Birlik bilinci

Fizik evrenimizi oluşturan atomaltı parçacıkları, aralarındaki mesafe ne olursa olsun birbirleriyle iletişim halindeydiler. Evrenin bir yerindeki atomaltı parçacığı, evrenin diğer bir yerindeki atomaltı parçacığı ile herhangi bir sinyal göndermeden iletişim kuruyordu. Yani her an, birbirlerinin ne yaptıklarından haberdardılar. Zaman ve mekânla sınırlanmadan. Oysa ki Einstein, ?gerçeğin makul izahının buna izin vermeyeceğini? söyleyerek,  hiç bir bilginin saniyede 300.000 kilometre hızla hareket eden ışığı aşamayacağını savunmuştu.

Aspect?in deneyi, evrendeki herşeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu iddia ederek, ?bütünselliğin? gerçekliğine işaret eden mistik görüşün de ispatıydı. ?Evren bir hologramdır,?diyen meşhur fizikçi David Bohm ise bir adım daha ileri giderek, atomaltı parçacıklarının ayrılığının bir ilüzyondan ibaret olduğunu kanıtladı. Biyologların son bulguları ise dikkat çekici: Biyolojik ritimleri, kozmosun ritimleriyle aynı olan ?mikrokozmos? insanın, bedenindeki elli üç trilyon hücrenin her biri birbirlerine sinyal göndermeden, saniyede beş trilyon işlev görüyor.

Uzun lafın kısası, bize uzaktan göz kırpan yıldızlar ve galaksiler, evren denilen sonsuz bilinç okyanusundaki her şey gibi, kendi içimizden başka bir yerde değiller. Ama biz; kim ne derse desin, değişken bir ümitkârlıkla acılarımızdan, çatışmalarımızdan, korkularımızdan, yargılarımızdan kurtulmaya çabalarken, ayrılık sanrısına yeniliyoruz hâlâ. Gerçeği hissedemediğimiz, yaşayamadığımız için.

?Dünyayla karşı karşıya durduğumuzu, kopuk ve ayrı olduğumuzu hissetmenin, düşünce ve eylem üzerinde çok büyük etkisi vardır,? diyen Allan Watts, Güvencesizlikteki Bilgelik adlı kitabında şöyle sürdürüyor sözlerini: ?Filozoflar, örneğin, genellikle evrenle ilgili söylediklerinin aynı zamanda kendileri ve kendi sözleri için de geçerli olduğunu anlamakta güçlük çekerler. Evren anlamsızsa, bunun böyle olduğunu belirten ifade de anlamsızdır. Bu dünya acımasız bir tuzaksa, onu suçlayan da böyledir- tencere dibin kara, seninki benden kara.?

Yaşamın bir sinema ekranı gibi sadece kendi algılarımızın projeksiyonlarıyla renklenip, şekillendiğini ve bunu da bize geri yansıttığını farkedip, kabullendiğimizde; tüm yaralarımıza merhem gibi gelecek mucizevi bir hafiflik benliğimizi saracak. İşte bu, ?herşeyi olduğu gibi kabul edin,? klişesinde gizlenen sihirli bir formüldür.

Dış dünyanın içimizdeki duygu ve düşüncelerin yansımasından ibaret olduğunu savunan, Fransız üstat Jean Klein?ın öğrencisi Erik Baret, Le Sacre du Dragon Vert isimli yapıtında bakın ne diyor: ?Duyguların gelmesine izin verin: Keder, sevinç, kıskançlık, korku, endişe? Bırakın yaşamın tüm modaliteleri kendilerini ifade etsinler. Göreceksiniz ki, bütün bunlar sizsiniz; varolan herşey sizsiniz. Başkasında tahammül ve tolere edemediğiniz kendinizdir. Dışarıda olan bir şey yoktur.? 

Yutulması biraz zor bir lokma değil mi bu, Değerli Okurlarım? Ama bilgelik kolay kazanılmıyor. ?Birlik bilincine? çabasız ulaşılmıyor?

Kadim bilgiler ve onları yineleyen bilgeler, ?İçinize dönün; kendinizi keşfettiğinizde, Tanrıyı orada bulacaksınız,? dememişler miydi? Yukarıda anlatılanlar doğruysa eğer; kendimizden kaçmamız, farklılık, ayrılık ve ayrıcalık taslayarak aydınlanmamız mümkün değil.

Üstelik; uykusundan uyanarak, yavaş yavaş gördüğü düşlerin farkına varmaya, anlamını çözmeye başlayan insanoğlunu bütünlüğe ve evrenselliğe davet ediyor, evrenin sevgi ve şefkatle titreyen ruhu. YOK ARTIK , ?BİZ, SİZ, ONLAR? TERANESİ! Egonun tekelciliğindeki bilgi hazinesi. Hepimiz el ele, kucak kucağa, kalp kalbe geçeceğiz nicedir vaad edilen cennetin eşiğini.

Bütün; parçasını geride bırakabilir mi?

 

1088360cookie-checkBirlik bilinci

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.