Onlar yok şimdi

Onlar örnek insanlardı. Örnek olmak için değil insan olmak için canlarını dişlerine taktılar. Uzaktan baktığımızda onları şanslı insanlar olarak görürüz. Öyle ya, bu dünyada herkesin Descartes, Spinoza, Leibniz, Molière, Beethoven, Bach, Shakespeare, Dostoyevski olma şansı var mıydı? Doğanın onları ayrı yaratmış olduğu ya da onlara ayrıcalık tanımış olduğu kesin değildir. Descartes sağduyunun yani usun dünyanın en iyi paylaştırılmış şeyi olduğunu söylerken böyle bir ayrılığın ya da ayrıcalığın olmadığını anlatmak istiyordu. Nasıl olduysa oldu, onlar başka insanlarınkinden ayrı bir bakış biçimi kazandılar. Yaşadıkları toplumlar insan olma adına büyük olanaklar taşıyan yani adam olmak isteyeni adam edecek toplumlar olsalar da tümüyle gerçek anlamda insan olmayı amaç edinmiş bireylerin oluşturduğu toplumlar değillerdi. O zamanlar da o büyük çoğunluk yalanların, tembelliklerin, vurgunların, onursuzlukların çoğunluğuydu. Hele daha eskilere giderseniz, Epiktetos’a, Aristoteles’e, Platon’a, Herakleitos’a kadar inerseniz işlerin daha da çetrefil olduğunu görürsünüz. Onlar insan olmakta var güçleriyle direndiler.

Aydınlanmacıların yüzyılı Fransa’da basılı ihbar mektuplarının tütüncüde satıldığı bir yüzyıldı. Komşunuza mı kızdınız, köşedeki bakkaldan basılı bir ihbar mektubu alın, boş yerlerini doldurup ilgililere verin. Komşunun suçlarını ayrı ayrı sayıp dökmek için uğraşmanız gerekmiyor, basılı kağıtta hepsi yazılı. Bir kere komşunuz düzene karşı. Böyle bir yüzyıl, beğenin beğenmeyin, aydınlanma düşünürlerini, Rousseau’yu, d’Alembert’i, Voltaire’i, Diderot’yu yarattı. Yok efendim bunlar dengesiz duraksız adamlarmış. Hizmetçi kadından beş çocuk peydahlayıp onları çocukları koruma yurduna bırakmışmış Rousseau ya da ne bileyim Voltaire bir yanıyla üçkağıtçının biriymiş… Bunlar hiçbir şey anlatmaz. Onlardan bir yüzyıl önce Molière’in acılar çeke çeke insanı güldürmekte ya da daha doğrusu insanın gülünç yanlarından giderek insanlığı eleştirmekte direnmesi kolay kolay altından kalkılabilecek bir iş değildir. Ne malda ne parada gözleri vardı. Bugün aranızda kaç kişi sokaklarda gözlük camı silip üç kuruş kazanacağım diye çırpınacağına gel şu Heidelberg üniversitesinde kürsü profesörlüğünü kabul et diyenlere haydi oradan diyebilir? Bunu yapabilir misiniz? Kendinizi bunu yapacak güçte görüyorsanız ben sizin için işte gerçek insan bu derim. Sizin gözünüz bir dansözün villasına, bir şarkıcının bir gecede kazandığına, bir mankenin çeşitli ilişkilerden neler neler elde ettiğine takılmıyorsa, en azından bir satışlı gazetenin renkli bir köşesine büyük yazar pozlarıyla çöreklenmiş bir ev kadınına gıpta etmiyorsanız, Pascal’in ve Einstein’ın adını bilmekle birlikte bilimle hiçbir ilgisi olmayan bilim adamlarına hayran hayran bakmıyorsanız ben gelir sizin ellerinizden öperim.

Diyeceksiniz ki, Toraman, senin sözünü ettiğin bu adamlar çok gerilerde kaldı. Onları vareden toplumlar da şimdi onların özlemini çekiyor. Dünyanın her yeri paraya ve üne dirençsiz, kafası sınırlı, beline gevşek siyaset adamlarıyla dolmadı mı? Sanat nerede, bilim nerede, felsefe nerede? Söylesene, nerede bunlar? Biri atsineği gibi bir yere yanaşıp orada rahatını kurdu mu gelsin çaylar gitsin içkiler. Gerçekte atsineği olmanın da biçimleri var. Atsineği derken Sokrates’i anımsadım. Ben devletin başına gönderilmiş bir atsineğiyim diyordu, yani devletin başına belayım. Onun kendisini kaçırmayı tasarlayan Kriton’a söyledikleri tarihin en parlak sayfasında yazılıdır: “Diyelim ki buradan gizlice kaçmaya kalktığımız anda (bu kaçışın adı ne olursa olsun) Yasalar ve Atina devleti karşımıza dikilip bize şu soruyu soruyorlar: ‘Söyle Sokrates, sen ne yapmak istiyorsun? Kalkıştığın işin senin açından biz Yasalar’ı ve bizimle birlikte tüm devleti yıkmaktan başka bir amacı var mı? Verilen yargıların hiçbir gücü kalmazsa, bunlar kişilerin istemiyle tüm güçlerini yitirir ve yokolursa sanır mısın ki bu devlet varlığını sürdürebilir, yıkılıp gitmez?’ Buna ve bunun gibi sorulara ne karşılık verebiliriz Kriton?”

Adama kızıyorsunuz hainlik etti diye. Hainlik etti ve en büyük voliyi vurdu. Kızıyorsunuz değil mi? Pekiyi sizin su yüzüne çıkmayan hainlikleriniz ne olacak? En olmadık zamanda en zavallı adamlarla çok küçük çıkarlarınız için uzlaşmadınız mı? Bugüne kadar çok küçük oynamadınız mı, temiz görünmeye çalışıp en kirli ortaklıkların içine girmediniz mi? Fodla sofralarına sırıta sırıta oturmadınız mı? Onlar yok artık, onlar gittiler. Şurada burada, bir köy kahvesinde, bir kent alanında, olmadık bir koşulda onlara benzeyen birilerini, dünyaya güzel gözlerle bakan birilerini görebilirsiniz, onları göremezsiniz. Onları ne Fransa ne İngiltere ne Almanya ne de başka bir ülke görebilir artık. Geçmiş ola! Değil mi böylesiniz, gittikçe daha da birbirinize benzeyeceksiniz.

 

641350cookie-checkOnlar yok şimdi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.