SAFKAN MELEZ

Baştan itiraf edeyim, akademik makale yazacak gücüm yok. Okuyacaklarınız için bir müzisyenin ozanlardan duyduklarını eşe dosta “acep böyle midir?” sualiyle sunma çabası diyeyim.

Yurdumuzun üç tarafının denizlerle çevrili olduğunu biliriz. Denizcilikten ve nimetlerinden hiç anlamayız. Destanlarımız, türkülerimiz, romanlarımızda deniz aksesuardır, ana tema değil. Yani ev sahibi gibi değil kiracı gibiyizdir.

Konargöçer köklerin yuva kurma ve yurtlaşmaya (kentleşme ve  devletleşmeye) ehemmiyet vermemesi denizlerimizi, nehirlerlerimizi, göllerimizi verimli kullanamamamıza, şehirlerimizin de şekilsiz beton yığınlarına dönmesine neden olmuş.

Ankara, Demetevler

Ekonomik talihsizliğimizi uzun uzun anlatmaya gerek yok. Cumhurbaşkanlığı forsunda da bulunan “tarihte Türkler tarafından kurulan 16 imparatorluk” yıkılıp onyedincisi kurulduğu yıllarda ABD doları 1TL. iken bugün 32,000.000 TL. (Mart 2024). Yani 32 milyon defa küçülmüş, küçültülmüşüz. Meteliksiz olduğumuz gibi meteliğimizi niteliksizleştirmişiz.

Bu mali ve medeni infilak, intibak edemeyişimize bağlıdır. İntibak edebilmemiz karşılıklı itimat ile mümkündür. İtimat için ilk intiba aşamasını aşıp tanış olmamız gerekir.

KİMİZ?

“Doğu ile Batı arasında köprü” tanımlamasına sadece biz değil 40 ülke taliptir. “East Meets West” (Doğu Batı Buluşması) yeni bir icad sanılsa da miadı dolmuş kodlamadır.

Ama yine de “Doğu-Batı Buluşması” hiçbir ülkede bizimkisi kadar sancılı bir sürece rast gelmemiştir. Gelemezdi de. Yurdumuz “alımlı ve gizemli” etiketlendirmelerin ötesinde çok daha derin ve çetrefilli sosyo-ekonomik ve kültürel bir zemin üzerinde bulunur.

Anadolu’da Sümer tableti

Tarihe gömülmüş 16 imparatorluktan güne intikal ihtiraslar bir yana bu toprakların tanıklık ettiği kültürleri saymakla bitiremeyiz. Hatti, Hitit (Eti), Sümer, Asur, Frig, Lidya, İyonya, Urartu, Pers, Mısır, Roma, Pontus, Bizans, Moğol, Timurlu, Selçuklu, Osmanlı, İtalyan, Fransız, İngiliz, Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Gürcü, Azeri, Ermeni, Balkan, Rus, Şaman, Musevi, Haçlı, Müslüman, Alevi, Sünni, Caferi, Yezidi, Suriyeli ve hatta Afrikalı hep birlikteyizdir.

Nasreddin Hoca ölçmüştü, dünyanın merkezi Akşehir’dir. Tam merkezde, ne biriyiz, ne diğeriyizdir. Hatta hepsiyizdir. Safkan melezizdir.

Dün de, bugün de bazılarının umurunda bile değilizdir. Büyük İskender, Sezar, Cengiz Han, Timur gibi imparatorlar Anadolu’yu istila etmiş, memnun kalmamış, memleketlerine dönmüşlerdir.

Sezar

MÖ 47’de Sezar, Tokat-Zile’de Pontus Kralı’nı yendiğinde söylediği ünlü “Veni, Vidi, Vici” vecizesinin meali “Fethettim, Beğenmedim, Terkettim” şeklinde özetlenebilir.

“Etle tırnak olmuşuz”dur. Sökülemeyiz. Etle tırnak gibi ayrı şeylerizdir. Çürürsek dökülebiliriz.

15 Ocak 1990’da Bakü’de Azeriler saldırıya uğramış, 134 kişi öldürülmüştü. Bir ay sonra dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, efendilerinin malikanesi Amerika’dan seslenir; “Onlar Şii, biz Sünni’yiz. Onlar İran’a daha yakın.” Din simsarlığı kör, mezhepçilik kötürüm eder.

Ümit Yaşar Oğuzcan yazmış; “böyledir akşamları İstanbul’un / bir efkâr basar içini çoğu zaman / yalnızlığın, çaresizliğin aklına gelir / hatıralar uçup gider avuçlarından / şekiller bozulur, renkler kararır / solar ümitlerin, batan günle birlikte… /  kapandı sanırken o eski yara / bir sızı başlar içinde, en derinden…”

Yazı deyince aklıma geldi. Göktürk – Orhun Yazıtları’nda Çince yazılırız. Osmanlı’da Arapça. Kasidemiz Farsça, Mekteb-i Sultani’de Fransızca. Cumhuriyetle alfabemiz Latince. Sahilde eczanemiz Rusça, plazalarda tabelamız İngilizce. Hepsini unutur kuş diliyle dövüşür, emojilerle sövüşürüz. Tek bedende Birleşmiş Milletler’izdir.

Karaoğlan’ımız da var, Sarı Gelin’imiz de. Bir gözümüz çekik, diğeri çakırdır. Ayazda Eskimo, tarlada zenciyizdir. Zengin ama züğürtüzdür. Ganimetçiyizdir. İstismaristan olmuşuzdur.

Plajda G-String bikini, kasabada kara çarşaf. Kentte akademi, köyde ilkokul terk.

Cumhuriyetten nefret eden reisicumhurlar bizdedir. Yargı Allah’a emanet. İsrafta dünya üçüncüsüyüz. Maşallah!

Alev Alatlı

İktidarın akıl annesi, merhum yazar Alev Alatlı, “Kim öğrettiyse bize ‘yıkmadan yapılmaz’ diye, bakım, onarım, uyarlama bilmez; töre, bina, icat, buluş, sanat eseri insan, hele de insan! harcar geçeriz.” der.

Ve Orhun Yazıtları’nı hatırlatır; “Ey Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin.” 

Sonra da ekler “Bırakırız rüzgara üfürsün yavrum. Bob Dylan’ın dediği gibi bırakırız; Rüzgar Uzaklara Üfürsün.” 

Orhun Yazıtları 1292 yıl evvel yazıldığından müsrifliğimizin ananevi olduğunu anlarız.

Ataların izleri buğuludur. Hande Ataizi evlendikten iki saat sonra boşanmaya karar vermiş (2004). Kıza değil hıza bak. Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk “Başarı hızdadır” der. Tuhaf dünya rekorlarının çoğu bizdedir.

Cem Karaca’nın “Beni Siz Delirttiniz” parçasında dediği gibi “gelin katılın siz de bize / bizde herkese yer var / dostlarım hep Napolyon, hepsi Sezar / bol miktarda Hitler de çıkar.”

1975’de Dervişan ile kaydedilen eser edebi birikimimiz ve armonik/melodik müzik deneyimimizde erişilen merhalenin temsili açısından da müzik tarihimizde ayrı bir yer tutar. Dinleyelim mi?

https://www.youtube.com/watch?v=ytbUzbTEshw

MENSUBİYET BEYANI

Vaziyet ve manzara-i umumiye böyleyken ceddin şecere ilanı nafiledir. Aslen mensubiyet beyanı vadesiz, faizsiz kredi talebidir. Atadan, dededen yadigarsa “Soydan gelen huya gider.” 

“Damarımı kessen sarı lacivert akar.” Çünkü elde beden kalmış, kıymete değer bir meziyet geliştirememişimdir. Gayrı hayat eziyet olacağına mensubiyet imdada yetişir. Hiç yoktan iyidir, bile diyemediğimiz durumlar doğar.

Aşık Veysel

Faşizim, Nazizim, Siyonizm ve Turancılık mensubiyetin kutsanmasıdır. Oysa Adem’le Havva’dan doğmaysak ya da havanın ve suyun hatırına olmaysak Aşık Veysel doğru söylüyor, “beni hor görme kardeşim / sen altınsın ben tunç muyum / aynı vardan var olmuşuz /  sen gümüşsün ben sac mıyım.”

Milliyetçilik” yani özde ırkçılığın üç kök geni vardır. Mesihsel, nesilsel, öyküsel.

Yahudiler, Tanrı’nın seçtiği kavim olduklarına inanırlar. Nazileri ise Yahudilerin “ayrı” ve “aşağılık” bir ırk olduğunu savunurlardı. Şimdi Gazze katliamında İsrailli ruhani lider Mazuz, Filistinlileri hayvana benzetiyor. Düşmanına benzemek, ilahi tecelli dedirtiyor.

Türkler’de de üstün ırk olduklarını sananlar var. 10. Yıl Marşı’nın ikinci kıtasından utanır, saklarız. Aşikar edeyim; “Türk’üz, bütün başlardan üstün olan başlarız. Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız.” 

Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hacı Bektaş-ı Veli veya Dede neslinden gelmek, Mevlana soyundan sayılmak ihtiram kaydedilirse imtiyaza davetiyedir. Ağırdır ama duyup da sağır davranmaktan yeğdir.

“Millet” olmayı, mesih ve nesilden azade, ‘varsayılan bir tarihe’ istinaden bir yurtta birlikte yaşama arzusu hissedenler diye tanımlayan öyküsel yaklaşımlar da var.

Bu görüşe göre tek dil de mutlak gereklilik değildir. Örneğin İsviçre’de dört resmi dil kullanılıyor. Kanada, Belçika, Yeni Zelanda, Hollanda, İrlanda, Lüksemburg, Kırgızistan, Kazakistan, Moğolistan, Filipinler, Malezya, Hindistan, Pakistan ve hatta Afganistan’da birden çok dil kullanılıyor.

Amerika Birleşik Devletleri ise 72 milletten mütevellittir. Kıtanın yerlilerini katleden ecdadının karması olmasına karşın edebiyatından iktisadına, sinemasından ordusuna milli bir ruh oluşturmayı başarabilmişler. Büyük bir kısmı senaryo olsa bile.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında din ve ırk ayrımından uzak durup, ortak yurttaşlık fikrini öne çıkarmaya çalışmışlardı. Millet tanımlaması ‘ortak mazi, lisan, ahlak, kültür ve hukuk’ kavramlarıyla yapılmıştı. 1924 anayasasında “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk denilir” denmekteydi.

Günümüzdeki iktidar bir yandan “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız” diyor, diğer yandan Türk İslam milliyetçiliğinin elemli finali “Osmanlıcılık” rüyasının yaygınlaşması için elinden geleni ardına koymuyor.

Oysa huzur, milli ayrımcılıkları, tarihi hataları körüklemekle ya da görmezden gelmekle değil, yurtseverlerin adalet, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini savunup uygulamasıyla gelebilecek.

Siyasi mevzular siyasilere bırakılmayacak kadar hayatidir. Daha yaşanır bir yurdun oluşabilmesine hep birlikte gücümüz oranında katkı sunmalıyız.

Yarın yerel seçimler olacak. Çok partili sisteme geçtiğimiz yaklaşık 70 yıldır ağırlıkta sağ (milliyetçi-muhafazakar) partiler oyların genel çoğunluğuna sahip oluyor. Konu “milliyetçilik” olduğunda sol kanat da fikrini beyan etmekte imtina ediyor.

Çünkü ortada Türk, Kürt ve Ermeni sorunları var. Halbuki “milletçilik akımı”nı doğuran 1789 Fransız Devrimi, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik ilkeleriyle simgelenir.

Aynı yurt üzerinde “Türk, Kürt, Ermeni” üç ve güç kardeşiz. Tarihi kesitlere değil çepeçevre yerküreye baksak tek bir kavimden 72 milleti barındıran ülkeye kadar milliyetçiliğin binbir türlü öyküsüne rastlarız.

Yani aslen bütün milliyetçilikler varsayım üzerine inşa edilmiştir. Tahayyül mahsulüdür.  İllüzyon ve hipnotizmaya müsaittir. Hayal, menfaate ilişince hakikat gibi algılanabilir.

Seçim sonrası geçim derdi yine temel mesele olacak. Hem parasal geçim, hem yarasal geçim dertlerimizi dertleşerek kavrayabilip aşabiliriz.

Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

__________________

*  Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

 

2767080cookie-checkSAFKAN MELEZ

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.