Deprem!

Depremler ile ilgili bir belgesel baktım. Beklenen en büyük depremi anlatıyordu. Yüzyılın başında orta derecede büyük olan şehir, bugün metropol olmuştur. Elbette bizim metropoldeki gibi alt yapı yoksunu değildir, çünkü orada yaşayan insanlar yaşadıkları acıdan ders çıkaran ve geleceğe yatırım yapan devletin bireyleridir. Ve her çalışmalarını; bilimsel veriler ile, yüzyıllara dayanan araştırmanın sonucuna göre yapıyorlar. Bizdeki gibi birkaç senede tüm alt yapımızın röntgeni, çok büyük harcamalar ile çıkmıyor!

Deprem gerçeği bizde magazinleştirildi, ha bugün geliyor, ha bu hafta gelecek yalanları ile günler geçiştirildi, korku yaşayanların bilincinin altına işlendi. Korku ile para kazanmak, en risksiz iştir ve bu en risksiz işten birileri zengin oldu. Devletin kasasına para girdi, zorunlu deprem sigortası yaptırıldı ve orada biriktirilen paralar ile özel TV programlarına sponsor olundu.

Bizde depremin fay hattının gözümüzün önünde olduğunu görmez olduk! İstanbul boğazımız nasıl oluşmuştu? Kaç kişi bunun bilincindedir?

İstanbul tarihi; depremlerin tarihi gibidir, her büyük değişiklik deprem ile olmuştur ya da deprem etkisi yaratmıştır. Boğaz deprem ile oluşmuş ve Ege sularını Karadeniz’e taşımıştır, bir anda su seviyesi yükselen Karadeniz içinde, deniz altında yerleşim birimleri olduğu bugün bilinmektedir. Deprem, sen neye kadirsin, boğaz yaratır, ada yok eder!

Boğaz, iki kıtanın hareket noktasında yer alıyor, sürekli hareket halindedir. Bu hareketlilik yerkürenin üzerindeki kara parçasına basınç uyguluyor ve bu basınç bir noktada patlama yapıyor. Bu patlamanın ne kadar büyük olacağı ise önceden kesin tahmin edilemez ise de, varsayım olarak söylenebiliniyor, çünkü geçmiş depremlerin; ne zaman ve hangi büyüklükte olduğu kayıtlarına bakılarak. Bizde depremlerin kayıtları var, sonuç itibarı ile.

İstanbul boğazına uzaydan bakınca bir buluşma ve ayrılma noktası olarak görebilirsiniz. Keskin dönemeçler dikkati çekiyor. Bu keskin hatlar kara parçasının hareket ve kırılma noktasını gösteriyor. Binlerce yıldır gözümüzün önünde durmaktadır. Binlerce sayfaya sığan öyküleri içinde barındırmaktadır. Bir depremde Galata Kulesi’nin dibinden balık fırlamış, o dönemi yaşayan bir yazarın anlatımda… Destanlar var, öyküler var, kayıtlar var… Elimizde veriler çok, ama deprem bölgesinde yapılmış bilimsel çalışmalar yok! Deprem ne gibi değişiklik yaptı, kaç yıl önce oldu gibi bilgiler daha dünkü kıtada yapılan çalışmalar ile bilinirken, bizdeki bütün veriler anlatımlar üzerine kuruludur. Vardır da belki, biz bilmiyoruz. Göz ile bakıp karar verenler, yabancı araştırmacıların verdiği bilgiler ile bilgi toplayanlar dışında, bizim yaptığımız araştırma var mıdır? Örneğin, Sarıyer’de; depremin değişimini anlatan veri var mıdır?

Gazetelere yansıyan, yapılan araştırmalar sonucu Tusunami olursa eğer, Moda sahilinden Tuzla sahiline kadar etkilenecektir. Bilmem ne kadar yükseklikte dalga olacakmış, kaç dakika süreceği de belirtilmiş. Büyük bilgi olarak verilmiş, peki önlem alınmış mı? Evet, kötü senaryoya göre başımıza bunlar gelecektir ama bizler, Allahın sevgili kullarıyız, bize bir şey olmaz duyarlılığı içinde yaşamaya devam ediyoruz. Korku topluma veriliyor ama korkuyu yok edecek çözüm ortada yok! Bizde her şey bize göre işler, koskoca metropol şehrin kanal sisteminin sorununu borular ile çözmeye çalışıyoruz, Avrupa’da bu sorun 100 yıl önce sorun olmaktan çıkmış, biz boru döşemeye devam etmekteyiz!

Deprem bize anlatıldığı gibi Marmara içinden değil, belki boğazdan gelecektir… Bu konuda bilimsel çalışma var mıdır? Bilim insanı Marmara dibinde şelale varlığından bahsediyor, ama İstanbul’un bıraktığı günlük lağım ve çöpten bahsetmiyor! Bir zamanlar Yunus’ların denizi, bugün belirli sayıda balığın geçiş güzergahı olduğundan bahsetmiyor. Kayıp bir adanın bilgisi var ama kayıp adanın neden yok olduğunu bilen yok! Depremdendir, depremden! Üzerinde kilise olan ada bugün Marmara suyu içindedir… Diğer adaların su içinde kalmayacağını kim garanti edebilir? Global ısınma depremden önce yapabilir mi? Çünkü tehlike tek yönlü değil, çok yönlüdür, doğayı yok ediyoruz, yok ederken de sonucuna bakmıyoruz, kasamıza giren para daha önemlidir. Ver korkuyu, doldur kasayı! Yeni bir virüs daha çıkmış, dünya çapında insan öldürecek, ver aşıyı, doldur kasayı, rüşvet al, ithal et doldur kasayı! Virüs yok olur, aşı çöpü boylar! Kasa doldu ya, diğeri hikaye, kim sorar, kim sorgular?

San Francisco depremi beklenen en büyük deprem olarak kamuya yansıtılıyor ama arada Şili’de büyük deprem olabiliyor. Kayıp sayısının azlığı dikkate alınırsa, Şili bu depreme iyi hazırlanmış konumdadır. Yani unutulan depremde oluyor, beklenen değil, beklenmeyen, gözden uzak tutulan köşede bir anda oluyor! Bizim gündemimizde olan ama dünya gündeminde olmayan depremimizde her an gelebilir, biz olabilecek sonuçları tahmin ediyoruz! Ama önlem olarak birkaç binayı güçlendirtiyoruz! Yolların genişliği, binaların domino taşı olabilme özelliğini sorguluyor muyuz? Dik gökdeleni, sat daireyi, çık ihaleye, al parayı, koy kasaya… Peki, dereye gökdelen dikimi ne kadar sağlıklı? O gökdelenlerin lağımları nereye akar? Çöpleri nerede toplanır? Yolların genişliği yeterli midir? En kötü senaryoya göre yerleşmek gerek ama biz en iyi senaryoya göre binaları dikiyoruz, şehir planlıyoruz!

Koskoca bir şehir yandı, yanan şehri olduğu gibi dar sokakları ile yeniden inşaat ettik! Dünyanın en büyük metropolünü yarattık ama alt yapısı olmadan yaptık, büyümeye devam ederken dahi, gökyüzüne betonu ağaç gibi dikerken, alt yapısı olarak kazık çakmak olarak algıladık! Yollar, kanal sistemi o beton binaların boyutunun minik karikatürü gibi duruyor. Boru döşedik, sel gelirse ne yapalım, yollar su içinde kalmasına alıştık! Birkaç araç su ile denize gitmiş sorun yok, bizde araç ne de olsa çok!

Depremler hayatımızın vazgeçilmesi olduğuna göre, ona göre de alt yapı kurmak ile yükümlüyüz, fakat bizler alt yapı yerine üst yapı ile uğraşmışız. Depremde çok yıkım olunca taş binayı yasaklamışız bir zamanlar, yangınlar çıkınca taş binayı önermişiz. Anlık çözümler, olay olup bittikten sonra gündeme geliyor. Anadolu medeniyetlerin beşiği deriz, ama bu beşik anlamını sorgulamayız, yıkılan, yok olan şehirler gözümüzün önünde yoktur. Metro çalışması sırasında eski yerleşim yerleri yokmuş gibi davranıp, üzerine beton dökebiliyoruz. Biz tarihi değil, bugünü yaşıyoruz, geçmişten bugüne sadece söylence taşıyıp, korkuyu besliyoruz, büyütüyoruz, büyüttükçe birilerinin kasası doluyor, dolduruyoruz…

Deprem, bir birikim işidir. Enerji birikimi bir gün gelir olması gereken kadar karayı itekler. Kıtalar arasında bir hareketlilik vardır. Bu hareketliliği köprübaşlarına kıta ismi yazarak biliriz. Avrupa yakası ve Asya yakasına hoş geldiniz yazarız ama bu iki kıtanın hareketliliğinin ne yapacağını anlatmayız, anlatmaya kalkınca korku yaratırız. Bilimsel veriler ile konuşma yerine, kahve konuşmasını tercih ederiz, çünkü kahvedeki insana ancak o şekilde seslenirsek anlayacağını düşünürüz. Ama kimse sorgulamaz, bizim bilim insanının seviyesi ne kadardır diye? Evrensel olarak ne gibi katkı sunmuş bilim dünyasına diye… Bizde isimin önünde yazan unvan önemlidir, sorgulamaya bile gerek duyulmaz. Politikaya atılırsa eğer, doktora tezini şuradan çaldı diye laf çıkar, üniversite konseyi toplanır, ya af eder, ya da zaman aşımı der yok sayar! Bilim insanımıza toz kondurmayız, gecekondu olarak kurulan üniversitelerimize öğretim üyesi ihtiyacını bu şekilde gideririz!

Bizde olay olduktan sonra keşke diyerek konuşmayı severiz, sonra o acıdan kahramanlar çıkarırız, sonra o kahramanları unuturuz… Biz de deprem, bir anı olarak kalır kısa sürede, depremi yaşayan korkusunu ömür boyu taşır…


—————————————
http://cemoezkan.blogcu.com

1586860cookie-checkDeprem!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.