi yapmaktan ve sürekli para işleriyle uğraşmaktan pek zevk almadığını belirten Hakan Sezgin, bir gün bir arkadaşı vasıtasıyla, otistik çocuklara ilişkin bir faaliyete gönüllü olarak katılıyor  ve onlara gitar çalıyor.

“O gün bir şeyi fark ettim diyor” Sezgin, o gün garip bir aidiyet hissettim bu çocukların dünyasına dair  kendimde”
Bunu ise şöyle açıklıyor: “Otizm ben merkezli bir yaşam anlamını taşıyor. Hepimizin içinde bir ben var ve bu yüzden benim de içimdeki bene dokundu bu çocuklar”
“Bu çocukların içinde çok özel yetenekleri olanlar var, dört beş haneli sayıları zihinlerinde çarpabilen, suratınıza bakarak anında şiir yazıp söyleyebilen vs. Bu çocukların en önemli sorunları özel beceri ve yeteneklerine rağmen, kontrolsüz oldukları için bu gücü kullanamamaları. Bilindiği gibi kontrolsüz güç güç değildir. Ben şuna çok içtenlikle inanıyorum, bizim büyük uğraşılarımız bu insanların hayatında  küçücük değişiklikler yaparken, onların çok küçük hareketleri bizlerin, özellikle de ailelerinin hayatında çok büyük değişikliklere, mutluluklara yol açabiliyor.”

Buna örnek olarak şöyle bir anekdot anlatıyor Sezgin… “Bir gün yine otistik çocuklardan biriyle birlikte vapurdaydık. Bu çok zeki, biraz da hiper aktif bir kız çocuğu idi. Vapurda cam kenarında oturma gibi bir de takıntısı vardı bu çocuğun. O gün boş bir cam kenarı bulamadığımız için  hemen cam kenarında kitap okuyan bir bayanın yanına oturmuştuk. Dış görünüş itibariyle çok normal göründüğü için, çocuğun kıpır kıpır hareketleri ve sürekli bayanın önünden cama uzanarak dışarıya bakma uğraşıları kadıncağızı çok sinirlendiriyordu. Kadın sıkıntıdan of, puf çekmeye başladı. Kadın sinirlendikçe çocuğun anormal hareketleri artıyordu; öne arkaya sallanıyor bir yandan da garip sesler çıkarıyordu. Bunun üzerine çocukta bir farklılık olduğunu anlayan kadın istemeye istemeye, biraz da somurtarak çocuğa yerini verdi. Küçük kız o sevinçle birden bire bayanın boynuna sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu… Bunun üzerine bütün o gergin ortam bir anda değişiverdi ve kadın da gülümsemeye başladı. Artık yüzünde keyifli  bir gülümseme ile küçü kızı seyrediyordu, küçük kız da nihayet cam kenarına kavuşmanın sevinciyle dışarıyı seyrediyor bir yandan da şarkı söylüyordu.

Evet  gerçekten çok etkilkeyici bir hikayeydi bu. Normal çocukların elde ettiği yöntemleri bilmediği için önceleri o küçük kızın istediğini yaptırmak için seçtiği yolu ve davranış tarzını  yadırgıyabiliyordunuz. Ama istediği şeye kavuşmanın sevinciyle tüm çocuk saflığı ile  yanağınıza kondurduğu öpücüğü işte onu yadırgamıyordunuz… hatta çok daha değerli oluyordu bu öpücük sizin için, çünkü o çocuğun derdini anlatma ve istediğine kavuşma süreci normal çocuklara göre daha meşakkatli ve sancılı oluyordu, bunu biliyordunuz ve onun buna neden bu kadar sevindiğini daha iyi anlayabiliyordunuz o zaman…

Önce otistik çocuklarla özürlülerin dünyasını tanıyan Sezgin, daha sonra her türlü özürlü çocuğa hitap edecek şekilde geliştiriyor müzik terapistliğini. Bu konuda çeşitli
seminer ve eğitim programlarına katılıyor. En son Türkiye de ALEV olarak bilinen, Avusturya’daki merkezi Mozartium olan, Carl Off ekolünde Müzik ve Dans Pedegojisi öğrenimi görüyor. İşine aşık ve her geçen gün bu konuda yeni şeyler öğrendiğini söylüyor. Neden böyle zor bir işi seçtiniz dediğimde ise cevabı şu oluyor Sezgin’in ” Kabul gördüğüm bir ortam, söylediklerimin ve yaptıklarımın değer gördüğü bir iş, bu çocuklara kendilerini ifade etme becerisini kazandırarak yaşam kalitelerini yükseltme fırsatı sunuyorum onlara”

Evet onun bu çocuklarla başardığı şeyi izlediğinizde bu çocukların hiç de kayıp olmadığını anlıyorsunuz. Farklı biçimlerde de olsa sizinle iletişim kuruyorlar ve hayattan zevk almasını biliyolar.

Karagöl’deki grup içinde Goalball (görme özürlülerin özel zilli toplarla oynadığı bir spor çeşidi) alanında Avrupa ikincisi olan Türkiye Görme Özürlüler Goalball Milli Takımı da vardı. Yine Türkiye Özürlü Çocuklar Masa Tenisi şampiyoru Çağatay, bu alanda ikinci olan Leyla ve bunun gibi bir çok başarılı  çocuk vardı… Hatta bazıları otuzunda, kırkındaydılar ve başarıyla sürdürüyorlardı spor yaşantılarını…

Evet onlar kayıp insanlar değillerdi… Yaşamı seviyorlardı ve severek uğraştıkları şeyleri yaptıkları için de mutluydular… Çok meşakkatli uğraşlar sonucu çok küçük ilerlemeler gösteriyorlardı belki ama bu küçük değişiklikler ailelerinin, sevdiklerinin dünyalarında büyük mutluluklara sebep olabiliyordu… Hatta vapurdaki o kadının yanağına kondurulan öpücükle gelen mutlulukta olduğu gibi bizlerin de yaşamında…

Ve o güne dair benim sevgi anekdotum…
Hakan Sezgin’le bu sohpeti yaptıktan sonra, onun çocuklarla yaptığı müzik terapi seansını izlemek üzere aralarına katıldım. bir süre sonra ben de onlarla zil çalıyor, şarkı söylüyordum. Benim bu katılımım onları o kadar  mutlu etmişti ki, içlerinden biri, Selin, bir anda oturduğu yerden kalktı ve “ben seni çok sevdim abla” diye kocaman bir öpücük kondurdu yanağıma… Vapurdaki o kadının  duygularını öyle iyi anlamıştım ki o an, sürekli yanağım elimde ben de gülümsüyordum…

Evet bu çocuklar gerçekten yüreğinize dokunabiliyordu…

_______________

Yrd. Doç.

 


 

1079580cookie-checkBazen hikayeler bizi yollarda bulur…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.