Bir gazetenin görevi ne olmalıdır. Kanımca bu soruya verilecek en temel yanıt kamuoyunun her hangi bir konuda bilgilendirilmesi ve o konu hakkında görüş oluşturabilmesine yönelik doğru ve tarafsız bilgilerin aktarılması olabilir. Zaten ilgili kaynaklara gözattığımızda da karşımıza çıkan haber tanımıda bu yanıtı doğrular niteliktedir.
”Kitle iletişim araçlarında yer aldığı tanımıyla haber, belli bir kaynaktan alınan bilgilerin kullanılan aracın niteliklerine göre yeniden kurgulanarak aktarıldığı yazılı, görsel, sesli metinlerdir.
Her haberde bulunması gereken belli başlı bazı nitelikler vardır. Haberin kitle iletişim araçları aracılığıyla çoğaltılan diğer metin formlarından (belgeseller, köşe yazıları, makaleler, eğlence programları, filmler vs.) farkını da işte bu nitelikler belirler.”
Gazetecilik derslerinde yer alan en temel kural , “5 N 1 K kuralı” olarak bilinir ve bir anlamda bir haberde bulunması gereken tüm özellikleri tanımlar. Tüm dünyada “ne? ne zaman? nerede? nasıl? niye? kim?” soruları bir haberde yanıtlanması zorunlu sorulardır.
Bu anlamda gazete haberi ve köşe yazısı birbirinden farklılıklar gösterir. Muhabir haberini kaleme alırken yukarda saydığımız kural ve özelliklere dikkat etmek zorunda iken bir köşe yazarı yazacağı yazının konusu ve yazılışı konusunda bağımsızdır. Köşe yazısının konusu sadece yazarının seçimine bağlı olarak belirlenir ve yazının içeriği de yazarın bu konudaki kişisel görüşü ve yorumlarını yansıtır. Bu anlamda köşe yazılarını okuyanlar bu görüşleri paylaşıp paylaşmamakta özgürdürler.
Özgürlük nereye kadar…
Ancak son yıllarda gazetelerde yeralan köşeyazılarına baktığımızda köşe yazarlarının sahip oldukları bu “özgürlüğü” taşıdıkları nokta oldukça çarpıcı boyutlara ulaşmış gözüküyor. Ülkemizde gazeteciliğin hızla nitelik değiştirmesine paralel olarak, Hakkı Devrim’in deyimiyle gazeteler “köşekadı”larının istilasına uğramış gözüküyorlar. Bu köşe kadıları da sahip oldukları bu köşeleri artık “özgürce kullanma” tanımına bile sığdırılamayacak bir fütürsuzlukla, seks yaşamlarından anlamsız zırvalamalara kadar her şeyle doldurmaktalar.
İşin en acıklı yanı ise bu konuda kimseden bir ses çıkması. Arada sırada köşekadıları arası sataşmalardan sözetmek mümkünse de en saygın gazeteci ve yazarlarımız bile bu durumu görmezden gelmeyi yeğlemekteler. Hani atalarımızın deyimiyle “it iti ısırmaz” misali bir durum.
Bu köşekadıları arasında bir tanesi var ki bence tam anlamıyla kantarın topuzunu kaçırmış durumda. Zaten bu köşekadımızın son günlerdeki yazıları sayesindedir ki bendeniz bu nacizane yazıyı yazmak zorunluluğunu hissetmiş bulunmaktayım. Bu “mağden” köşekadısı hanımcık önceleri oldukça aykırı bakışı ile ele aldığı yazıları ile bulunduğu gazeteyi renklendiriyor, okuyucu olarak bu değişik yorumlarla bir anlamda beyin fırtınası yaşamış oluyorduk.
Ancak bu zengin “mağden”, önceleri entellektüel atıflarını İngilizce ile zenginleştirmeye, bu anlamada da bol parantezli yazılar kaleme almaya başladı. Bu saygın gazetemizin okuyucularının İngilizce bilme zorunluluğunu pek dert etmeden kendisini takip ederken, olay giderek Türkçe’nin hızlı ve bilinçli bir biçimde katledilmesine dönüştü. Bu noktada da benim tahammül sınırlarım aşılmaya başladı. Artık kendisinin evindeki basit bir tadilatı anlatmasından tutun da her konuda kaleme aldığı köşeyazılarını okumak için acil bir kılavuz yayınlanması zorunlu hale gelmiş durumda. Yazılarında kullandığı kelimelerin anlamsız eklerle şekilden şekile sokarak adeta yeni bir Türkçe oluşturması sadece dilimize değil, bence okuyucu olarak hepimize yönelmiş bir saygısızlık.
Anadilimizin özellikle görsel ve işitsel iletişim araçlarında uğradığı hasar ve özellikle yeni yetişen gençlerin kullandıkları “dilin” durumu ortada iken bir de yazılı basınınımızda bu tür bir tavrın kendine yerbulabilmesi çok üzücü. Doğrusu bir okuyucu, aynı zamanda da bir gazeteci olarak bu “mağden” köşekadımıza ve susarak onu onaylayan herkese “maşallah”, hem de kırkbir kere maşallah…