Bütünü görebilmek

Felsefeyi sanattan özellikle de edebiyat sanatından ayırırsak düşüncenin gelişim serüvenini doğru kavrama olanağını elden kaçırmış oluruz. Felsefeyi edebiyata ve edebiyatı felsefeye sıkı sıkı bağlayan bağlar vardır. Edebiyat tarihçileri çok belirleyici koşullarda şöyle yüzeyden de olsa önemli felsefe adamlarını anmadan geçmezler. Örneğin XVII. yüzyılın edebiyatını anlatırken Descartes’çı düşünceyi es geçmek doğru olmaz. Buna karşılık felsefe tarihçileri bu konuda edebiyat tarihçilerinden daha tutucu görünürler: XVII. yüzyılın ahlak anlayışlarını ele alırken örneğin bir La Rochefoucauld’dan (1613-1680) sözetmeyi düşünmezler. XVII. yüzyılın ahlakçıları denince ilk aklımıza gelen filozof “İnsan insanın tanrısıdır” diyen Spinoza da olsa edebiyatçı La Rochefoucauld’nun ahlak alanına getirdiği açıklamalar yabana atılır cinsten değildir. Aynı durum bir sonraki yüzyıl için de geçerlidir: “Büyük düşünceler gönülden gelir” diyen Vauvenargues’ın (1715-1747) özdeyişleri öncüsü La Rochefoucauld’nunkileri azçok andırırken hem de onlarla karşıtlaşırken efendim bunlar edebiyat deyip geçemeyeceğimiz kadar önemlidirler. Zamanın usçu anlayışları çerçevesinde tutkulara pek olumlu bakmayan La Rochefoucauld’nun tersine duygusallıkların öne çıkmaya başladığı bir zamanda Vauvenargues tutkulara arka çıkar ve böylece duygucu anlayışa doğru adım atan kişilerden biri olur. Bu çok önemli iki ahlakçının üzerinde dururken elbet La Bruyere’i (1645-1696) de unutmamak gerekir. Hatta daha başkalarını da…
Ahlak sorunları hatta bilgi sorunları sözkonusu olduğunda edebiyatla felsefe arasındaki duvarı kaldırmak zorundayız. Örneğin felsefenin yeniden kurulmaya başladığı XVI. yüzyılda deneme sanatının yaratıcısı ve büyük ustası olan Montaigne’in bilgi sorunlarını belli bir ağırlıkta ele aldığını görürüz. Ahlak felsefenin uygulamayla ilgili bir yüzüdür. Öte yandan edebiyat da yaşamı açıklamaya yönelirken elbet ahlak sorunlarından uzak kalmayacaktır. Edebiyatta bizi öncelikle estetiğin sorunları ilgilendirse de biçimsel yapıyı ele almakta sınırlanan bir güzel araştırmasının sanatın bütününü açıklamakta tek başına yeterli olmayacağı kesindir. Edebiyatın felsefeye ve felsefenin edebiyata yakınlığı özellikle sanatın insan araştırması değeri kazandığı daha yeni zamanlarla ilgilidir. Bugün bir felsefe tarihi ya da daha genel çerçevede bir düşünce tarihi yazmayı tasarlayan kişi ahlak sorunlarına hatta bilgi sorunlarına yönelirken sanatın alanına da girmek hatta edebiyat sanatıyla ilgilendiği kadar öbür sanatlarla da ilgilenmek zorundadır. Böyle bir çabanın içine giren bir düşünce adamı felsefe öğretilerinde yer alan ahlak anlayışlarını ele alırken sıradan birer edebiyatçı gibi görünen kişilerin toprağını eşelemezse, örneğin La Rochefoucauld dükünün, Vauvenargues markisinin ve benzerlerinin toprağını eşelemezse eksik iş yapmış olur.
Bu noktada felsefeyi yarenlik düzeyinde algılayan ve düşüncenin tarihine alaylı bakışlarla bakan kimilerine göre Bacon’ın Spinoza’nın Leibniz’in bugün hiçbir önemi kalmamıştır. Hitler’in yolunda bir Heidegger varken Kant’a Comte’a ve öbürlerine de ne gerek var! Oku onu öğren dünyayı. Geç kalma. Felsefeden ayrılan her bilimin başını alıp kendi yoluna gittiği zamanda Descartes bütünlüğünü yitiren düşüncenin düşünce olamayacağına dikkatimizi çekmişti. Bugün düşüncenin perişanlığı birbiri içinde iki boşluktan besleniyor. Bunlardan biri tarihsel bakıştan uzaklaşmış olmakla öbürü bütünsel bilgiye önem vermemekle ilgilidir. Kimileri bir felsefe adamının sanatta toplumbilimde tarihte ve benzeri alanlarda sağlam veriler güçlü dayanaklar aramasını zaman yitirmek olarak değerlendirdikleri gibi bu tür yönelimleri felsefenin sağlığı açısından tehlikeli görüyorlar. Bu kafayla felsefeyi bulandırarak ondan kimsenin anlamayacağı kimsenin ilgilenmeyeceği bir garip edebiyat kurmaya çalışıyorlar. Buna göre felsefe olmayan bir felsefe hatta felsefeye düşman bir felsefe, tüm tarihsel ve toplumsal kavrayışların dışında söz oyunlarını alabildiğine kullanan bir felsefe sözde filozofların kaleminden dünya piyasasına sürülüyor. Bunda elbet öncelikle dünya sermaye güçlerinin hırsları ve hevesleri belirleyicidir. Bırakalım değişik alanlara açılıp insanı bir bütün olarak kucaklamaya çalışan düşünceleri, salt felsefenin yöntemleriyle düşünmeye çalışan ve bu sınırları aşmayı öngörmeyen felsefe yönelimlerini bile mahkum etmeye hazır bir anlayış sürüp gidiyor. Genç insanlar bir takım içinden çıkılmaz metinleri okumak durumunda kalırken felsefenin zaten böyle bir şey olduğuna inanıyorlar. Bir okumada anlaşılan şey felsefe olur mu hiç! Bu durumda felsefe yaşamla ilgili gevezelikler alanı olup çıkıyor.

644330cookie-checkBütünü görebilmek

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.