KAZ KATİLİ – YAZ TATİLİ

SEDAT YILDIRIM SARICI* – “Nasıl anlatsam, nerden başlasam”. Bodrum’dan havalimanına giderken yol kenarında ekmek ve un mamülleri yapan karşılıklı iki fırın var. Mola vermek için ya da havalimanında on katını ödememek için iyi bir bahanedir, iki dakikalığına uğrar simit alırsınız.

Otuz beş yaşlarında bir anneyle altı yaşlarında bir kız çocuğu içeri girdiler. Anne çocuğa sordu; Hangisi?. Çocuk çikolatalı ekleri (eclair) gösterdi. Dükkan sahibinden fiyatını öğrendiler, 60 lira. Anne sessizce seslendi yavrusuna, “ben sana demedim mi, onlar 60 lira, başka bir şey alalım diye”.

Çocuk öylesine anlayışlı ki ya da benzer durumlarla tanışık ve alışık ki hiç ses etmedi. Anne tezgah arkasındaki görevliye “bir simit alabilir miyiz” deyip simitlere doğru baktı. Çocuğun bir gözü simitlerde, bir gözü pastalarda ama bakışlarını saklıyor. Annesini üzmemeye çalışıyor.

Simit (Gevrek) ve bölünerek bütçeye göre uyarlama çabaları

Ermişler şöyle dermiş “Veliler bütün duygularını saklayabilirler ama gözlerini saklayamazlar.” İşte o çocuk gözlerini annesinden saklıyor ya! Vatanın ahvali koca veliyi altı yaşındaki çocuğa talebe etti.

Dükkan sahibiyle benzer bir durumla geçen yıl da karşılaşmıştık. Bana “aksakallı abi” diyor. Kuş dilini kaş diline tercüme edip anlaşıyoruz ve çocuğa dilediği pasta servis ediliyor. Ağlamamak için en iyi yaptığım şeyi yapıyordum (pek beceremesem de), “etrafı güldürmeye çalışan adam”.

Kız çocukları, özellikle dar gelirli ailelerin kız çocukları vaziyeti de, vazifeyi de erken kavrarlar. Hayat yaralayıcıdır. Ergenlikten itibaren erkekler yararlanmayla, kızlar yaraları tedaviyle meşguldur. Hastayla hekim münasebeti misali ama çaktırmadan.

Yan dükkan bakkal ama gazete de satıyor. Anlama ihtimalimiz varmış gibi ailecek bir Cumhuriyet, bir de BirGün gazetesi alıyoruz. Kolumuzun altında kalsın, mürekkep yalamış sansınlar.

Arkama doğru iki saniye göz atıyorum. Fırının önündeki küçük masada bizim çocuk, anne, baba ve dedesiyle birlikte oturuyor. Pastasını yemeye başlamış. Masada başka bir şey yok. Yoldan geçen arabalara bakılıyor.

Yalıkavak Marina

Oradan Yalıkavak’a geçiyoruz. Marina’daki Bagatelle Restaurant’ın listesine bir bakayım dedim. İnternette de var. Yemek öncesi minik bir tabakta başlangıç atıştırmalığına 1,400 lira, ana yemeğe 4,200 lira, salataya 650 lira, tatlıya 1,300 lira, tatlınıza eşlik edecek tek bir yudumluk whisky’e 3,100 lira ödediğinizde kişi başı 10,650 lirayla kurtulmuş olursunuz. Bakın henüz suyu hesaba katmadım.

Emekli maaşının 7,500 lira olduğu bir ülkede yurttaş yurdunun bazı lokantalarında bütün maaşını ödese karnını doyuramıyor.

Bugünlerde sosyal medyada bu tür fahiş fiyatlar çok vurgulandı. Ve arkasından “madem böyle, sen de öyle yerlere gitme kardeşim” gibi azarlamalar yazıldı. Katılmamak elde değil. Bence de öyle. Alık ya da avanak değilsek “Yalıkavak Marinalı” diye anılmamalıyız.

Sondaja devam ettim. Yol ortasında BVLGARI (Bulgari) adlı bir dükkan çıkmaz mı karşıma. Vitrinden hanıma bir kolye beğendim. İçeri girdim. Solmuş lacivert t-shirt ve cep kenar dikişleri sökük pantolonumla paramın ancak tavuklu dönere yeteceği belliyken, cesaretimi topladım ve sordum. “Ahanda şu yılan şeklindeki kolyeniz ne kadar?” 

Uzak Doğulu, çekik gözlü kız, oldukça şık ve kibar Türk gence tasarımın kod numarasını söyledi. Genç elindeki tabletle araştırdı ve iki milyon lira dedi. Ben de “yarısını nakit, yarısını kartla ödeyebilir miyim?” diye sordum. Nakit kabul etmiyorlarmış. Almadım.

Zaten yüz milyon dolarlık (100,000,000 $) onlarca yatın bağlandığı Yalıkavak Marina’nın benzerine İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya, İspanya ve İtalya gibi limanı, marinası bol ülkelerde bile rastlamadım. Varsa Amerika ve Rusya’da vardır. Emin olamıyorum. Şaşkınım.

Şaşırdığım başka bir şey daha var. Dar gelirli memur çocuğu olmasından kaynaklı olsa gerek, devlet bursuyla eğitimini tamamlayıp memuriyetle göreve başlayan Elazığlı Mehmet Ağar’ın Yalıkavak Marina’nın yönetiminde adının geçebilmesi.

Milliyetçi baba oğlu Ağar’lar marinaya çökme iddiası ile haber oluyor. Dindar siyasetçiler memleketin kaynakları hortumlamakla ithaf ediliyor. Kavrulduk, serinlemek için denize girelim desek, bakın karşımıza ne çıkacak.

Yalıkavak’ta alçakgönüllü bir şekilde denize girmek isterseniz, Halk Plajı’na gidebilirsiniz. Yalıkavak’ın uzun kumsalında halka ayrılan yer en fazla bir futbol sahasının yarısı kadar. Yani siz deyin 50 metre.

Güllük Foto: Sedat SARICI

Bodrum’un neredeyse bütün koyları ve köylerinde de durum aynı. Gümüşlük, Güllük, Bitez, Yahşi – Camel Beach, Turgutreis, Koyunbaba sahillerinde halkın ücret ödemeden denize gireceği alanlar hep arada ya da köşede kalmış, kumu çakılımsı, denizi yosunumsu, taşlı, kayalı ve oldukça küçük alanlar.

Uçsuz bucaksız plajlar özel sektöre kiralanmış ya da satılmış. Önünden geçecek olsan, görevlilerin aşağılayan bakışları, uyarıları sizi bekler.

Halbuki 4.4.1990 tarihinde yenilenmiş, 17.4.1990 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış 3621 numaralı kanunumuza göre halkın “Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.”

Komşumuzda da durum aynı. Sahiller “Beach Club” veya benzeri adlarla açgözlü işletmelere kiralanmış. Turgutreis’ten tekneyle yarım saat yakınlıktaki Kos adasında iskelenin yanındaki küçücük alanda denize girdim. Çok dikkat etmeme karşın yüzerken dizimi kayaya vurdum.

Yalnız bizden iki gömlek yukardalar. Birkaç gün önce Yunanistan’da plajları işgal eden 22 işletmeci gözaltına alındı, 17’si tutuklandı. Bizde olsa işgalcilere madalya verip bakan yaparlar. Atalar kinaye olsun diye söylemişler ama siyasiler öğüt sanıyor; devlet malı deniz, yemeyen domuz.

Denetim ve kontrol komşuya çok şey kazandırıyor. Yunanistan’ın Batı yakasındaki Corfu Adası’na yılda 1400’ün üzerinde gezi gemisi (cruise) yanaşırken benzer tanınırlığa sahip Bodrum’a bu sayının onda biri bekleniyor ama yüzde biri uğruyor. Dükkan kiraları da bizdekinden elli kat daha değerli.

Corfu uzunca yıllar İtalyanlara kiralandığından kültür ve mimari başta olmak üzere her bir şeyiyle görülmeye değer bir yer ama Akdeniz ve Ege civarında Kos kadar fos bir yere rastlamak kolay değil. Bizdeki tarihi kalıntıların binde biri bile yok.

Taşı toprağı Yunanistan’dan kat be kat daha değerli olan İngiltere’nin plajlarında özel işletme işgalleri söz konusu değildir. Dilediğiniz yerde denize girebilirsiniz. Bournemouth, Sand Bank, Swanage, Torquay ya da Southend-on-Sea oldukça yüksek kum kalitesi ve kilometrelerce uzunluktaki sahilleriyle emekçiler başta olmak üzere her kesimden ziyaretçiyi kucaklıyor.

İngilizler bütün kıyılarındaki özgürce yürünebilen patikalarıyla övünürler. Haklarıdır.

Portsmouth Tower – Foto: Sedat SARICI

Portsmouth’da denize sıfır, yüksekçe bir kule var. Ankara’daki Atakule, İstanbul’daki Çamlıca Kulesi gibi bir şey. O kulenin en tepesindeki kafeteryada kahve 3 pound (100 TL).  İngiltere’de en düşük (asgari) ücret saat başına 10 pound. Bir saatlik çalışmayla kulede köle gibi değil, “gönül rahatlığıyla” çayınızı, kahvenizi yudumlayabilirsiniz.

Gavurun siyasetçisi, bizdekiler gibi beş para etmez ama esnafında ahlak var kardeşim. Vicdan, merhamet, dürüstlük, kural ne ararsan var. Yarı ömrüm Gavuristan’da geçti. Nimet çarpsın yalanım yok.

Portsmouth Tower kafeterya manzarası ve menüsü

Bunları memleketimi batırmak için yazmıyorum. “Batı”nın üstünlüğünü bitirmek için hatırlatıyorum. Eloğlu dürüstlüğüyle kazanıyor, hokkabazlığıyla değil. Turizm için ülkenin düşünce iklimine ne hatırlatsak kardır. Mesela İstanbul Havalimanı’nda tek bir dilim baklavanın 300 TL, kilosununsa 6 bin TL olduğunu o kadar çok gazete yazdı ki! Yazanlara helal olsun, yazmayıp saklayanlara yazıklar olsun.

İstanbul Havalimanı’ndan baklava manzarası

Yazıya Bodrum’dan başladık, Bodrum-Koyunbaba’nın adı geçen bir çalışma dinleyelim. Yurdumuzda bestelenen en seçkin eserlerden Gürol Ağırbaş’ın Koyun Baba (1995) adlı parçasının linkini ekliyorum. Ortadaki ney doğaçlamayı dinlemezseniz gücenirim.

https://www.youtube.com/watch?v=ehCDNSRRYO8

1947 doğumlu İtalyan besteci ve gitarist Carlo Domeniconi’nin klasik gitar için yazmış olduğu “Koyunbaba” da çok güzeldir. “Eser, Türkçe isim taşıyıp da Türk olmayan usta müzisyenlerce en çok yorumlanan bestelerdendir” dersem; yanılma payım çok düşük olur. Onu da bir başka yazıda kapsamlıca analım…

Yalnız bir türkümüz var ki bu yazıda anmadan geçemeyeceğiz. Yalıkavak Marina’nın üzerinde bulunduğu caddenin adı da, türkümüzün adı da Çökertme’dir. Türküde adı geçen Vanlı ailenin çocuğu Halil’in vurulduğu yer olarak aktarılır. Şimdi orada çiftin heykeli var.

Öykü 120 yıl kadar öncesinde yaşanır. Halil Gülsüm’e aşık olur. Ama zorba kaymakam ve kaçakçı Efeler de Gülsüm’e aşıktır. Halil’le Gülsüm birlikte Kos adasına kaçmak isterler. Onları adaya götürecek Rum denizcinin ihbarıyla balıkçı teknesinde oldukları ortaya çıkar. Kolluk kuvvetlerinin açtığı ateşle Halil yaralanır, ibret olsun diye akşama kadar kaymakamlık bahçesinde susuz bırakılır ve kaymakamın emriyle gece iz bırakılmadan boğulur.

Bodrum yasa bürünmüş, bu ölümsüz türkü yakılmıştır.

“gidelim gidelim Halilim Çökertme’ye varalım
kolcular gelirse Halilim nerelere kaçalım
teslim olmayalım Halilim aman kurşun sıkalım”

________________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2712360cookie-checkKAZ KATİLİ – YAZ TATİLİ

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.