Edith Piaf (II)

 

 

“Trenlerde ve garlarda / Çok garip insanlar var”. Her yerde çok garip insanlar vardır. Ezilmiş, canı çıkmış insanlar. Onların varlığını benimsemek onlara arka çıkmaktır biraz da. Gerçek sanatçı insanın içindedir, insanlardan biridir, insanlığın bir parçasıdır. Sürekli insanı arar, insandaki kendini arar, insanı insana ulaştıracak tüm kapıların önünde o vardır: o kapıları çalar, içeriye girer. Kötü bir yazgının içine kapatılmış insanı onda bulursunuz: “Dinlenme yok / Hep koşu / Metro yazıhane / Ve gitmek / Pazar günü iş yapmak gerekir / Yıkamak ütülemek onarmak yoksulluğunu / Hep öyle / Bir günden bir güne / Güneş yok / Aşk yok // Yaşamım boyunca ilkyaz yok / Takvimlere inanmıyorum / Boşuna tutumlu olmaya çalışıyorum”. Hep halk yaşamından görüntüler çizer bize Edith Piaf. O görüntülerde sevinçlerden çok acılar, gülüşlerden çok gözyaşları vardır: “İri mavi gözlerinde gözyaşları var / Solgun yanakları boyunca akar”. Zaman zaman onun şarkılarında acılı tablolar tüm doğal görünüşleriyle ortaya konur: “Zavallı bir zenci cılız bir zenci / Zayıf bir zenci kemikleri / Derisini delip geçecek gibi”.

Yalnız ezilenler mi? Hayır, her çeşitten insan. İnsanları birbirinden ayırmalı da öyle mi görmeli, öyle mi anlamaya çalışmalı? Önemli olan elbette bazı insanları kavramak değil bütün insanı kavramaktır. “Bahse girdi bir yıl içinde / En azından milyoner olacaktı / Şimdi öyle bir kazanıyor ki / Parayı ne yapacağını kendi de bilmiyor”. Bir sevgiliyi bırakıp gönlündeki kadının peşine giden sömürgeliyi de anlamak gerekir: “Kaç kere ateşler içinde yandı / Çok konuşurdu korkardım / Elimle dudaklarını kapardım / Yüreğinin derinini bilmemek için / Çünkü ruhunda sezerdim / Gözyaşları ve hüzün vardı / Uzun süre bir kadın olmalı dedim / O zaman anladım ama çok geçti”. Gidenin arkasından bakakalmaktan başka ne yapabiliriz? Daha başka ne yapabiliriz ki. Başka bir sevgiliye giden sevgiliyi de iyi anmak gerekmez mi? “Güzel solgun gözlerini göremem artık / Gözleri ki eşi benzeri yoktu / Kendi güneşine doğru gitti / Benim sömürgeli güzel sevgilim”. Giden sevgililer gözlerimizde büyür de büyür. Bize şunları söyletir: “Kocaman aydınlık gözleri vardı / Gözlerinde bazen şimşekler çakardı / Gökte fırtınalar geçerken olduğu gibi”. En güç koşullarda bile aşklar yaşanır. Aşklar ya da acılar yaşanır. “İyi bir aşk öyküsü olması için / Birinin ağlaması gerekir”. Aşklar karşısında daha gerçekçi de olunabilir belki: “Anımsamıyorum raslaşmamız nasıl oldu / Bilmiyorum ilk konuşan o muydu / Yoksa ben mi önden bir şeyler söyledim / Ne önemi var bunun / Ben yalnız anımsamak isterim…// Dans ederken elini belime koyar / Bembeyaz güzel ellerini / Buzlar akar sırtımdan… / Bilmiyorum ne olur sürer mi uzun zaman / Sonrası umurumda mı ben şimdiyi düşünürüm”.

Böylece Edith Piaf insanı insana anlattı, insanı insana taşıdı. Onun o eşsiz sesiyle söylenmiş olmasa bu şarkılar bugün de yaşar mıydı? Hiçbir şey kalıcı değil gerçek sanattan başka. Şarkı söylemek de yaşamın bir yüzünden ölümsüzlüğü denemek değil mi? Acı olan tek şey insanın kendine bakmadan, kendini görmeden, kendindekini algılamadan ve gerektiğinde kendine ağlamadan yaşayıp gidiyor olmasıdır. Yazık, çok yerde böyle bu. O zaman şarkılar bizi eğlendirmekten öteye geçemeyecektir. Bu dünyayı gerçek anlamda sevip önemseyenler Edith Piaf’ı unutamayacaklar. Şarkılarını kim yazmış olursa olsun o şarkılarının kadınıydı: limanlarda müşteri bekleyen fahişelerin, yaşamını bir pula satmış sokak serserilerinin, dur durak bilmeden oradan oraya giden gemicilerin, küçük paralar karşılığında ağır işler yapan emekçilerin, toplumda itilmiş kakılmış her çeşit insanın şarkıcısıydı. Şarkılarımızın ruhumuza denk düştüğü yerler çok azdır, çok zaman onlara belli bir çabayla bağlanırız. Böyle bir denklik için söylediği şarkıların insanı olabilmek gerekir. Edith Piaf’ın gemicilerin şarkısını söylerken dediği gibi : “Onları sevmek için yürekli olmak gerekir”. Hep bir yerlere gidenlerin dünyasıdır bu: “O bana kalıyorum demişti / Ama güzel bir günde çekti gitti / O içimi kaldıran ülkeye doğru gitti / Ki onu daha çok geceleri düşlerdi”.

Evet, şarkılarını kim yazmış olursa olsun bu şarkılar onun dünyasına tam olarak oturmuştur. Halk insanı olmayı becerebilmiş çok az büyük sanatçı vardır, Edith Piaf da bunlardandı. Nereye giderse gitsin, nerede olursa olsun, hep halk insanı olarak, bütün insanlardan biri olarak kalabilenlere ne mutlu! “Tüm kadınların ona güldüğünü görürdüm / Nasıl sımsıkı yapışırdım koluna / Onlara bakar şöyle demek isterdim: / O benim, bırakmam onu başkasına”. Böylesine arınık bir yüreğin önünde kim saygıyla eğilmez ki!

Evet, onun şarkısı gerçek anlamda bir insanlık bildirisiydi.

641800cookie-checkEdith Piaf (II)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.