Karayılan röportajı ve çarpıtmalar

Gazeteci Hasan Cemal birkaç gündür, KCK Başkanı Murat Karayılan ile yapmış olduğu röportajı köşesinde yorumlayarak yayınladı. Kürt sorunu nedeniyle Türkiye’nin gündeminde dikkatle izlendi. Birçok gazeteci, politikacı yapılan söyleyişi üzerine bir kısım yorumlar yapılmaya başladı ve ayrıca sistemin temel kurumları gerekli siyasal analizleri de yapacaklardır.
Bir gazeteci bakımından bu tür röportajların oldukça önemli olduğunu hemen herkes kabul eder. Öyle ki Fatih Altaylı, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Brand gibi bugün Türkiye’de tanınmış birçok gazetecinin, bir bakıma Öcalan ve PKK yöneticileri ile yaptıkları görüşmelerin etkisiyle basın dünyasında ön plana çıktılar.
Fakat en önemli sorun ise röportajın doğru okunmasıdır. Eğer verilen mesaj çok açık ve dürüstçe yorumlanmaz ve gerekli siyasal sonuçlar çıkartılmaz, karşının ne demek istediğine göre değil de, kendi keyfilerine veya olmasını istedikleri gibi yorumlarlarsa, orada gerekli dersler de asla çıkartılamaz. Türkiye’de olan da budur. PKK’nin ne istediği, neyi amaçladığı, hedefinin ne olduğuna dair yapılan yorumların tamamı çarpıtılarak verilmektedir. Bunu başında Hasan Cemal’in kendisi olmak üzere, Taha Akyol, Fikret Bila gibi basın dünyasında etkilen olan yazarların tamamının yaptığını söyleyebiliriz.
Karayılan’ın verdiği mesajları tersten okumaya özen göstermektedirler. Bunun bir gazetecilik etiği bakımından kötü bir davranış olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü söz konusu gazetecilerin ve yazarların mantığı ile sistem kurumlarının mantığı aynıdır. Sorunun ana halkasına kavramak ve ona uygun çözüm politikaları üretmek yerine, PKK’nin nasıl izole edileceği ve zamana yayılarak halktan nasıl koparılacağına dair öneriler sunmaktadırlar.
İşte tipik bir örnek, Karayılan, ‘sorunun çözümü için ilk önce çatışmasız bir ortamın oluşturulmasını, yani resmi olmayan bir ateşkesin fiilen başlatılmasının süreci olumlu olarak etkileyeceğini ‘belirtti. Bu öneri, tamamen, sorunun daha kapsamlı ve verimli bir tartışma ortamının yönelik olduğu çok açık. Devlete akıl vermeye devam eden bu ‘ünlü’ gazetecilerimiz de bu öneriyi dikkate alarak, ordunun çatışmalara fazla girmemesini, ortamın sakinleştirilmesini, bu durumun PKK’de eylemsizliğe yol açacağını ve bir rehavetin oluşacağını, bir bakıma pasifleşme ve içten bir çözümleme sürecine gireceğini belirtebiliyorlar. Son iki yılda yapılan ‘hava ve kara operasyonlarının PKK’yi yeniden küllerinden doğurduğunu’ örnek olarak veriyorlar. Karayılan’ın sunmuş olduğu önerinin mevcut sorunun çözümü için değil de esasen PKK’nin tasfiyesi haline getirmenin bir aracı olarak görmektedirler.
Karayılan, sorunun demokratik yöntemlerle çözümünden yana olduğunu, silahların yerini, barış sürecinin alabileceğini, bu konuda gerekli duyarlılığı göstereceğini özellikle vurguladı. Devlet adım atarsa bizde adım atmaya hazırız değerlendirmesinde bulundu. Özellikle bu cümle, hem röportajı yapan Hasan Cemal, hem de diğer yorumcular tarafından çarpıtılarak aktarıldı. Sanki PKK gerilla savaşından bıkmış, umutsuzluk oluşmuş ve bu nedenle bir an dağdan inmek istiyorlar biçiminde yorumladılar. Hâlbuki bu öneri, tersten PKK’nin zayıflığını değil, kendine olan güveni ortaya koymaktadır.
PKK’nin bölgesel alanda oluşan stratejik dengeler içerisinde bir güç olduğunu ve yıllarca savaşı yürütme kapasitesine sahip bir hareket haline geldiğini en çok kabul edenler ise bizzat savaşı yürüten generallerin kendisidir. Ama ‘ünlü’ gazetecilerimiz bu gerçeği bir türlü kabullenemiyorlar.
Röportaj dikkatli okunduğunda, Karayılan’ın KCK adına verdiği bazı temel mesajlar vardı. Bunları genel olarak özetlersek: Kürt sorunun çözümünde Kürt tarafının birince derecede muhatabı Öcalan ve PKK’dir. Türkiye’nin iç politik dengeleri ve hassasiyetleri dikkate alınarak, parlamentoda grup olarak var olan DTP doğrudan muhatap alınarak bir süreç başlatılabilinir. Hatta buna paralel olarak, her iki tarafta temsilcilerin de içerisinde yer aldığı, bağımsız ‘Akil Adamlar’dan oluşan bir çalışma grubunun da kurulabileceğini, yani somut bir adımın atılması için gerekli ‘fedakârlığı ‘göstereceklerini belirtti. Karayılan aslında bir bakıma, Öcalan’ın önerilerinin bir tekrarını yapmış oldu.
Kürt sorunun çözümünde bir adım atılması ve esasen Kürtlerin talepleri üzerinde nihai çözümün olacağını özellikle vurguladı. Peki, bunlar nedir. Hemen her zaman gündeme getirilen ve sokaktaki insanin dahi artık ezberlediği, bir halkın en insani yaşam talepleridir. Kürtlerin, Türklerle birlikte eşit anayasal haklara sahip olması, Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi, Kürtlerin bütün kültürel haklarının verilmesi ve yerel yönetimler yasasında yapılacak değişikliklerle, bölgesel yönetimlerin özerkleştirilmesi. Bütün bunlar için, anayasal değişikliğin zorunlu olarak yapılması ve bu güvencenin verilmesi ve ön koşulsuz genel politik bir affın çıkartılması. Ayrıca PKK’nin ideolojik-politik olarak devlet olgusuna karşı olduğunu ve bu nedenle ‘ayrı bağımsız bir devlet kurma taleplerinin olmadığına’ özel bir vurgu yaparak, hem Türk kamuoyunu hem de devlet yöneticilerini rahatlatmaya yönelik bir mesaj verdi. Karayılan bu temel kriterler çerçevesinde görüşmelerin başlatılması ve sorunun muhatapları arasında çözümlenmesi için gerekli adımların atılacağını ve hatta kendilerinin daha fazla duyarlılık göstereceğini belirtti. Bunlar tamamen Kürt tarafının yaklaşımlarını ortaya koymaktadır.
Peki, şu ‘ünlü’ gazeteciler ve politikacılar, bütün bu önerilere ilişkin neler söylüyorlar. Evet, hepsinin birleştiği birkaç nokta var: Bölgesel ilişkilerimizi etkileyen ve güç olmamızı engelleyen bir sorun olarak ön plana çıkan Kürt meselesine bir çözüm bulunmalı ve iç politikanın gündeminde çıkartılmalıdır. Bu sorunun çözümünde ‘Milli Misakı Sınırlar’ hiçbir şekilde pazarlık yapılmamalı ve ‘Üniter Devlet’ yapısı korunarak, esas alınmalıdır. ‘Özerk Yerel Yönetimler’ projesi reddedilmelidir. Kürtler bir ulus değil, esas olarak ‘kültürel bir azınlık’ olarak görülmeli ve çözüm önerileri buna göre olmalıdır. Dil ve Kültürel alanlarda bir kısım değişikliklere gidilmelidir. Eğer şiddet içermiyorsa Kürtçe konuştuğu veya propaganda yaptığı için kimse tutuklanmamalıdır. Üniversitelerde somut bazı adımlar atılmalıdır. Daha önce gündemleştirilen Kürdoloji veya Kürt Dili Edebiyat Fakültesi gibi çalışmalar somutlaştırılmalıdır. Kürtçe eğitim konusunda gerekli esneklik gösterilmeli ve Kürtçe seçmeli dersler grubunda eğitim müfredatına girebilmelidir. Ama ilkokuldan üniversiteye kadar oluşabilecek bir ‘Eğitim Dili’ sistemi kabul edilmemelidir. Bütün bunlar yapılırken, PKK ve onu temsil edebilecek hiçbir kurum muhatap alınmadan, ne verilecekse biz verelim. Gerektiğinde de almasını bilelim. DTP kapatılmasın, en zor koşulda gidip görüşebileceğimiz bir güç olarak yedekte kalsın.
İsmi ‘Akıt Adamlar’ içerisinde geçen dışişleri eski bakanı İlter Türkmen’in söylemleri tam da bunu doğrular niteliktedir: “Belli ki sıkışmışlar, bir çıkış yolu arıyorlar. Bir yandan Türkiye Amerika’yla anlaştı, operasyonlar yapılıyor, diğer yandan İran, Suriye sıkıştırıyor. Yani tam Başbuğ’un vaktiyle söylediği gibi, evet bizi çok zarara sokuyorlar, ama bu yöntemle sonuç alamayacakları da besbelli…
Bir kere o ille kalmaz, bölgeye döner. Bölgenin de tabii birtakım otonomileri olur. Mesela kendi teşkilatını kurar, vergilerde kısmen otonomisi olur, eğitim dili konusunda otonomisi olur. Dolayısıyla buna federasyon denmese bile otonom bölge olur. Tıpkı İspanya’da olduğu gibi… Türkiye için ise bu konuştuklarımızın hiçbir mümkün değildir…
Türkiye üniter yapısından vazgeçmez, vazgeçmesi için de bir sebep yok. Bütün sorunlar pekâlâ üniter devlet içinde çözülebilir. Bizim sorunlarımız üniter yapıyla ya da ulus-devlet olmakla ilgili değil. Kaldı ki bizim toplumumuzda da böyle bir yapı yok. Bir kere fırsat eşitliği bakımından Türkiye’de bir Kürt-Türk farkı yaşandığını kimse söyleyemez. İkincisi arada güçlü bir yurttaşlık bağı var. Bakın şu örnek çok çok önemlidir: Bizde bütün Kürt kökenliler askere alınıyor ve şimdiye kadar bu Kürt kökenliler içinde ihanet eden bir kişi olmadı. Ben bunu askerlerden duydum. O yüzden bizim gündemimizde üniter yapı dışına çıkmak zaten yok…
Tek taraflılık. Türkiye ne adım atacaksa hepsi tek taraflı kararlarla yapılmalı. Evet, temas olmadan. Temel politika bu. Onlara ya da başkalarına danışarak, görüşerek değil, biz kendimiz birtakım tedbirler alacağız…” Bu değerlendirme aynı zamanda sistemin genel bir mantığını ifade ediyor.
Türk kökenli olmadığı halde devlete nasihatler vermekle övünün ve söz konusu röportajı yapan Cemal, basın dünyasının entelektüel sosyologu geçinen Akyol, generallere istediği zaman telefon açmakla övünen Özkök, basın dünyasının ağır topu olarak kendine rol biçen Bila gibi ‘büyük’ gazetecilerimizin mantığı ile Kürt sorunda çözümü için görev alması beklenen ve ismi sık sık gündeme gelen Türkmen’in bu değerlendirmesi arasında hiçbir fark yoktur.
Aslında hepsi de Kürt gerçeğinin farkındadırlar. Kürt tarafı muhatap alınmadan bu sorunun çözülemeyeceğini de biliyorlar. . PKK’nin toplumsal bir güç olduğunu bilirler. Ama bu gerçeği açıklamaya asla cesaret edemezler.
Gazetecilik aynı zamanda etik değerlere bağlı olmayı gerektirir. Bunların gazetecilik etiğinin sınırı, patronların verdikleri maaşlar ve devletle olan ‘derin’ ideolojik ve politik bağlarıdır.
Bu bakımdan, Karayılan’ın söylemlerini doğru ve objektif analiz edebilecek, gerekli siyasal sonuçları çıkarabilecek iradeleri de söz konusu değildir. En azında bugünkü politik ortamda bu kararlılık yok. Yarını birlikte göreceğiz.

1606480cookie-checkKarayılan röportajı ve çarpıtmalar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.