Kürt sorununda AKP’nin yeni manevraları

KÜRT SORUNUNDA ÇÖZÜM ARAYIŞLARI VE İSLAMCI AKP’NİN YENİ MANEVRALARI

Anayasa referandumu sonrası politik gelişmeler beklenilenden hızlı bir şekilde ilerliyor. Sistemin politik dikkati bütünlüklü olarak Kürt sorunu üzerinde yoğunlaşmaya başladı. İslamcı hükümet AKP ve CHP eksenli geliştirilen politikaların merkezinde Kürt sorununun bulunması, devletin ‘yeni’ dengelere ihtiyaç duyduğunu ortaya koymaktadır.

Kürtlerin ortaya koymuş olduğu politik iradi kararlılık, sistemin bütün kurumlarını hem içte hem dışta ciddi oranda zora soktu. Politik manevra alanı daralan devlet, kendi ihtiyacına yanıt veren bir arayış içine girmiş bulunuyor. Uluslar arası müzakerecilerin fiilen devreye girmesiyle başlayan süreç karşısında devlet, gerçek durumu analiz edip somut adımlar atmak yerine, uluslar arası güçleri yanına çekmek ve hatta olası yeni saldırılar için kendisine bir alan açmak istiyor.
Kürtler, ateşkesin bir süre daha uzatmış olmasıyla, taktik politik üstünlüğü bütünlüklü olarak ele geçirdi. Yaptığı her hamle devletin çözümsüzlüğünü açığa çıkardı. Özellikle devletin yaşama geçirmek istediği provokasyonları da deşifre etti. Bu nedenle PKK’ye kaptırdığı politik üstünlüğü yeniden ele geçirmeye çalışan devlet mevcut bütün olanaklarını kullanıyor. Kürt tarafı ile yapılan görüşmeleri sıradanlaştırarak kamuoyuna duyurmaya özel bir önem veriyor.

Sistemin izlediği politikanın arka planında halen sorunun çözümü bulunmuyor. Sürece yayarak kendisine yeni bir alan açmaya çalışıyor. İslamcı AKP iktidarının politik yönelimleri dikkate alındığında bunu çok daha net olarak görebiliyoruz. AKP-BDP arasında yapılan daha ilk görüşmenin arından, hükümet adına yapılan açıklamalar Kürt sorunun çözümsüzleştirmeye yönelik politikaları devam ettireceğini ortaya koymaktadır.

Başbakan Erdoğan ‘anadilde eğitime kesinlikle karşı olduklarını çok açık olarak ifade etti. “Fakat burada önemli olan şu eğitimi çift dilli veya çok dilli yapma mantığı özellikle Türkiye’nin iç barışının bir defa geleceği açısından bir sıkıntı. Biz burada iç barışı tehdit edecek yollara giremeyiz. Böyle bir şeye evet diyemeyiz. Burada bizim ortak dilimizi tahrip eder, bozar. Buna bu noktada sıcak bakmak mümkün değil. Benim Kürt kökenli vatandaşlarımızın ve aydın kesimin iyi düşünmesi lazım. Türkiye’de etnik unsur sadece Türkler ve Kürtlerden oluşmuyor. Kürt kökenli vatandaşlarımızın yanında birçok etnik unsur mensubu vatandaşlarımız var.”

Anadilde eğitim Kürtlerin kırmızıçizgileri arasında sayılıyor. Bu çok açık olarak reddediliyor. Bunun bir başka anlamı, asimilasyon politikası devam edecek. Kürtlerin tasfiyesine yönelik devlet politikası kesintisizce sürecek. Bu ülkede sadece Kürtler değil, elbet ki bütün azınlıklar kendi dillerini özgürce öğrenebilmelidirler. Kendi dillerinde eğitim haklarını kullanabilmelidirler. Dünyada buna dair yüzlerce örnek bulunuyor. Kendi dilini kullanmayan bir topluluk, ne tarihini, ne kültürünü nede ruhsal şekillenme birliğini sağlar. Anadolu ve Mezopotamya sınırları içersinde bulunan bütün halkların kendi varlıklarını devam ettirebilmelerinin temel ölçütü kendi dillerini kullanmalarıdır. İslamcı AKP hükümeti bunun toptan reddediyor.

Kemalist rejimin en önemli asimilasyon sloganlarından biri şuydu: “Vatandaş Türkçe öğren, Türkçe konuş.” Bu politika AKP, bu politikanın çok daha üst boyutta devam edeceğine özel bir vurgu yapıyor. Örneğin AKP’nin önde gelen yöneticilerinden Salih Kapusuz, ‘Dil Bayram’ nedeniyle yaptığı açıklamada şunu söylüyor “Bugün bizi birbirimize bağlayan en önemli unsur, konuştuğumuz güzel Türkçe’dir. Ülkesini ve yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de en güzel şekilde koruyacaktır… Türk dilinin korunmasının, vatanın ve bayrağın korunması kadar önemli olduğundan hareketle, herkesin bu konuda üzerine düşen görevleri layıkıyla ve sorumlulukla yerine getirmeleri milli bir görevdir. Çünkü dilimiz kimliğimizdir. Kimliğimizle birlikte kültürümüzü hatta varlığımızı korumanın yolu dilimizi korumaktan geçmektedir… Türkçe konuşmak ve Türkçe yazmak hassasiyetine sahip olmanın bir zorunluluk olarak algılanması gerekir. Türkçe’ye ait kelime ve kavramları kullanarak konuşma ve yazma bir erdemdir. Bilim adamlarımız Türkçe kavramlar kullanmalı, esnafımız Türkçe tabela asmalı, yazarımız Türkçe yazmalı, sanatçımız Türkçe söylemeli, Türkçe çizmeli, ozanımız Türkçe söylemelidir. Unutmamalıdır ki Türkçe konuşmayan, Türkçe düşünemez. Ortak geçmişimiz Türkçedir. Ortak geleceğimizde Türkçe olmalıdır.”

AKP’nin bu açıklaması, Kemalist rejimin cumhuriyetin kuruluşundan beri izlediği, asimilasyoncu politikanın kesintisizce devam edeceğini gösteriyor. Kürtlerin tasfiyesinin en önemli halkası bu nokta oluşturuyor. Kürtlerin bir ulus bireyi olarak düşünmemesini istiyor. Çünkü dil, bir ulusu var eden temel karakteristik özelliktir. Dilini unutmuş bir topluluk, kendisini inkâr eder, başkalaşır, kültürüne yabancılaşır, tarihsel değerlerini unutur. Yani kendisine karşı bütünlüklü olarak yabancılaşır ve fiilen dağılır. Sömürgeci tasfiye politikasının en başarılı halkası budur. Bu günlük politika içerisinde söylenmiş bir söz olmadığı gibi AKP’nin ve devletin politik yönelimini açıklıyor.

Devleti temsil eden İslamcı AKP iktidarı, Kürtlerin bir başka talebini oluşturan ‘Özerklik’ talebine de karşı çıkmaktadır. Kürtlerin politik temsilcileri, mevcut sınırlar içerisinde önerdikleri ‘özerk’ yapıyı hiçbir şekilde kabul etmeyeceklerini ısrarla savunmaktadırlar. Anayasa değişikliğinde, ‘tek dil, tek vatan, tek devlet’ eksenli politikanın esasen devam edeceğine dair güçlü mesajlar vermeye devam ediyorlar. Bu her hangi politik bir manevra olmayıp sistemin politik stratejisine yapılan bir vurgudur. Söylenmek istenen şudur: Demokratikleşme denen şey, Kürtlerin ve diğer azınlıkların ihtiyaçlarına göre olmayacaktır.

İslamcı AKP’nin gündeminde hala PKK’nin tasfiyesi öncelikli bir sorun olarak duruyor. Cumhurbaşkanı Gül, ABD’ye giderken, Obama ile yaptığı görüşmede ilk konuştuğu konu: PKK’nin tasfiyesi için kendilerine daha fazla destek sunulmasını istedi. Gazetecilerin PKK’nin sınır dışına çekilebileceği biçimindeki bir soruya verdiği yanıt, kafaların halen değişmediğini gösteriyor: “Topraklarımız üzerinde hiçbir illegal faaliyete terörist faaliyete, devletin güvenlik güçlerinin dışında hiçbir kimsenin silah taşımasına müsaade etmeyiz ve etmeyeceğiz.” Bunlar siyasetin söylenmiş söz olmayıp devletin politik stratejisini ortaya koymaktadır.
İslamcı AKP İktidarı, 17 Ekim 2010 tarihinde tezkerenin mecliste çıkartılmasına karar verdi. Böylece ordunun Güney Kürdistan bölgesine yönelik çok daha kapsamlı saldırılara olanak tanınacak. Bir yanda silahların susması, barış sürecinin başlatılması ve hatta gerillanın eylemsizlik sürecinin uzatması için bir dizi görüşmeler yapılırken, diğer yandan çok kapsamlı operasyonlar için hazırlıklara yönelik işaretlerin varlığı oyunun bir parçası olarak görmek mümkün.

MİT Müsteşarı Fidan, Wahsingtong-Ankara-Hewler arasında mekik dokurken, bunun arka planında ‘yeni’ bir Kürt konsepti mi devreye giriyor sorusu insanın aklına geliyor. Öcalan ile görüşmeleri yürüten ekibin başında bulunan Fidan, tasfiye sürecinin önemli aktörlerinde biri olmaya mı çalışmaktadır? İçişleri Bakanı Atalay’ın Güney Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’yi ziyareti sırasında, üçlü mekanizmanın işletilmesine yönelik görüşmenin ele alındığını belirtmesi sanırım bir tesadüf değildir. Silahların susması için Barzani’den destek beklediğini ve PKK üzerinde nüfuzunu kullanması gerektiğini söylüyor, aynı zamanda Hakkâri’ye askeri yığınakların yapılması devletin tasfiye politikasından vazgeçmediğini gösteriyor.

AKP’nin bütün planı iktidarını sağlamlaştırmaya yönelik bir politika izliyor. Yeni bir anayasa hazırlamayı Haziran 2011 yılı seçimlerinden sonraya bırakıyor. Böylelikle, Kütlere karşı bir silah olarak kullanmak istiyor. Kürt siyasetçilerin bırakılması noktasında kılını kıpırdatmıyor, Demokratik Toplum Kongresini muhatap almak istemiyor. Demokratikleşmenin önemli ölçülerinden biri olan seçim barajını düşürmek istemiyor. Eğer seçim barajı düşerse BDP, yaklaşık olarak 70-75 milletvekiliyle parlamentonun üçüncü büyük partisi olacak, AKP’nin milletvekili sayısı ciddi oranda düşecek. Böylesi bir durumda hem BDP anahtar parti haline gelecek, hem de Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması oldukça zora girecek. Bu nedenle Kürtlerin politik iradesinin özgürce parlamentoya yansımasına karşı çıkmaktadır.

Kürt sorununu çözmek gibi bir görüntü vermek isteyen AKP, özellikle gerillanın ana karargahlarına çekilerek eylemsizlik sürecine girmesini sağlayarak, 2004 öncesi politik bir ortam yaratmak istiyor. Böylece hem Türkiye genelindeki gücünü pekiştirmeyi, hem de Kürdistan coğrafyasında kendisini yeniden toparlayarak güç olmayı hedefliyor. Buna paralel olarak da, ordu karşısında ele geçirdiği politik ve moral üstünlüğü korumaya ve sistemleştirmeye çalışıyor.
Hatta Öcalan ile heyetler düzeyinde yürütülen görüşmeleri de basitleştirerek tasfiye için kullanmaya çalıştıkları görüntüsü vermeye özen gösteriyorlar. PKK’nin içinde iç rekabetin olduğu, Öcalan’ın etkisinin kırıldığı gibi psikolojik savaş yöntemlerine başvurmaya devam ediyorlar. Devlet görüşmez ama devlet kurumları görüşür biçimindeki demagojiyle fiilen masaya oturduğunu gizlemeye çalışıyor.

Devletin bütün kurumları Kürt gerçekliğini görüyorlar. Bu sorundan kaçmalarının da artık mümkün değil. Devlet, bu süreçten kaçamayacağının farkındadır. Bütün manevra sıradan talepleri Kürtlere kabul ettirerek işin içinde sıyrılmak istiyor. Bu nedenle yol haritasını Kürtlerin politik kararlılığı belirleyecektir
Kürt politik güçleri sorunun çözümü için görüşmeleri çok yönlü sürdürecektir. Hem uluslar arası güçlerin bu gerçeği görmelerini sağlamalılar, hem de Türkiye halklarına, çözümü istemeyenin devlet olduğunu kendi pratik yönelimleriyle ortaya göstermelidirler. Sorunun demokratik yöntemlerle çözümünde devletle çok yönlü görüşmelerinden hiçbir sakıncası yok ve ayrıca gereklidir de. Savaşan tarafların barış masasına oturması da doğaldır, bir bakıma zorunludur Hatta gerçekten bir çözüm süreci varsa, Kürtlerin politik talepleri esasen ciddiye alınıyorsa gerillanın sınır dışına çekilmesi dahi gündeme gelebilir. Ama bütün bunlar için resmi, protokole dayandırılmış ve uluslar arası güçlerin bilgisi dâhilinde olmalıdır. Politik takvim bir biçimiyle netleştirilmiş olmalıdır. Aksi taktirde yeni bir tuzakla karşı karşıya gelmektir.

Kürtler adına hareket eden politik güçler, Kürtlerin illeri sürdüğü asgari talepler doğrultusunda, devletin atacağı adımlara bağlı olarak süreli ateşkesler yapması doğaldır. Süreci tıkayan değil önünü açan taraf olarak bir politika izlemesi aynı zamanda meşruluğunu pekiştiren bir politika olacaktır. Ancak somut veriler sunulmadan tek taraflı süresiz ateşkes Kürtler için tehlikelidir.

Devletin manevralarına karşı uyanık olmak, çözümü geliştirmeyen, tersine sürece yayarak işlevsizleştirmeye yönelik oyunlara karşı politik duyarlılığı elden bırakmamak oldukça önemlidir.

Süreç çok karmaşık bir düzeyde ilerleyecektir. Ortada henüz başlayan bir süreç bulunmuyor. Barışın tesis edilmesi de birkaç ayın işi olmadığı da biliniyor. Bunun uzun erimli bir süreç olduğunu herkesin bildiği bir durumdur. Bu nedenle sabırlı olmak, politik tuzaklara düşmeden çözüm için kararlılık göstermek gerek.
Kürtlerin bir taraf olarak devletle masanın karşı tarafına oturup, kendi taleplerini sıralayarak 10 dakika içinde kalkmaları dahi sorunun çözümünde önemli bir aşamayı oluşturacaktır.

1607050cookie-checkKürt sorununda AKP’nin yeni manevraları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.