DİNDEN ÇIKMA – 15 TEMMUZ 

SEDAT YILDIRIM SARICI – Sanırım 1988 yılıydı. “Uludağ’da Tarzan var” dediler. Dağa çıktım, aradım, buldum, tanıştım:

Mustafa Bozkurt. Saatlece konuştuk. Yazmak gerek ama elim kalem tutmuyor. Kalem olsa dilim dönmüyor. Okutturacak biri yazmalı.

Gazeteci, yazar Banu Demirağ, Uludağ’a seminere gelmişti. İrtifada inzivayı tariflemek harcım değil. Yazarsa Banu yazar, dedim. Zaten planlıyormuş, tam sayfa röportaj yapmıştı.

Mustafa amca Karayolları’ndan emekli olduktan sonra eşine küsmüş, 36 yıldır dağda tek başına yaşamaktaydı. Milli Güreş Takımı, Uludağ’da kamp yapıp çalışırlarken, hocaları güreşçilere antreman niyetine “Tarzan” amca için ağaçlardan iki ayrı oda inşaa ettirmişti. Biri toprak üstüne. Diğeri kışın karlar 8 – 9 metre yükseldiğinden 10 metre kadar yükseklikte bir ağacın üzerine.

Mustafa amca tahsilli görünmüyordu, softa da değildi. Çok kibardı. Topraktan öğreniyor, tabiattan korkmuyor, tabiatı koruyor, tabiat da onu koruyordu. Sekiz yıl sürüp bir milyon insanın ölümüne, iki milyonun da yaralanmasına neden olan Irak-İran Savaşı’nın nedenini sordum. “Acemlerle Araplar zaten hiç anlaşamazlar” demişti. Sebebi derinlerde aramayı ‘Tarzan” Mustafa amcadan öğrendim.

MÜRTED

İslamda mezhepsel ilk kopuş  (7. asırda) doğuşla başlamış ve çok yazık ki genişleyerek, derinleşerek devam etmiş… Bugün 15 Temmuz olduğu için günümüzle bağlantılı tarihe atlayalım.

Timur 1402’de Osmanlı’ya saldırdığında (Ankara Savaşı) Kara Tatarlar ve bazı Anadolu Beyleri’ne ait kuvvetler taraf değiştirir. Osmanlı ordusu yenilir. Yıldırım Bayezid esir düşer. Savaştan sonra ovaya, Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmiş anlamına gelen Mürted adı verilir. Mezhepler kendisinden farklı akıl, akım, fikir ve davranışları dinden çıkma olarak yorumlarlar.

İki imparator Mürted’de

Aslında dinden çıkma filan söz konusu değildir. Kötü söz sahibine aittir. Timur ve tümenleri zaten Müslümandırlar. Ankara’dan sonra yollarına devam ederler. Bursa, İznik ve sonra İzmir’i ele geçirir Haçlı donanmalarını kovarlar.

Timur, sanat ve bilimin yeniden canlanmasına ön ayak olur. Fransızcada “Rönesans” olarak tanımlanan “yeniden doğuş” eş zamanlı olarak Moğol topraklarına da yayılır. İslami prensiplere dayanan Timur Rönesansı’yla Semerkant yeniden inşaa edilir. Matematiksel ve gökbilimsel çalışmalar yeniden canlanır. Medreseler ve kütüphaneler açılır. Timur mimarisi, Orta Asya’daki İslam sanatının zirvesi olarak kabul edilir. Osmanlı’yı, Babür’ü ve Safevileri etkisi altına alır.

“İslam’ın Mücevheri” unvanlı Semerkant

Ecnebilerle izdivaç eyleyip oniki karısının altısı müslüman olmayan Yıldırım Bayezid esir düşer, memleket istila edilir. Bayezid’in oğulları babalarını kurtarmaya çalışacağına taht kavgalarıyla birbirlerini öldürürler. Bunalım Devri (1402-1413 Fetret Devri) olarak anılan bu dönemde Osmanlı yıkılıp yeniden kurulur.

Dinden çıkma (mürted) konusunda birbiriyle yarışmayan imparator yok gibidir. Aslında “harem” haramdır. Ansiklopedilerde şöyle bilgiler de vardır: “Osmanlı hareminde ortalama olarak 400 kadın bulunduğu, bu sayının 1600’e kadar çıkabildiği ifade edilmektedir”. Hiçbir din çokeşliliği savunamaz, savunmamalı. Rivayetlerle avunmamalı…

“Kendi havaalanını bombalayan ülke” olarak tarihe geçtik ya, bombaladığımız noktaya değinelim. Akıncı Hava Üssü’nün gerçek adı Mürted Hava Üssü’dür. 1950-1996 arası ABD’ye tahsis edilmiş askeri tesislerden biridir. Sovyetler’e karşı 20 adet nükleer bombanın depolandığı bir yerdi.

İki hafta önceki makalemizde konu edindiğimiz, 1924 yılında yokluklar içerisindeki Ankara’ya armağan olarak gönderilen 100 kişilik senfoni orkestrasıyla bizlere Beethoven’ı sergileyen Sovyetler’e karşı Amerikan eliyle nükleer silahlarla iade-i ikram…

Biz günümüze dönelim. 15 Temmuz 2016’da kalkan uçaklar (Akıncı) Mürted Hava Üssü’nden havalandıkları için birkaç gün sonra havaalanı pisti bombalanmıştı. Sanırım 1974 yılıydı. “Kendi Uçağını Kendin Yap” kampanyası başlatılmış bütün öğrencilerden de yardımda bulunulması istenmiş, hepimiz çocuk harçlıklarımızı zarflara koyup okullarımıza teslim etmiştik. Kendi uçağımızı yapamadık ama 47 yıl sonra kendi havaalanımızı bombaladık. Takdir-i kader.

FAHİR ATAKOĞLU – “DENİZ”

Son iki cumhurbaşkanının dinlemeyerek sahipsiz bıraktıkları Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Devlet Çoksesli Korosu’yla birlikte, geçen yıl Fahir Atakoğlu’nun bestelediği “15 Temmuz Destanı” adlı bir çalışmayı sergiledi. Okurlarımıza karşı saygılı olduğumu bilirsiniz. Hem dil olarak edebi ve adabı elden bırakmamaya özen göstermeye çalışıyorum, hem de zamanınızı israf etmemeye… Bahsi geçen çalışmadan hiç bir şey dinletemeyeceğim. Geleceğe de bir şey kalacağını sanmam. Bugünüze de yazık etmeyeyim. Ama başka şeyler dinleyebiliriz.

Fahir Atakoğlu yaratıcı bir bestecidir. Kimsenin teyidine ihtiyacı yok. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını konu edinen belgesele de olağanüstü güzellikte temalar yaratmıştı. Çünkü anlatılanlar hakikaten hakikatlere dayalı ülke sorunlarıydı. Filistin Kurtuluş Ordusu’nda da mücadele etmiş Deniz Gezmiş, halkı ve ülkesinin bağımsızlığı için idama giderken, bir sigara, bir çay ve Rodrigo’nun gitar konçertosunu dinlemek istemişti.

Deniz Gezmiş – Filistin Kurtuluş Ordusu üye kartı

Deniz” veya “Denizler’e” veyahut “12” ya da “Lal” adlarıyla tek bir enstrümandan büyük orkestral düzenlemeler defalarca kaydedilip Türkiye müzik repertuarına kök salarcasına giren melodiyi hepiniz hemen hatırlayacaksınız.

Sertab Erener & İzmir Big Band – “Lal”. 7 Nisan 2018 tarihli konserden dinleyeceğiz. Helal olsun kıza ne güzel söylemiş. Orkestra da ne kadar sade, ölçülü, abartısız ve olgun bir düzenlemeyle eşlikte.

https://www.youtube.com/watch?v=hMqf6aUht4Y

Geçen hafta Aşık Veysel- Fazıl Say – Kara Toprak’ı iki farklı düzenlemeyle dinlemiştik. Bu hafta da Deniz’i (“Lal”i) iki farklı düzenlemeyle sunmak istiyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri Armoni Mızıkası & Bursa – Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi G.S.E.B Müzik Eğitimi Anabilim Dalı Korusu – Fahir Atakoğlu  “Lal”. (Kayıt kalitesini bağışlamanızı rica edeceğim. Sanırım doğrudan küçük bir cep telefonuyla kaydedilmiş ama meramını anlatabiliyor.)

https://www.youtube.com/watch?v=G–IXS8orF8

15 TEMMUZ

15 Temmuz sonrası alınan en ilginç kararlardan biri de Kuleli Askeri Lisesi ve Bursa- Işıklar Askeri Lisesi’nin kapatılmasıdır. Kendi havaalanımızı bombalamak (Mürted) ya da (Atatürk Havaalanı) pistine bina yapmak gibi ancak bir ülkenin baş düşmanının planlayabileceği hadiselerle karşılaşıyoruz. Biz müzisyenlerin beyanı ise; Işıklar Askeri Lisesi’nin konservatuar gibi inanılmaz yetenekli müzisyenler yetiştiren bir kurumumuz olduğunun hatırlatılması olmalıdır.. Umarım bu lise yeniden açılır ve yine genç müzisyenler yetiştirmeye devam eder.

Konu dağılır gibi oldu sanmayın, bağlayalım.

Hava Kuvvetleri İmamı” sıfatlı Sakarya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Temel İslam Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Adil Öksüz, 15 Temmuz gecesi Mürted’te kalmış. İnfaz ve bombalamalar için fetvalar ondan alınmış. (YeniŞafak- 20 Temmuz 2016 tarihli haberden).

Raporlar 15 Temmuz 2016 günü görevde olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ı bilgilendirmediğini ortaya koyuyor. Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’na MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı’nın çağrılıp sorgulanmaması konunun açıklığa kavuşmasını engelledi. Bir de Meclis Araştırması Komisyonu raporu bir türlü basılıp dağıtılmayınca doğal olarak bu iş, 251 vatandaşın canına mal olan “tiyatro”, “tezgah”“kumpas”“mizansen” veya “kontrollü darbe” olarak da anılan bir girişim olarak hatırlarda kalıyor.

“EYVALLAH” 

1972’deki Deniz’lerin mahkemesinde ise Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu davası sanığı Mustafa Yalçıner, Mehmet Ali Brand’ın 32. Gün belgeselinde hüzün içinde şöyle anlatıyor: “Deniz Gezmiş, elleri ve ayakları zincirle idam sehpasına götürülürken bizim koğuşun önüne geldiğinde bize ‘Eyvallah’ diye bağırdı. Biz de ‘Güle güle’ dedik.” 

“Eyvallah” sözcüğünün sözlük anlamı da yazmalıyım: “Allahaısmarladık, hoşça kalın, teşekkür ederim, Hakk’la kabul ettik, evet, öyle olsun”. Deniz’ler “eyvallah” deyip, “güle güle” ölüme gittiler ama o günden sonra ana babaları bir daha gülemedi.

Topraklarının evlatlarıydılar, efsaneleştiler, destanlaştılar. Hatıralarından doğan besteler ölümsüz eserlere dönüştü.

Şehitler doğrudan cennete gidiyor mu, tanığı değilim ama bizâtihi şahidim şehidlerin yakınları âlem-i arzda cehennemde yaşıyor.

_________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2532010cookie-checkDİNDEN ÇIKMA – 15 TEMMUZ 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.