Önce yaşama alanlarını yok ettik biz insanlar, yok ettik doğayı, ağaçları, yeşilliği, dev dev binalar diktik yerine, betonlaştırdık her köşeyi…
Ne kuşlar gökyüzünde özgürler artık ne kara hayvanları yaşadıkları yer yüzünde huzurlu, mutlu… Denizleri de kirlettik sonunda ve foklara, penguenlere, martılara, pelikanlara suları zindan ettik. Ölüm kustu batık gemilerden boşanan mazotlar balıkların yaşamına, radyasyon sızıntısıyla zehirlenmiş doğa insana, hayvana…. Sonunda yaşama hakkının kutsallığını öğrendik ama bir türlü canlıların, doğanın, çevrenin nasıl korunacağını öğrenemedik…
Bazı insanlar görüyorum, küçücük kedi yavrularını tekmeleyen, sırf yavrucaklar karnını doyurabilmek için ayaklarına dolandı diye ve şaşırıyorum. Bu insanlar, ‘bu yaratıkları yok etmenin bir yolu yok mu diye bakarlar’ çoğunlukla çevrelerindeki hayvanlara ne yazık ki…
Oysa ben şöyle düşünebilmelerini dilerdim bu insanların; Kendi iradesi dışında bir şekilde dünyaya gelmiş bu yavrucaklar, daha üç aylık olmadan anneleri tarafından da terk edilmiş ve tamamen kendi kaderine bırakılmış vahşi bir dünyada… Hele doğal yaşam ortamının tamamen kaybolduğu büyük şehirlerde, bu yavrucakların yaşam şartları daha da zor ve acımasız olabiliyor. Küçücük bir yavru düşünün hiç kimsesi olmayan, koskoca dünyada yapayalnız, desteksiz, ne karnını doyurabileceği ne de hastalandığında baş vurabileceği bir yer var… Tamamen kendi başına, minicik..
Çevremizde hep görürüz gözleri soğuktan akan, kör olan kedi yavruları ya da bir şekilde ayağı kırıldığı için günlerce, aylarca topallayan, sakat dolaşan köpekler… Bizler acıyıp yardım etmediğimiz sürece o hayvanlar o şekilde sürünerek, acı çekerek yaşamaya çalışacaklardır ama canım yanıyor, yardım edin bana diyemeyeceklerdir hiçbir zaman.
Oysa en aciz insan bile karnı acıktığında açım diyebilir ya da canı yandığında dile getirebilir bunu ve çare arayabilir. Ama hayvanlar öyle mi, bizlerin acıma duygusu olmazsa ya da vicdanımız, artık doğal ortamlarının da kalmadığı bu dünyada sefalet içinde ve acı çekerek yaşamak zorundadırlar. Birilerini tekmelerine maruz kalmaya, çocukların kuyruklarına teneke takmasına, bazı kendini bilmez canilerin silahlarıyla üzerlerine ateş etmesine ve daha akla hayale gelmeyecek bir sürü kötü muameleye hedef olmak durumundadırlar.. En kötüsü aç, açık, kışın soğukta titreyerek, donarak, yazın sıcaktan susuzluktan kavrularak, genellikle de çöpten beslenmekten bakteri ve parazitten hastalanarak, acı çekerek ölmek kaderleridir bu hayvanların.
En son tanık olduğum bir olay beni bu konuda oldukça öfkelendirmiş ve üzmüştür. Hafta sonu köpeğim Bızdığı yerleştirmek üzere Adapazarına bir aileyi ziyarete gelmiştim -bu da ayrı bir hikaye ama biz asıl olayımıza dönelim… Kaldığım aile beni ve Bızdığı biraz iyi vakit geçirelim diye Akyazı da Şerefiye diye bir yerde bir restorana getirmişti. Garsonlardan biri Bızdığı görünce ‘Abla sorma ya’ diye anlatmaya başladı, bu kedi ve köpeklerden ne çekiyoruz, tekmeliyoruz olmuyor, kovalıyoruz olmuyor, en son bir tanesi artık müşterilerin masalarına atlamaya başlamıştı yemek çalacağım diye, bizim arkadaşlardan biri aldı silahı ve bir kurşunla serdi hayvanı yere… Artık bu durumda siz ne hissedersiniz bilemiyorum ama ben beynimden vurulmuşa döndüm, kime kızacağımı, kime öfkeleneceğimi bilemedim…
Son olarak Bızdığımın hikayesini anlatmak istiyorum sizlere. Bızdık bizim üniversitede, arka bahçede doğan dört yavrudan biriydi. Diğer yavrular ne kadar gürbüzse Bızdık o kadar küçük ve çelimsizdi. Minyatür bir köpek olarak doğdu diyebilirim. Onun o küçük hali herkesin o kadar hoşuna gitmişti ki, tüm üniversitenin maskotu olmuştu Bızdık… Gelin görün ki, bu hikayenin bir de hüzünlü tarafı vardı ve o tarafına da en yakından şahit olanlardan biri bendim. Bızdık küçük ve çelimsiz diye annesi ve kardeşleri Bızdığı sürekli ısırarak yaralıyorlardı. Yanına her gidişimde hayvanı başından, boynundan yaralanmış şekilde kanlar içinde buluyordum. Her seferinde onu batikonla temizliyor ve merhemler sürüyordum yaralarına. Daha iki gün geçmeden, hayvanın yaraları yeniden açılıyor, hayvan yeniden kan revan içinde kalıyordu. Birkaç kez de anne Bızdığı boğmaya kalkmış, gören arkadaşlar elinden kurtarmışlardı.
Bu hayvan böyle eziyet çeke çeke, ocak ve şubat ayının o dondurucu soğuklarında titreye titreye kışı çıkarmayı başardı. Tam bahar geldiğinde, baktım ki yavrucak kötü şekilde hastalanmış. kusuyor, ishal ve hareket edemeyecek kadar güçsüz. Müdahale edilmediğinde öleceği aşikardı. Onun kış boyunca verdiği mücadeleyi görüp de tam bahar gelmişken onu ölüme terketmek hangi vicdana sığardı ki…. Zaten normal koşullarda da bu hiçbir hayvana yapılmazdı her halde ama yine de onca insan onun halini görmüş ve veterinere götürmeyi hep ertelemişlerdi. Ben hayvanı daha görür görmez hiçbir şey düşünmeden hemen bir kutuya koydum ve veterinerin yolunu tuttum.
Başıma gelecekleri çok iyi bildiğim halde üstelik… Bu şekilde acıyarak ölümden kurtardığım üç kedi yavrusu sonunda başıma kalmış ve onları bir türlü tekrar sokağa bırakmaya kıyamamıştım. Şimdi Bızdıkta da aynı şeyin olmasından koruyordum ve nitekim oldu da. Sonunda Bızdık başıma kaldı ve evim adeta hayvanat bahçesine döndü. Evde parçalanmamış ne perde ne koltuk ne kanepe kalmıştı. Şimdi de, yeni bir eve taşınmak üzereydim ve eskisi gibi yeni ev sahibim de Bızdığı istemediği için onu birilerine vermek zorundayım. Sonunda bir arkadaşım ona Adapazarı, Akyazı da bahçeli bir ev buldu.
Evet sonunda Bızdığa bir yer bulunmuştu ama ondan ayrılmanın bu kadar zor olacağını gerçekten bilmiyordum. Hele bir de Bıdığı vereceğim adam?köpeğinize sizin gibi bakmamız mümkün değil hanımefendi, siz ona adeta insan gibi muamele ediyorsunuz, ben sadece yemeğini verir arada bir de başını okşarım o kadar ? deyince bütün tadım kaçmıştı… Bızdığı bırakmaktan neredeyse vazgeçiyordum ama çaresizdim, onu bırakmak zorundaydım ve bıraktım da… Küçük bir apartman dairesinde yaşıyordum ve Bızdık dışında üç de kedim vardı. Ne eski ev sahibim ne yenisi Bızdığı istemiyordu. İnsan kiracı olunca, her taşınışında hayvanlar sorun oluyordu… Ev sahipleri hayvan besleyen kiracılara hiç sıcak bakmıyorlardı… Bu kez de Bızdık ev sahiplerinin hışmına uğramıştı…
Ondan ayrılırken çok ağladım ve halen hatırladıkça ağlıyorum. Her an onu geri alma fikri aklımın bir ucunda ve onu almamak için kendimi zor tutuyorum. Onun o son görüşümdeki hüzünlü hali, acı acı gözlerini gözlerime dikişi ve sonra küsmüş gibi başını öne eğişi tüm bu sahneleri unutamıyorum. Son günlerde yanına her gidişimde sevinçten ürpermesini, kuyruğunu dört nal heyecanla sallayışını, gözüme girmek için ne dediysem sözlerimi pür dikkat dinleyip anlamadığında da çaresizce bir şeyler yapıp beni memnun etmeye çabalayışını tüm bunları nasıl unutabilirim ki… Yooo Bızdığımı bırakamayacağım galiba… İşler biraz yoluna girince ve yeni evime yerleşince onu alıp yuvasına getireceğim… Hem bu seferki evim bahçeli de, Bızdığım çok rahat eder o bahçede eminim…
Bilmiyorum dostlar ben de mi bir gariplik var yoksa insanlar mı yeterince duyarlı değil doğaya, hayvanlara karşı, gerçekten bilmiyorum…
* Yrd Doç. Dr. / İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi