Lizbon’da NATO’nun yeni nükleer stratejisi ve Türkiye (I)

Yeni askeri stratejiik konseptini belirleyen ve bir bakıma 21. yüzyılda nükleer stratejik yönelimlerini ortaya koyan toplantının merkezinde Türkiye bulunuyordu. Küresel NATO’nun şekillendirilmesinde Türkiye’nin merkez ülkelerden biri olarak seçilmesi de hiç şühpesiz ki, dünya kapitalist sisteminin Ortadoğu ve Asya politikalarıyla da doğrudan bağlantılıdır.

Lizbon’da alınan kararlar, dünya küresel sistemin askeri gücü olan NATO’nun askeri konumlanışını ve ana hedeflerini çok belirgin olarak ortaya çıkardığı gibi küresel kapitalizmin ekonomik-politik yönemlerinin hangi yönde gelişeceğine dair somut veriler sunmaktadır.
stratejik Konsept’te NATO’nun gündem maddelerinin bazıları şunlardı:
“Balistik füzelerin yayılması
Terörizm ve aşırı gruplar.
yabancı askeri ve istihbarat servisleri, organize suç örgütü üyeleri, teröristler ve aşırı gruplardan kaynaklanan siber saldırılar.
Enerji güvenliğine yönelik tehditler.
Lazer silahları, eloktronik silah ve teknolojilerin gelişimini de kapsayan ciddi teknolojik boyutlu tehditler.” Lizbon toplantısının gündemini oluşturan bu maddeler esasen dünya kapitalist sisteminin stratejik yönelimlerinin korunmasını ortaya koymaktadır. Bu nedenle NATO, küresel sistemin sadece bir askeri örgüt değil aynı zamanda ekonomik-politik bir örgütü işlevine sahiptir.

NATO ‘NUN KURULUŞ STARTEJİSİ

NATO, 1949 yılında Atlantik’in her iki yakasında 12 kurucu ülkenin -Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksembourg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri- katılımı ile kuruldu. ‘Herhangi bir NATO üyesine yapılmış olan saldırı diğer NATO üyesi ülkelere yapılmış olarak görülecek ve toplu savunmaya geçilecek’tir biçiminde formüle edilen ve ittifakın en önemli maddesini oluşturan anlaşmanın sadece Varşova Paktında gelebilecek ‘bir saldırıya karşı savunma paktı’ olarak kurulmadığı çok net olarak ifade edilmişti. Ancak esas sorunun Varşova Paktı olmadığı esasen, dünya kapitalist sistemin çıkarlarını korumak ve bunun için her türlü saldırıyı yapabilecek bir mekanizma kurmak olduğu, uluslar arası stratejisyenler tarafından bir çok defa ortaya konuldu.

Gerekçelendirilen ‘Varşova Paktı’ dağıldı ama NATO’nun işlevi artarak devam etti. ABD oluşturmuş olduğu 21. yüzyıl stratejisinde bölgesel güç ilişkilerini yeniden analiz ederek, AB ile bölgesel-uluslararası ilişkilerini yeniden düzenledi. Böylece NATO’nun,uluslararası kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden konumlandırılması ve küresel askeri bir güç olarak daha fonksiyonel hale getirilmesi için ‘yeni’ politik stratejiler belirlendi. NATO Askeri Komitesi Başkanı General Naumann, NATO’nunuluslararası kapitalist sisteminin küresel askeri gücü haline getirilmesi için şunları belirtiyor: “NATO artık eskiden olduğu gibi bölgesel bir savunma örgütü olarak kalamaz: üye ülkelerin çıkarlarını nerede olursa olsun koruyabilecek ve gelecekte kurulabilecek koalisyonların temelini oluşturacak küresel bir ittifak haline gelmelidir. NATO komuta ve kuvvet yapılarını bu doğrultudauyarlamalı ve yeni şartlara mukabele edebilecek yetenekleri kazanmalıdır.” diyor. R. Nicholas Burns da, General Naumann gibi NATO’nun kapitalist ülkelerin çıkarlarını koruyan bir küresel askeri güç haline getirilmesini savunmaktadır: “NATO’nun gelecekteki misyonu, krizleri önleme ve söz konusu krizlere karşılık verme şeklinde olacaktır. Krizlere verilecek karşılık ya bir savaş görevi veya bir rehine kutarma operasyonu ya da Fransa, İspanya, Çek Cumhuriyeti ve Birleşik Devletler’e yönelecek tehdidin kaynağı olabilecek Orta ve Güney Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde gerçekleştirilecek barış gücü operasyonlan şeklinde olacaktır. Bu tehdit, hepimizin bildiği üzere, Başkan Bush’un 11 Eylül 2001’den bu yana dile getirdiği üzere kitlesel imha silâhlarıyla küresel terörizmle eş anlamlıdır. söz konusu küresel tehdit Amerikan halkını ve aynı zamanda NATO içinde yer alan bir süre sonra sayısı yirmi altıya çıkacak olan ondokuz ülke halkının tamamını da etkileyen en büyük tehdittir. Bu, temel bir değişim işaretidir.” NATO’nun Avrupa, Balkanlar, Orta ve Güney Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini kapsayacak tarzda genişletilmesi ve ‘kitle imha silahları ve küresel terörizme karşı’ NATO’nun askeri gücünün Amerika kıtasında da kullanılması demektir. ABD ve Kanada gibi iki büyük kapitalist gücün bulunması, Amerika kıtasına askeri müdahalelerin yapılmasına bir gerekçedir. NATO’nun İstanbul zirvesinde, “NATO’nun Batı’yı savunma gücü olmaktan çıkarılması ve alan dışı müdühalesine göre konumlandırılması, terörle mücadelenin olduğu her bölge NATO kapsamında olması, NATO’nun savunma gücünden saldırı gücüne dönüşmesi” gibi politik belirlemeler, NATO’nunuluslararası kapitalist sistemin geliştirilmiş işgalci bir askeri gücü olarak konumlandırıldığnı çok net olarak ortaya koymaktadır. 

Baba Bush dönemindeulusal Güvenlik Konseyi üyeliği yapan ve ABD nin Askeri stratejisiyenlerinden biri olarak bilinen Richard N. Haass, 1997 yılında yayınladığı ‘The Reluctant sheriff’ isimli kitabında ‘yeni’ NATO üzerine şunları belirtiyor: “yeni ortaklar, yeni üyeler, yeni askeri güç ve yeni strartejik görev bir arada ele alındığında yeni bir NATO’ya sahip olduğumuz ortaya çıkıyor. En azından, mecazi anlamda soğuk savaş döneminde gerçekleştirdiği başarılardan ötürü eski NATO’yu şerefli bir emekliliğe sevk ettik; fakat şu an çok farklı tehditler karşısında çok farklı bir zaman dilimi için yeni bir NATO inşa etmekteyiz.” söz konusu olan ‘yeni’ bir NATO değil. Bu askeri gücün, büyük kapitalist devletlerin ve uluslararası tekellerin ihtiyaçlarına göre yeniden konumlandırılmasıdır.

Uluslararası kapitalist sistem, bugünkü somut verili koşullar içerisinde azami karın yüksek olduğu enerji yatakların askeri güçlerle korunması, blok kapitalist sistemlerin ihityaçlarına yanit vermeyen ülke ve devletlerin zor kullanarak yeniden biçimlendirilmesi, kapitalist dünya sistemine karşı gelişebilecek iç ve bölgesel krizlere yol açabilecek politik toplumsal hareketlerin denetim altına alınması için ihtiyaç duyulan güç NATO’dur. NATO, dünyadaki politik gelişmelere bağlı olararak çok daha kapsamlı ve 4 kıtayı içene alacak şekilde ‘yeni’den işlevsel hale getirilmiş bulunmaktadır.

NATO’nun Lizbon zirevesinde Obamanın yapmış olduğu konuşma da bunu doğrular niteliktedir. Obama kamuoyuna söylediklerinin tersine NATO’nun nükleer bir güç olarak varlığını daha güçlü bir şekilde devam ettireceğini özellikle tekrarladı. “İttifak’ta gerekli kapasitelerden biri de, balistik füzelerden gelen gerçek ve giderek artan tehdide karşı NATO topraklarının füze savunmasıdır. Geçen yıl ilan ettiğim Avrupa füze savunması Aşamalı uyarlanabilir yaklaşım ile Avrupa toprakları ve halkı ile bölgede görevli Amerikan kuvvetleri etkili ve güçlü bir şekilde savunulacaktı…

Bunun yanı sıra, geçen yıl Prag’da açıkladığım gibi nükleer silahların olmadığı bir dünya vizyonuna doğru ilerlemek ve nükleer cephaneleri azaltmak için gerekli koşulları yaratmak üzere birlikte çalışabiliriz. Ancak, bu tür silahlar var olduğu sürece, NATO da bir nükleer ittifak olarak kalmalıdır; ABD’nin, düşmanları caydırmak ve müttefiklerimizin savunmasını garanti etmek amacıyla güvenli, emniyetli ve etkili bir nükleer silah cephanesine sahip olmaya devam edeceğini açıkça belirtmiştim.” Bugün dünyada küresel kapitalist sistemi osyalist bir güç olmadığına göre NATO’nun nükleer bir güç olarak kimi hedeflediği sorusu gündeme geliyor. Bu sorunun yanıtı çok nettir. NATO geçmişti olduğu gibi bugünde dünya haklarına yönelik bir saldırı üssü olarak işlev görüyor. Nükleer güç olmaksızın dünya kapitalist sisteminin kendisini güvencede hissetmeyeceği gibi aynı zamanda kendi iç ilişkimlerini dengelemede de bir işlev görmektedir. NATO nükleer silahlarının merkezinde Ortadoğu’nun bulunması da küresel kapitalist sistemin stratejik çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir.

NATO’NUN 21.YÜZYIL STRATEJİK KONSEPTİNDE ORTADOĞU

Ortadoğu üzerine yürütülen pazarlıklar esasen dünya küresel sisteminin en önemli halkasının biçimlendirilmesidir. Asya’nın ekonomik ve politik güçlerinin kendilerini dizayn ederek küresel sistemin ana unsunları haline gelmesiyle, dikkatler yeniden Ortadoğu üzerinde yoğunlaştı. Bölgenin askeri işgallere uğraması küresel sistemin stratejisinde önemli bir halkayı oluşturuyordu. Ancak bunun yeterli olmadığı ve esasen küresel sistemin işini çok daha zorlaştırdı. Bu bakımdan Ortadoğu üzerinde oynanan oyunlar farklı boyutlarda artarak devam ediyor.
ABD’nin stratejisiyenlerinden ve Clinton’un dış ilişkiler sorumlularından Martin İndyk: “Orta Doğu’da çifte amacın gerçekleşmesi için hegemonyasını kullanacak olan, bölgedeki güçler dengesini yönlendiren hegemonik bir güç olunması” ve ayrıca Daniel Pipes’in belirttiği gibi “Orta Doğu’nun çehresinin değiştirilmesi ve (buna en ciddî tehdit olarak duran) laik devrimci Arap milliyetçiliği ile İslâmi dinci köktencilik gibi unsurlardan arındırılmış yeni bölgesel düzenin kurulması”na özel bir vurgu yapmaktadırlar. Böylece ABD, Ortadoğu’da bölgesel güç dengelerine bağlı olarak hegomanyasını pekiştirecek bir askeri stratejiyi uygalıyıp, küresel sistemle ‘çatışmalı’ olabilecek bütün politik güçlerin tasfiyesini hedeflediklerini çok açık olarak belirtiyorlardı. Bu politik yönelim farklı boyutlarda devam etmektedir.

ABD stratejisiyenlerinden Anthony Lake, George Washington Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, Ortadoğu’nun işgal edilmesi için bir kısım gerekçeler ileri sürüyordu: “1) Ortadoğu’da barışın düşmanları; 2) etnik ve dini şiddet şeklindeki eski tehditler; 3) serseri devletlerin saldırganlığı; 4) kitle imha silahlarının yayılması; 5) terörizm; 6) örgütlü suç…” 2.Bush yönetimi, söz konusu olan bu maddeleri gerekçe gösterekçe gösterip Afganistan ve Irak’ı işgal ederek BOP’u fiilen uygulamaya koymuş oldu.

ABD önderliğindeki NATO kuvvetlerinin önce Afganistan’ı daha sonra koalisyon güçlerinin Irak’ı işgal etmiş olmaları da, sadece bugüne ilişkin belirlenen kısa vadeli bir politikanın sonucu olmadığı, geçmişten geleceğe yönelik, emperyalist hegomonik mücadelenin dünya’ya hakim olmanın bir başlangıcı olduğunu, özellikle ABD kökenli politik stratejisiyenler tarafından çıkca vurgulanmaktadır.

Aynı şekilde, 21.yy girerken emperyalizmin gelişim evresinin yeni bir aşamasına tekabul eden bir döneme girildiği, 3. dünya pazar paylaşım savaşının, birinci ve ikinci dünya savaşından çok farklı olarak aslında bir biçimiyle başladığı, uluslararası kapitalist bloklar arasındaki rekabetin ‘azami kar yasasına’ bağlı olarak enerji kaynaklarının yoğunlaştığı merkezlere doğru kaydığı, pratik yönelimlerle ortaya çıkmış durumda. Dünya küresel kapitalist güçleri tarafından egemenlik altına alınmak istenen bölgelerin korunması için militaristleştirilmiş stratejik politikaların geliştirilip uygulanmaya konulduğu ve uluslarüstü petrol-doğal gaz ve silah tekellerinin söz konusu olan bölgelerde egemenliklerini pekiştirdikleri çok açık olarak görülmektedir. Askerileştirilmiş kollektif bir emperyalist stratejinin uygulanma alanı olarak Ortadoğu’nun öncelikli olarak seçilmiş olmasının bir çok nedeni bulunmaktadır.

Haluk Gerger, küresel kapitalist sistemin askerileştirilmiş politikalarını açıklarken şunları vurgulamaktadır: „ Askeri alandaki rakipsiz üstünlük, ideolojik-politik tek merkezlilik avantajı, içerde şoven militarizmi besleyen tepkiler, küreselleşme sürecinin yarattığı varsayılan global değerlerin standartlaşmasına duyulan güven ve soğuk savaşı kazanmada Reagan’ın güç politikasının belirleyici olduğuna duyulan inanç gibi faktörlerin yarattığı fırsat algılamasıyla imparatorluk ihtiraslarına gem vuramayan bir ekibin öncülüğünde salt şiddetin gücüne dayalı strateji Bush yönetimince yürürlüğe konuldu… » Bu politik yönelim, sadece ABD’nin askerileştirilmiş stratejisini değil, esas olarak bütün küresel güçlerin pratik yönelimlerini ortaya koymaktadır.ABD’nin imajını yenilemek için başkanlığa getirtilen Obama’nın da politikasının esasen aynı olduğunu Lizbon’daki konuşmasında çok belirgin olarak ortaya çıktı.

Sömürgeleştirme stratejisi, geçmiş dönemlerin politikalarından daha farklı olarak, küresel sistemin kollektif bir yapısını oluşturacak olan ‘bölgesel’ sömürgeleştirme politikalarının uygulamaya konulacağını gösteriyor. Bölgesel sömürgecilik stratejik politikasında hala Ortadoğu bulunuyor. Bu bakımdan ‘öldü’ sanılan Büyük Ortadoğu Proseji(BOP) yeni politikalarla devam ettirilmektedir.

Uluslararası kapitalist güçlerin bu bölgede uyguladıkları politikalarda ciddi bir kırılma yaşandığı gerçeğine rağmen, hala bölgenin kontrolünü çok önemli oranda ellerinde tutmaktadırlar. İran’ın çok yönlü bir şekilde hedefe oturtulması esasen Molla rejiminden çok bölgenin yeniden biçimlendirilmesidir. yani bölgesel sömürgecilikten, bölgesel burjuva devletlerini oluşturma stratejik-politik yönelimlerine doğru götünelimin merkez uygulama alanı olarak Ortadoğu hala bir deneme tahtasıdır.

Ayrıca kapitalist güçler arasındaki pazar paylaşım mücadelesinin; özellikle ‘azami kar’ın yoğunlaştığı bölgeler üzerinde şekillenmesi de dikkate alındığında ABD’nin izlemiş olduğu politikalar çok daha belirgin olarak anlaşılacaktır. Bu alanlar coğrafik olarak, petrol ve doğal gaz enerji yataklarının bulunduğu, Ortadoğu ve Kafkaslar olarak ön plana çıkmaktadır. Aynı şekilde, yeraltı zenginliklerinin çevresini oluşturan jeostratejik bölge ülkeleri de bu rekabet alanın içerisine bulunmaktadırlar. Bu bakımdan küresel kapitalist sitemin mevcut yönelimi sadece Ortadoğu değil, çok geniş bir alanı kapsamaktadır. Obama’nın NATO’nun yeni nükleer silahları Türkiye’ye yerleştirilmesini istemesi de tamamen Ortadoğu’ya yönelik izlenen politikalarla ilişkilidir.

_____________________

1. Aktaran Kemal Akmaral, Ben Bush-Evangelist Bush, Şimdi Kitap sanat Kültür yay., İstanbul, 2005, syf.83.
2. age, syf.83.
3. Zaman Gazetesi, 29 Haziran 2004.
NATO ordularıuluslararsı kapitalist sistemin saldırgan ve işgalci bir gücüdür. Öneğin, 1986’da Libya’nın bir çok bölgesi ABDuçaklarınca bombalandı. 1989’da Corazon Aquion’a karı askeri darbeyi desteklemek için askeri birlikleri kullandı, 1989 yılında Panama işgal edildi, 1991 yılında saddam Hüseyin’in Kuveyt işgali gerekçe gösterilerek 1.Körfez adı altında Ortadoğu bir bütün olarak işgale tabi tutuldu.1993 yılında somali, 1994 yılında Haiti, 1993 tarihire Lübnan, 1995’te Bosna, 1999 yılında yoguslavya ve 1998’de sudan fiilen işgal edildi ve bin çok bölgeye işgalci birlikler yerleştirildi., 2002 yılında Afganistan NATO birliklerinin istilasınauğradı. 2003. yılında Ortadoğu ve özellikle Irak işgal edildi.
4. age, syf. 86.
5. İNDyK Martin, Güç Dengesinden de Öte: Amerika’nın Ortadoğu’daki seçimi, The National İnterest, No:26, 1991.
6. PAPİEs Daniel, Benzer Farklılık: İslami Tehdit, National Review, Kasım 1994.

1607080cookie-checkLizbon’da NATO’nun yeni nükleer stratejisi ve Türkiye (I)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.