Çok konuşmak

Benim çocukluğumda siyaset adamları çok konuşmazlardı, gerekmedikçe konuşmazlardı. Bugünküler çok konuşuyor. İnsan zihni her an sağlıklı düşünce üretemeyeceğine göre çok konuşmak boş konuşmaktır. Eskiden çok konuşmak hafiflik diye görülürdü. Bize analarımız ve babalarımız az konuşmayı öğretmişlerdir. Bunu bugünün insanları bir baskı olarak değerlendirebilirler. Komşunun yanında, büyüklerin yanında ileri geri sözler edemezdik, gelişigüzel davranamazdık. Annem yüzünü asıp kaşlarını kaldırdı mı işim bitti demektir. Birilerinin yanında suspus oturur, oturumun bitmesini beklerdik. Densizlikte direnene bir tane çarpıverirlerdi. O yüzden de aramızda “hiperaktif” yoktu, bizler ister istemez “hipoaktif” durumdaydık.

Bizler az konuşuruz. Aramızda beyin ishaline uğramış tek tük insan vardır, bunlar genelde çok rahat ailelerin çocuklarıdır. Hiç gevezelik etmez miyiz? Ederiz. Üç beş eski arkadaş bir araya geldik mi usun tıpasını açıveririz. Kırk yılda bir olur bu da. Hele benim aylarca eski arkadaşlarımı görmediğim olur. Bu bir araya gelişler hoş ve boş bir yorgunluk yükler zihnimize. İçimizi boşalttık deriz. Çoğumuz özellikle toplumsal yaşamımızda çeneyi nerede açmak nerede kapamak gerektiğini iyi öğrenmişizdir. Ben derslerimde hiç gevezelik etmediğimi biliyorum. İşinizi seviyorsanız onu söze boğmazsınız. Derslerde anılar ve fıkralar anlatan ya da ortaya bir konu atıp tartışın bakalım diyen meslektaşlarımız yetersizlikleriyle ünlü olmuş kimselerdir.

Düşünürler çok konuşmanın sakıncalarını anlattılar. Miletos’lu Thales çok konuşmanın bir zeka belirtisi olmadığını söylüyordu. Pythagoras’a göre sözler ruhun soluklarıydılar. Sparta’lı Arkhidamidas “Konuşmayı bilen ne zaman konuşmak gerektiğini de bilir” diyordu. Sophokles’e göre “Çok konuşmak ve yerinde konuşmak aynı şey değildir”. Theophrastos “Dizginsiz ata güvenmek gelişigüzel söze güvenmekten iyidir” der. Seneca için “Söz ruhun yüzüdür”. Voltaire’e göre kötü konuşanlar söyleyecek sözü olmayanlardır. Gustave Le Bon şöyle söyler: “Bazı insanlarda söz düşünceden önce gelir. Onlar ancak söylediklerini işittikten sonra ne dediklerini anlarlar.” Atalarımız eğri oturup doğru konuşmaktan, sözün gümüş susuşun altın olduğundan, ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerektiğinden sözetmişlerdir.

Bence dünya bir gevezelik çağına girdi. Estetik kavrayıştan yoksun rejisörler filmleri uzattıkça uzatıyorlar. Ömrü uzun, şunu şurada kes gitsin işte, iki saati devirdik sen hala anlatıyorsun. İlle bize işin sonunu gösterecekler. Sonunu göstermekle kalmıyorlar, sonunun sonunu gösteriyorlar. Romanlar dünyayı kurtaran aslan cinsinden birer gevezelik anıtı. Bu çok şey söyleyip hiçbir şey söylememek işini en iyi becerenler felsefe adamlarıdır. Hele bizim “felsefeci” esnafı iyiden iyiye derine kaydı, neredeyse toprak altına girdi. Oradan garip sesler gönderiyor bize. Söylediğini kendileri de anlamadıkları iyi oluyor, anlasalar ipin ucu iyiden iyiye kaçmış olacak. Şairler bu işte geri kalırlar mı? Onlar da başlıyorlar ayrı bir havadan çalmaya. Şiir üzerine dergilerdeki gevezelikler biter gibi değil. Müzik konusuna hiç girmeyelim, girip de sabah sabah ağzımızın tadını kaçırmayalım. Şarkı söylemeyi bile bilmeyen bir toplum durumuna düşmek ne acı! Şarkı söylemek buysa her mahallede bunu böyle söyleyecek enaz on altı kişi bulursunuz. Ses çıkaramayan adamdan şarkıcı mı olurmuş! Ama iş ahkam kesmeye gelince karşınıza sayısız çokbilmiş insan çıkıyor. Efendim şarkıyı türküyü bozmadan söylemeliymiş. Efendi, müzik kafayla yapılır, onu elle ayakla ağızla yapmaya kalktın mı yarı yolda kalırsın. Tiyatro en acıklı durumunu yaşıyor. Tiyatro yapmak bas bas bağırmakla eşanlamlı. Ama iş söze gelince mangalda kül bırakmayan tiyatro bilginlerinin sayısı az değil. Ülkesinin sorununu başka ülkenin sırtından anlatacak kadar korkak tiyatrocumuz. Gene de en kötü durumda olanlar siyaset adamları. Bir olay mı yaşandı, hemen ona söz yetiştirmek gerekiyor! Pekiyi, üç beş cümleyle durumu açıkladın işte, daha ne diye direniyorsun? Eskinin siyasilerin hele onların bir devlet adamı ağırlığı taşıyanları az konuşurlardı. Siz istediğiniz kadar cin gazeteci sıfatıyla ağzını arayın, açık vermezlerdi. Aralarında gazeteci döven, gazeteci kovalayan, gazeteciye veryansın eden olmazdı. Çok konuşmayı bir ustalık durumuna getirmiş olanlar da vardı. Halk onların konuşmalarını tiyatro izler gibi izlerdi. Onlar halkın siyaseti meslek edinmiş ve siyasetten çok bir şey beklemeyen meddahlarıydılar. Öbürleri öldür Allah çok konuşmazlardı. Olayın üzeri külle örtülmeden çok şey söylemezlerdi. Çok konuşanların canı yandı.

642390cookie-checkÇok konuşmak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.