Kırçiçeklari arasında bal toplayamayan arı

İlknur ve Suzan`a

Bir yıl kadar önceydi. Büroma girdiğimde masamın üstünde bir tabakta bir kaç çeşit mevye konulmuştu. Büroyu paylaştığım meslektaşım Manfred gelmiş, ancak odada değildi. Bir müddet sonra odaya girdi.  Selamlaştıktan sonra meyveyi kimden aldığımızı sordum, zira onun da masasının üzerinde meyve tabağı çeşit çeşit meyveyle doluydu. 
Soruma “Bizi sevenler de var” dedi. Bu “bizi sevenler de var” cümlesini nereye koyacağımı ilk şaşkınlığımda bilemedim. “Birgit getirmiş bize” dedi Manfred. Bizi sevenler vardır ancak, hiç beklemediğim insanların bizi/beni seveceklerini aklımın bile ucundan geçirememiştim o güne kadar.  Aslında farklı sosyal statülerde olan insanlarla sevgi ortaklığının olabilecegini aklım almamıştı, veya onun olabilecegine şans tanımamıştım. Daha sonra Manfred ile bu konuyu enine boyuna konuştuk,  sohbetimizde “hiç de ummadığımız kadar sevenimiz var” onun son sözü olmuştu.

Sevdiğim insanlar oldu, onlara bunu kimi zaman hissettirdim, kimi zaman ise sakladım, şoğu zaman sevgim gizli  kaldı bende. Baska insanlara ait bu gizli sevgi bende saklı kalırken, onlardan bana böyle sevgiyle yaklaşacaklarını hiç beklemedim. Gazetemizde yazmaya başladığım ilk günden bu yana, kendilerine gizli sevgiler beslediğim eski dost ve arkadaslarımdan  mesajlar aldım. Bu mesajlar beni mutlu ederken, arkadaşımın “bizi sevenler de var” cümlesini gelen mesajlar onaylar nitelikteydi.

Lise yıllarım yaman geçti, yoksulluk, kavgalı günler, yanlızlık içerisinde gelecek korkusu ve telaşı arasında benim için arkadaşlık, dostluk ve sevgi biraz daha farklı anlam ifade etti. Zorunluluk ve ayakta kalmak için birbirine muhtaç, birbirini kollayan ve birbirine dayanan arkadaşlıklarla, sevilerle geçti.

Lise sonrası üniversite hayatı, gelecek korkusunun yerini umuda bırakmıştı. Üniversitede filoloji okudum. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakultesi Alman Dili ve Edebiyatı (ADE) bölümü. Güzel bir bölümdü, gurbetçi çocukları, gurbete kendisi çıkmış, ancak yeniden dönmek zorunda kalmış öğrenciler veya Türkle evlenmiş Alman ve Avusturyalıların çocukları bölümün çoğunlukta olan öğrencileriydiler.

1981 yılında girmiştim üniversiteye. O yılda bizim bölüm ADE’nin kızları üniversitenin en güzel kızlarıydı iddiasında bulunursam, kimsenin aksini zaten ispat etmesi mümkün değildir. Gerçek te öyleydi.

Kendime ait bir oda öğrencilik yıllarımda ve  mesleki hayatım içinde çalıştığım işyerinde oldu, başka nasip olmadı.  İşte bana ait olan odamın duvarını yıllarca  siyah beyaz bir fotoğraf süsledi. O fotoğraf evimizde yaklaşık otuz yıl evde son ikamet eden babamın hakka yürümesine kadar kaldı. Siyah beyaz bir portreydi. Başına beyaz bir tülbent atmış bir genç kadın fotoğrafıydı. Klasik bir güzellikti.  Kaş, göz, burun ve dudak ve suratın biçimliliği bu klasik güzelliği bütünleştiriyor ve bütün zamanlarda  kendini kabul ettirecek güzelligi temsil ediyordu.

Sınıfımızda bulunan arkadaşlarımızdan birisi işte bu fotografta yer alan model genç hanımın ikiz kız kardeşi kadar kendisine  benzemekteydi. Arkadaşımız da klasik güzelligin temsilcisiydi, ismi de o klasik güzeliğini onaylıyor ve o güzelliği pekiştiriyordu. Anne ve babasının ilk ışığıydı ki, öyle bir isim vermişlerdi arkadaşımıza.  Hep düşünmüşümdür. Kişilere verilen isim,  anlamına, güzelliğine veya kötülüğüne göre, o ismin sahibini  ezmektedir, ya da  onu bir biçime sokmaktadır. İsmin anlamdaki ağırlığı veya hafifliği kişide kendisini hissettirmektedir. İşte bizim ortak aşklarımızdan olan en güzel arkadaşlarımızdan birisinin ismi de böylesine bir isimdi. İlk olan ışık, işte bu ilk olan ısık hepimizin gönlüne dolmuştu.

Birbirinden alımlı, güzel, asil ve nazik ortak aşklarımızdan olan başka bir arkadaşımızın kökleri şu anda yaşadığım Viyana’nın bir mahallesi olan Favoriten’e kadar uzanmaktaydı. Üniversiteye girmeden önce Viyana’nın Favoriten mahallesinde bir yıl, Viyana’da ise toplam yaklaşık iki yıl  kadar yaşamıştım. O yıllarda Viyana’da edindiğim dostlarımın hasretiyle yanıp tutuşurdum. Annesi Viyana’nın Favoriten mahallesinden olan arkadaşımızı görünce  Viyana ve Viyana’daki arkadaşlarıma olan hasretim dinerdi.  Bunu hiç bir zaman kendisine iletmedim, bilmiyor da hala. Bizimle anadili olan Almanca’yı ve Almanca’nın doğurmuş olduğu kültürü öğreniyordu. O önümüzde güzel bir örnek olarak dururken, Avrupalının bir türlü beceremediği uyum sorunu aklıllarımıza bile gelmiyordu o yıllarda. Güzel bir anonim halk türküsü vardır, onu her dinleyişimde bu arkadaşımızı ve bizim ortak aşklarımızı hatırlarım. Hep bu halk türküsünü onu düşünerek sözlerini kendimce ona uyarlamaya çalıştım ve aşağıdaki dörtlükler çıktı.

BEYTEPE DAĞININ DÜZÜ
GÜLÜŞÜN ÇARPTI BİZİ
MUTLU OLASIN SUZAN SUZI
GÜZELLİĞİN VURDU BİZİ
 
KARA TOPRAK KAPKARA
SUZAN GEL DOSTUN ARA
SAÇLARIMA KIRAN GİRMİŞ 
KALANLARI SEN TARA

Bu iki  kız arkadaşımızın dışında diğerleri de aynı derecede ilginç güzel ve alımlı kızlardı. Birisinin gamzesi, diğerinin gözleri, başka birinin zerafeti, kendine güveni, omuzlarına dökülen saçları bizleri okula çekiyordu. Aralıksız bütün derslere giriyorduk böylece, dersleri kaytarma olmuyordu.

Aslında bu arkadaşlarımıza yaklaşamazdık gibime gelirdi, onlar hiç ortaklığımızın olmadığı köşk ve saraylarda, yüksek binalarda pembe perdeli evlerde ikamet eden yüksek hanımlardı, bizler ise aşağı mahalleli, küçük evlerde oturan gençler olduğumuzu sanırdık. Ayrı dünyaların insanı değildik aslında, ancak beraber olduğumuz dershanenin dışında  aynı yere de ait olmadığımızı düşünürdük doğrusu. Çok da doğrudan iletişim içinde olamadık; biz bir grup erkek ayrı, onlar bir grup kız ise ayrı dururlardı. Karşılaşıldığı taktirde karşılıklı saygı ve hürmet kaybolmadı. İstisnasız hepimiz hepsine aşıkdık. Bu aşkı farklı şekilde dile getirir ve farklı şekilde yaşardık. Sevgiden daha büyük ortaklıkların olmadığını akıl edemedik. 

Bu arkadaşlarımızla okul yolunda, otobüste, yemekhaneye giderken görüşmek, gireceğimiz bir sınavın heycanını birlikte yaşamak,  bir fotoğraf karesinde beraber olmak veya  varlıklarıyla ıstılmış beton duvarlarla çevrili soğuk dershanede birlikte olmak  bu aşkımızın yaşanmış olmasına yeter de artardı bile.  Aşklarımızı böyle yaşamakla  mutluyduk da. Fazlasında ne gözümüz, ne de gönlümüz vardı.

Bazen bu aşkı yaşama biçimleri farklılık da  arzederdi. 12 Eylül karanlığının alaca şafağında üniversiteye sazın yeniden girmesinde çok emeği geçen  dostlarımızdan biri, ortak aşklarımızdan birisiyle küstü.  Bu küsme hem onu, hem de bizi rahatsız etmişti. Hepimizi rahatsız eden bu durumun ortadan kalkmasını her defasında dile getirdik.  O ise barıştıracak arabulucu arıyordu yana yana. İmdadına kimsenin yetiştiğini göremeyen arkadaşımız, kendisinin barışmak istemini sazı eşliğinde, o zaman oldukça sık dinlenen türkülerle dile getiriyordu: “Karlı dağlar karın almış karınan, Kaç yıldır da küsülüyüm yarınan, Hiç bir merhametli komşu yok imiş, Beni barıştıra nazlı yarınan”  diye “barışmaya ait türküler söylüyorum saatlerce, anlasın işte” diyordu. 

Başka bir arkadaşımız ise, iki ayağı üstünde hoplayıp, ayaklarını birbirlerine çarpıp da tekrar yere basarken, Ege ağzıyla her defasında “ay ağedeş söylüceem gaali”  der, çekingenliğinden mi, yoksa sevgisini ifade ettiğinde o sevginin, o dostluğun, bir arkadaşlığın sihrinin, tılısımının bozulabileceginden endişe ederek midir bilimiyorum, yıllarca aynı sözleri tekrarlayıp durdu. 

Bir kır çiçeği kadar yabani, yiğit ve boynu bükülmezlerimizden arkadaşımız vardı, bir bal arısı misali bütün çiceklere konmak ve koklamak isterdi.  Bu kırçiçegi arı beyimiz koskoca kırçicegi tarlasında konup da bal derecek bir çiçek bulamadı, cesaret edemedi.  Çiçekleri inciteceğini düşündü hep.  Onun bu isteği gönlünün bir köşesinde bir süs gibi durdu.
Başka bir arkadaşımız, onca güzeli bir arada gördükten sonra, o genç yaşta ölümü düşünerek “Ölürsem gamzelere gömün beni, ne olur” diye yakarırdı. Bu yakarışlar, doğrudan değil de şarkı ve türkü sözleriyle dile getirilen duygular okuldan mezun olduktan sonra zaman içerisinde küllendi ve kayboldu gitti.

Üniversitemizin ADE bölümünün en şanslı erkek öğrencisi herhalde ben oldum. İşte o ortak sevgililerimizin arasından cesaret edip de birisinin yanına yaklaşıp elini tuttum, bir daha da bırakmadım,  o günden bu yana eli hala elimde.

Burada tek tek anamayacağım arkadaşlarımız evlemiş, boylarını aşan çocukları olmuş.  Bunu Açık Gazete’de aracılığıyla  yeniden kurulan dostluklar aracılığıyla öğrenmiş oldum. Bir arkadaşımızın yıllar sonra hatırlayıp da hal hatır sorması, beni eski aşklarımıza götürdü. 

Bu eski dostlukları tekrar anımsatmaya yardımcı olacak bir mezuniyet yıllığı bile yapamamıştık, üzülürüm hala buna.  Ne kadar da güzel oldurdu, yıllıkta neler yazılır ve sevgilerimizin saklandığı hangi fotoğraflar süslerdi acaba!

Geriye düşündüğümde arkadaşlarımı hatırlayıp,  meslektaşım  Manfred’in sözlerini tersine çeviriyorum; Sizi sevenler oldu,  hem de hiç  tahmin edemeyeceğiniz kadar çoktu onlar. 

 

1597510cookie-checkKırçiçeklari arasında bal toplayamayan arı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.