Öcalan ne demek istiyor?

Kürt Toplumsal Hareketi’nin lider Öcalan’ın basına yansıyan son birkaç görüşme notunda, Kürt sorunun geldiği nokta üzerinde ciddi değerlendirmeler yapıyor. Dahası bir bakıma isyan ediyor. Kürtlere yönelik yapılmak istenen tasfiyeye yönelik çok kapsamlı analizler yapıyor. Bir bakıma İmralı hücresinde avazı çıktığı kadar bağırıyor. Beni duyun diyor, Kürtler çok ciddi bir imha ile karşı karşıya. Tarihe karşı olan herkes kendi ‘rolünü üstlenmelidir’ diyor. Bölgesel ilişkiler içerisinde tehlikenin artık çok kapsamlı bir düzeyde olduğunu değerlendiriyor. 30 yıldır bu sürece müdahil olanlara da çok ciddi uyarılar yapıyor.

Bu sürecin iyi okunması önemlidir. Nelerin yaşandığını ve olacağını yeniden analiz edilmesine ihtiyaç var. Kürtlerin, Alevilerin ve Türkiye halklarının karşı karşıya bulunduğu çok ciddi tehlikeler söz konusu. Çözümsüzlük devlet politikasının merkezine oturmuş. Bunun kapsamlı analiz edilmesi önemlidir, aksi takdirde Öcalan’ın hücresindeki feryadı ve vermek istediği politik mesaj asla anlaşılmaz.

Bölgesel ilişkiler bir bakıma yeniden şekilleniyor. Küresel sermaye, bu süreçte Türkiye’ye yeniden bir rol biçtiği anlaşılıyor. Libya konusunda uluslararası terör gücü olan NATO’ya aktif destek sunuyor. Yanı başında Suriye’de çok ciddi bir iç politik kiriz yaşanıyor ve ABD, Suriye konusunda Türkiye’ye yeni bir görev verdiği anlaşılıyor. Ayrıca İran’da iktidardaki mollalar arasında giderek belirginleşen bir iç iktidar çatışması yaşanıyor. ABD-İngiltere ittifakı İran konusunda da Türkiye’ye ciddi bir rol görev verecektir. Mısır, bölgedeki liderlik rolünü yeniden üstlendi ve Hamas ile FKÖ arasında ara bulucu oldu. Filistin’in yeniden tek merkezde yönetilmesi için somut adımlar atıldı ve yeni bir sürece girildi. İsrail’in de mevcut gelişmelerden çok ciddi oranda etkileneceği ve yeni sürece ayak uydurmak zorunda kalacaktır. Bir bakıma Filistin-İsrail sorunu, küresel güçlerin istediği bir şekilde çözümlenecektir.

Bütün bunlar yaşanırken Türkiye hem içte hem de bölgede ciddi politik sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. Böylesi çok kritik bir dönemde CİA Başkanı, Türkiye’ye çok gizli beş gün süren bir gezi yaptı. Bu gezenin esas amacı, Türkiye’nin oynaması gereken rolü birinci ağızdan bildirmekti. Dahası Türkiye’nin yapması gerekenler somut bir planlama dâhilinde masanın üzerine konuldu ve süreç böyle işliyor. Bu bakımdan ABD ile Türkiye ilişkileri tahmin edilenden çok daha derindir.

Örneğin 7 Nisan tarihili görüşme notunda Öcalan, Kürtlerin tasfiyesi üzerine yaptığı değerlendirmeler çok net: “Tasfiye derinleştiriliyor. Bir tasfiye politikası devrede, benim üzerimden bir oyalama geliştiriyor olabilirler. Ama ben net ifade ediyorum, ben halkımı oyalamayacağım. Bunu söylemek zorundayım. Zaten bunun işaretleri de çok net görülüyor. CIA başkanı gelip burada beş gün boşu boşuna kalmadı, en önemli gelişme budur. Öyle anlaşılıyor ki Türkiye ve Amerika gizli bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Amerika’nın Suriye, İran ve Libya politikalarını Türkiye alttan destekleyecek. Türkiye’nin Suriye ve İran politikası bu anlaşmayla değişmiştir… Bugün bu anlaşmayla Türkiye-İran-Suriye ittifakı dağılmıştır. Türkiye, Amerika’nın Suriye ve İran politikalarına destek verecek. Bunun karşılığında Türkiye, Kürtlere istediği gibi yönelecektir. Kürtler defalarca katliamdan geçirilse de Amerika’nın hiç umurunda olmaz, çıkarları için Kürtleri de her şeyi de feda ederler, katledilmesi, binlercesinin ölmesi umurlarında bile değildir. Bu çerçevede hem askeri operasyonlar yoğunlaşıyor, yoğunlaşacak hem de Kürt siyasetçilerinin ileri gelenleri ve kadrolar hedeflenecek, etkisizleştirilmeye çalışılacak.” Küresel sermayenin Kürt politikasının stratejik yönelimini çok belirgin olarak ortaya koyuyor. Kürt politik güçlerinin, sanırım Kürt sorunun çözümünü tartışırlarken, küresel kapitalist sistemin temel amacının ne olduğunu görmeleri bakımından somut bir analiz olarak değerlendirmeleri gerekir. AB ve ABD’de medet ummanın ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha ortaya çıkmış oluyor. Ayrıca kendisi ile yapılan görüşmelerin bir oylamaya dönüştüğüne ilişkin çok açık bir belirleme yapıyor ve bu oyuna gelmeyeceğini belirtiyor.

Dengelerde rol oynayan Türkiye’nin bölgedeki etki gücünün kırılmasının kendisini de ciddi sorunlarla karşı karşıya getireceğinin farkındadır. Bunun için ABD ile daha yakın bir ilişki içinde kalarak Türkiye bölgesel gücünü ve olanaklarını küresel sermayenin hizmetine sunuyor. Bunun karşılığında ise Kürtlerin topyekûn tasfiyesi konusunda tam destek istedi. Bunun da kabul edildiği anlaşılıyor. Türkiye geliştirilmiş savaş helikopterler gibi yeni savaş araçlarının verilmesi, Kürtlere yönelik izlenen tasfiye politikasının çok belirgin olarak devam ettiğini gösteriyor.

Kürt Toplumsal Hareketine karşı, uluslararası küresel güçlerin geçmişte yaptığı ittifakı ve şuan yaptıkları anlaşmayı değerlendiren Öcalan şunları belirtiyor: Bize karşı ABD ve İngiltere’nin Türkiye’yle anlaşma örnekleri daha önce de vardı. 92’de Doğan Güreş İngiltere’ye gidip anlaşmaya vardıktan sonra dönüşte “yeşil ışık aldık” demişti. Bundan sonra Kürtlere yönelik çok acımasız yönelimler geliştirdiler. İnsanları vahşice öldürdüler, binlerce faili meçhul yaşandı… Bugün yaşanan da budur. CIA Başkanı Türkiye’ye gelip anlaşma yapmıştır… 2002’de AKP iktidarı başladıktan sonra ordudaki, benim JİTEM dediğim GLADİO güçlerinin iki-üç sefer darbe teşebbüsünde bulundukları şimdi anlaşılıyor, fakat başarılı olamıyorlar. 5 Kasım 2007 tarihinde Bush-Erdoğan zirvesinden sonra ABD açıkça desteğini ordudan çekip AKP’yi desteklemeye başlamıştır…”

Devlet, uluslararası güçlerin desteğini alarak Kürtlere yönelik iç politikayı netleştirdi ve Erdoğan herkesin anlayabileceği bir tarzda açıkladı: “Artık Kürt sorunu yoktur.” Yani, PKK’nin tasfiyesi, BDP’nin etkisizleştirilmesi ve Kürtleri küresel sömürgecilik politikası içinde eritileceğini deklare etti. Bu tür politikaların iflas ettiğini bilmeyen yoktur. Ancak esas mesele devletin politik yönelimi ve hedeflerinin ne olduğunun çok iyi anlaşılması bakımından önemlidir. Öcalan günlük yaşamda izole edilmesine rağmen, devletin mevcut yönelimini çok iyi görüyor: “Askeri ve siyasi operasyonlarla BDP ve PKK tasfiye edilmeye çalışılıyor… Öyle anlaşılıyor ki bu siyasi ve askeri operasyonlar durmayacak. Hatta daha da büyük bir yönelime hazırlanıyorlar. Seçimden sonra bu operasyonları derinleştirebilirler. İki yönlü yapıyorlar. Hem kırda hem şehirde birlikte yürütüyorlar…”

Bu sürecin oluşmasında bazı Kürt politik temsilcilerinin, yazarlarının, aydınlarının da ciddi payları ve hataları olduğunu belirtmekten yarar var. Kürt medyasında da boy gösteren birçok yazar, gazeteci de, devletin sahte çözümüne ortak oldular ve AKP’nin Kürt sorununu çözeceğine dair büyük hayaller kurdular, Kürt kamuoyunu buna inandırmaya çalıştılar ve belirgin bir etki de sağladılar. ‘Silahlı mücadele miadını doldurdu’ diyen bu politik eğilimin küçümsenmeyecek bir gücü bulunuyor. Devletin politik amacı çok net olarak biliniyor. Bunun üzerinde bir tartışma yürütmek de çok anlamsızdır. Ancak ‘Devletin barışa hazır olduğunu söyleyen, siyaset artık şehirde yapılmalıdır, silahlı mücadele tarihsel rolünü doldurmuştur’ diyen politik eğilimin Kürtlerin siyasetine nüfuz ettiğini görmek gerek.

Öcalan sorunun ciddiyetine çok özel bir vurgu yapıyor. Gerekli tutum zamanında alınmazsa bedelinin de çok ağır olacağını belirtiyor. Kendisinin içinde bulunduğu mevcut konumu gereği, sınırlı bir düzeyde rol alabildiğini ve dışarıda bulunanların da rol alması gerektiğini belirtiyor, mevcut tehlikeyi görüp gerekli müdahalenin yapılmaması durumunda daha ciddi eleştiriler yapacağını belirtiyor: “Gereğini yapmazsanız, çok ağır eleştireceğim. Görmüyor musunuz olup biteni, yaşanan tasfiyeyi… Aslında İsmail Beşikçi doğru söylüyordu; ‘Öcalan’ın tutukluluk koşullarında müzakere yürütmesi doğru değil’ demişti ama bu süreci götürecek kimse olmadığı için ben bu sorumluluğu üstlenmek zorunda kaldım. Benden başka kimse var mı, kim yapacak! İsmail Hoca’ya bu düşüncem iletilebilir.” Tarihsel bir zorunluluğun altını çizen Öcalan, sürece daha aktif bir şekilde müdahale edilmesi gerektiğinin uyarısını yapıyor.

Öcalan, kendisinin mevcut durumunu tespit ederken şunları belirtiyor: “Ben halkımıza teşekkür ediyorum, beni bu noktaya siz getirdiniz. Halk arkamda durdu, halkla aramda özel bir bağ var. Kürt siyasetçileri de Sayın Öcalan dedi, muhatap gösterdi, teşekkür ediyorum ama benim burada koşullarım çok sınırlı. Elim-kolum bağlı. Daha önce “dar bir koridordayım, kıpırdayamıyorum, hareket alanım kısıtlı” demiştim. Benim tek yapabildiğim bu heyetle görüşmeleri sürdürmek…” Söylemek istediği şu: Artık anlayın, ben tek başıma sürece müdahale edemem, yürütülen görüşmelerin daha sağlıklı ve verimli yürüyebilmesi için elimi güçlendirecek bir süreç başlatın, müdahaleci olun.

Peki, kim yapacak, kim sorumluluk üstlenecek. Demek ki, dışarıda olan ve Kürt sorunuyla muhatap olan her kurum ve kişinin kendi rolünü üstlenmesi gerektiğini belirtiyor. Bu soruna muhatap birinci derecedeki kurumların ve kişilerin, belirleyecekleri stratejik yönelim, politika ve en önemlisi güçlü pratik adımlar çözümün anahtarı olacaktır.

Ayrıca Öcalan bir yanlış anlaşmayı da düzelterek uyarı da bulunuyor: bu ateşkes meselesi de yanlış anlaşılıyor. Ben ateşkes yapın demedim. Bu heyetle yaptığımız görüşmelerde onlarla konuştuğumuz üzere biraz bu sürece şans vermek için gerillanın karakol baskını, sabotaj türü eylemlere girmemesi konusunda anlaşmıştık. Gerilla buna uydu. Heyet de kendi kısmi etkisini kullanarak operasyonları azalttı. Ama bu kendinizi imha ettirin demek değildir… Üzerlerine gelindiği takdirde de kendilerini her türlü savunmaları gerekirdi…” Bunun önemli bir vurgu olduğunu düşünüyorum. Çünkü kamuoyunda oluşan genel kanı, sanki Öcalan ateşkes kararı verdiriyor. Öcalansız kimse tek bir adım atmıyor veya atamıyor. Ancak görüşme notları okunduğunda bunun böyle olmadığı anlaşılıyor. Demek ki, sürece müdahil olan bütün Kürt kurumlarının bulundukları pozisyonda kendi rollerini oynamaları gerekiyor.

Öcalan çok açık olarak sesleniyor: “Şimdi bu durumu halk, BDP, DTK, Kandil oturup değerlendirmek durumunda. Kendi kararlarını almak durumundalar, kendi kararlarını alsınlar. Söylediğim gibi yirmi yıldır her şey benim omuzlarıma yıkılıyor, yeter artık beni bu kadar zorladıkları. Burada yapacaklarım sınırlı, koşullarım zor, uygun değil. Ne yapacaklarsa yapsınlar, büyük ihtimalle çözüm gelişmeyecek, tasfiye geliştiriliyor. Onlar da hazırlıklarını buna göre yapacaklardır… Eğer bu mücadeleyi sürdüreceğiz diyorsanız da gereğini yapın, öyle konuşmakla olmuyor. Kendinize güveniyorsanız işte Yemen’deki, Tunus’taki örnekleri görüyorsunuz…”
Bazen Kürt politikacıları söylüyor: Biz Tunus’tan ve Mısır’dan daha güçlü geliriz. Tunus’ta ve Mısır’da uluslar arası güçlerin yakın desteği ve yönlendirmesi oldu. Kürtlerin böyle bir konumu yok. Bu bir realitedir. Ancak daha gülcü bir çıkış yaparak süreç doğrudan etkileme durumu varsa neden yapıyorlar. Kürtler daha güçlü geleceklerse gerçekten neden gelmiyorlar. Örneğin Kürt halkı, YSK’nın tasfiye kararına karşı tutumunu çok net olarak ortaya koydu. Kürtleri kolay kolay teslim alamayacaklarının mesajını verdi.3-5 gün süren halk direnişinin politik kazanımlarının ne olacağını yaşayarak gördük. Peki, bu süreci tıkayan mı var yoksa politik öngörü mü zayıf!

Kürtlerin farklı düzeylerde sürece müdahale eden liderleri bu gerçeklikleri görüyorlar mı? Gördükleri kesin, peki geleceği nasıl örgütleyecekler? Bu sorunun yanıtını da Öcalan veriyor: “15 Haziran’a kadar biraz bekleyip görelim dedik. Ama şimdi yaşananlar ortada. Kendi kararlarını kendileri vermelidirler. Gücünüz yetiyorsa hazırlığınızı yaparsınız, demokratik özerkliği kurar, hayata geçirirsiniz…”

Hem Kandil merkezi, hem de Kürtlerin Ankara’daki ve Amed’deki yöneticileri de Anayasa referandumu öncesinde ‘demokratik özerkliği’ ilan etmişti. Ancak tuhaf bir şekilde unutuldu.

Sahi neden unutuldu. Bilen var mı? Öcalan çok açık söylüyor: ‘Gücünüz varsa demokratik özerkliği kurar, hayata geçirirsiniz…” Başka ne söylenebilir.
Demokratik özerklik mi stratejik yoksa parlamento mu? Ankara’da milletvekili olmak mı hoş yoksa Diyarbakır’da halkla olmak mı hoş? Hangisi araç, hangisi amaç? Öcalan’ın yanıtı çok açık: Demokratik Özerkliği kurun.
Süreci birlikte izleyelim.

1607220cookie-checkÖcalan ne demek istiyor?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.