SANATTAN… Sokakların sahibi kim?

Sokaklar¸ bir şehrin arterleri¸ şehir mimarisinin önemli bir unsuru olması yanında¸ çeşitli sembolik anlamlar da taşır. Bu anlamların bir kısmı¸ doğrudan mimari özelliğinden gelir. Örneğin¸ özelle¸ kamu alanını ayrımasında olduğu gibi. Bu anlamda¸ evin zıttıdır sokak.

Sokakla kimse ilişkilendirilmek istemesede¸ pratik olarak toplumda şu veya bu şekilde sokakla ilişkisi olmayan  kimse yoktur. Herkes sokakta yürür¸ başkalarını görür¸ gezer¸ araba kullanır. Ancak sembolik anlamda sokak¸  resmi kurumların dışında bir alanı tanımlar. Yabancılaşmanın sergilendiği¸ yabancılaşanın sahip çıktığı bir alandır. Bu anlamda da¸ toplum dışılık¸ marjinallik çağrıştırır. Bu nedenle de sokağı genellikle¸ sıradan insanların¸ işçi sınıfının  -ya da ‘ayak takımı’nın- kullandığı farz edilir. 

Bu anlamıyla sokak¸ toplum içinde¸ ama aynı zamanda da dışında; her yerde¸ ama hiç bir yerde¸ tam merkezin içinde olsa bile¸ merkezin dışında¸ ussal bir alandır. Bu nedenle politikacılar¸ sokakla her zaman başları derttedir. ´Sokağa düşmek” aşağılayıcı bir deyimdir. Diğer yandan¸ ´sokakların sahibi olmak” bir güç betimler.

Sokak¸ iktidarı elinde tutanlarla¸ ‘aşağıdakiler’ arasında bir alandır. İktidar kendini tehlikede hissedince sokaklara polisini¸ askerini¸ tankları çıkarır¸ kapatır işçilere. Sokağa inmekten bahseder işçi sınıfı. İktidar ise¸ sokağa sahip çıkmaktan. Sokağın sesini dinliyoruz¸ halkın sesini dinliyoruz demektir. ‘Bir sokağa düşmeyegör’¸ ondan sonra her şeyi yapabileceği düşünülür insanın. Orası¸ geri dönüşü olmayan bir yerdir. Tehlikelidir¸ sokaktaki adam. Sokak ağzıyla konuşur. Sokak kadını¸ iffetini kaybeden kadındır. Sokak çocuğu öksüzdür¸ piçtir.

Bir de ‘sokak sanatı’ kavramı vardır. Bu kavram¸ halka açık her yerde yapılan¸ her türlü sanatsal etkinliği karşılar. Hem pratik olarak grafitiden (duvarlara yazı yazma) daha geniş bir alanı kapsar¸ hem de farklı bir politik düzlemde konumlanır. Bu anlamıyla¸ grafitiye göre daha yenidir. Grafiti de sokaklarda yapıldığına göre¸ yeni bir kavrama ihtiyaç duyulması¸ pratik ve teorik bazı yeni gelişmelerin gündeme geldiğine işaret etmektedir. Kısaca ifade edersek¸ ‘sokak sanatı’¸ teorik ve pratik olarak ‘grafiti’den bir kopuşu imler.

Grafiti¸ İtalyanca ‘graffiato’ karalamak¸ kazımak¸ çizmek¸ Yunanca¸ ‘γράφω‘ (grafo) yani yazmaktan gelen bir kavram. İnsan tarihi kadar eski bir eylem grafiti. Elin marifetini tanımlayan bir deyim. El¸ düşüncenin¸ duyguların dışa vurum araçlarından birisidir. Bu anlamda¸ doğumdan¸ doğadan gelene bir gönderme yaptığı gibi¸ sonradan öğrenileni de işaret eder. İnsana özgü olanın¸ bireyin özgünlüğünün bir göstergesidir. Toplum içinde grafitinin yasadışı olması¸ vandalizm dışında¸ onun otoriteye karşı¸ anarşist karakterinden gelir. Bir sanat biçemi olarak da¸ ‘resmi’ sanata bir isyandır. Yani sokakla ilintili her şeye sahiptir grafiti.

Geçtiğimiz hafta sonunda  Tate Modern’de¸ üç günlük¸ bir sokak festivali denebilecek bir etkinlik düzenlendi. Bu kapsamda¸ ‘sokak sanatı’ sergisi bölümünde¸ çeşitli ülkelerden davet edilen 6 grafiti sanatçısı Tate Modern binasının ön cephesine resimler yaptı. Müzenin önündeki alanda kurulan engelli bir parkurda dağ bisikleti yarışması ve müzenin içinde de¸ ‘Flux-Olimpiyatları’ düzenlendi. Ayrıca¸ müze çevresinde yaklaşık bir kilometre karelik bir alan içinde¸ çeşitli yerlerde duvarlara yapılan grafitiler de etkinliğin bir parçasıydı.

Tate Modern’in ön cephesine boyanan 15 metre yüksekliğindeki 6 grafiti¸ nehrin karşı kıyısından bile görülebiliyor. Müzeye yaklaşırken bunların ya kolayca temizlenebilecek bir boyayla ya da ince bir kağıt üzerine boyanmış olması gerektiğini düşünüyorum. Bir tanesi dışında hepsi direkt duvara boyanmış. Uzaktan¸ elinde tuttuğu video kameranın bir silah gibi görüldüğü siyahi bir gencin imgesi¸ dijital olarak büyütülmüş bir fotoğraf. Geleneksel bir grafiti değil. Son yıllarda kullanılan malzemeler oldukça değişti. Eline fırça ve boya kovasını alıp duvar aramaya çıkan grafiti sanatçısına raslamıyoruz artık. Sprey kutulardan püskürtülen her renkden boyalar¸ dijital teknolojiyle önceden hazırlanan şablon ve fotoğraflar¸ buğday macunlaması¸ etiketler¸ sonucu etkiliyor doğal olarak.

Nitekim¸ Tate Modern’deki etkinlikler de ‘sokak sanatı’ olarak adlandırılmış. Şehir sanatı¸ post-grafiti veya neo-grafiti de denen¸ grafitinin bu yeni biçemi¸ sadece teknik olanakların gelişmesi sonucu değişen görseliğiyle geleneksel grafitiden ayrılmıyor¸ içeriği ve hedefleri de farklılıklar gösteriyor.

Aksi halde¸ özünde bir protesto sanatı ve eylemi olan grafitinin¸ posmodernizmin kültürel katedrali¸ Tate Modern’in duvarlarını süslemesi düşünülemezdi. Belki de bu nedenle sergi¸ müze çevresinde yarım kilometre karelik bir bölge¸ müzenin önündeki alan ve müze binasının duvarlarına kadar gelmesine rağmen müzeden içeri girememiş.

Grafiti sanatçıları ancak son yıllarda¸ özellikle Banksy’den sonra grafitiyi bir kariyer olarak görmeye başladılar. Her ne kadar 70’li yıllarda Jean Michel Basquiat ve Keith Haring gibi¸ grafiti geleneğinden gelen birkaç sanatçı ana akım müze ve galerilerine girmeyi başardılarsa da¸ onların¸ ancak tuval üzerine resimler yapmağa başladıktan sonra bu yerlere ulaştıklarını belirtmek gerekir.

Grafiti sanatçısının şimdiye kadar siyasi ve muhalif bir tavır sergileyen bir pratiği vardı. Sanatsal perspektiften de¸ galeri ve müzelere gitmeyen¸ gidemeyen geniş kitlelere ulaşmak amacıyla sokakları boş bir tuval gibi kullanıyorlardı. Bu özelliğinden gelen psikolojik bir ayrım da vardı ‘resmi’ kurumlarla aralarında. Geleneksel sanat¸ bir galeriden diğerine taşınabilirken¸ grafiti¸ yapıldığı yere aitti. Çevreyle kurduğu bu ilişki aidiyet duygusunu da getiriyordu. Grafiti sanatçısı¸ içinde yaşadığı toplumun görsel anlatıcısıydı bir anlamda.

Sokak sanatı tanımlaması ise¸ grafiti sanatçısının hem sanatına¸ hem de topluma karşı tavrında radikal bir değişikliği gündeme getirdiğinin altını çiziyor. Artık¸ devlete¸ sanat kurumlarına¸ pazara¸ ‘resmi’ olan her şeye karşı bir noktadan yaklaşmıyor. Anarşist bir yapısı yok. Bir şeyleri değiştirmek peşinde değil. (kendi yaşamı dışında) Kendisine Tate Modern’de sergilemenin utandırıp utandırmadığı sorulan JR¸ Tate’in davetini bir ´takdis” olarak gördüğünü belirtiyor.

Banksy’nin popüler olması¸ ‘resmi’ kurumlara karşı muhalif bir tavır alması ve grafitilerinin politik sorunları¸ günlük yaşam perspektifinden basit bir dille ve dolaysız sunarken bunu¸ estetik bir duyumsallıkla görselliğe dönüştürmesiydi. Tate Modern’deki etkinlikler için bunu söylemek kolay değil. Duvarlardaki resimlerin zevksizliği ve kendi aralarında bir bağlantı olmaması yanında¸ Thames nehrinin karşı yakasından bile görülen bu dev imgelerle¸ çevre –veya Londra- arasında bir bağlantı kurmak da imkansız gibi.

Fotoğrafik imgeleri duvara yapıştırma tekniğiyle çalışan¸ (bu nedenle grafiti sanatçısı yerine ‘photograffeur’ deniyor) Parisli sanatçı JR’ın resimleri dışında¸ diğer sanatçıların eserleri¸ ya çocuksu bir fantazi dünyasını yansıtıyor ya da soyut resim ve bilim kurgudan öykünmüş duvar resimleri. Banksy’nin resimleri gibi¸ daha ilk bakışta bir empati duymak ya da sinirlenmek¸ kızmak¸ sevinmek mümkün değil. Bu yanıyla gerçekte¸ sokaktan çok müzenin içine layık işler.

Bu¸ Banksy’nin bu sergide neden bulunmadığını da açıklıyor belki. Sanat çevrelerindeki bir rivayete göre¸ Tate Modern¸ bu projede yer alması için dolaylı olarak Banksy’ye teklif yapmış¸ Ancak¸ Banksy’nin yanıtı¸ ´Bu serginin sponsoru Nissan değil mi? Street art’ın sponsoru olmaması gerekirdi.” olmuş. Gerçektende bu sokak sanatı sergisinin sponsoru otomotiv endüstrisinin devi Nissan. Yine de¸ geçen yıl Los Angeles’da açtığı sergide A-listesinden sinema sanatçılarına eserlerini milyonlarca dolar karşılığında  sattığı düşünülürse¸ Banksy’nin biraz daha esnek olması beklenebilirdi belki. Ama diğer yandan bu durum¸ grafiti sanatının günümüzdeki gerçeğini de yansıtıyor.

FLUXUS: Sürekli devinim içindeki toplumun sanatı

Sokak sanatı¸ müze duvarları dışında eylemini sürdürürken içerde¸ Tate Modern’in içinde¸ Turbine salonunda¸ ´Flux-Olimpiyatları” yer alıyordu.  Fluxus akımını tanıyanlar¸ Tate Modern’le bağ kurmakta zorlanacaklar. Ama¸ istemeden de olsa Fluxus da Tate Modern’e girmenin bedelini ödemiş. Girişte sizi dev bir ´UBS Openings” yazısı karşılıyor. UBS¸ düyanın en büyük bankalarından¸ bir İsviçre bankası. Ayrıca¸ dünyanın en zengin özel modern sanat koleksiyonuna sahip. Bu koleksiyonun bir kısmı da bir süredir Tate Modern’de sergileniyor.

Latince ‘akmak’ sözcüğünden gelen Fluxus¸ 1960 yılında Litvanyalı-Amerikalı George Maciunas tarafından¸ John Cage¸ Yoko Ono¸ Nam June Paik’ın da bulunduğu bir grup sanatçıyı tanımlamak için kullanıldı. Maciunas Fluxus’ın amacını¸ ´sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamak¸ yaşayan sanatı ve karşı sanatı yaymak.” olarak açıklıyordu. Bu sözcüğü seçmesi¸ doğadaki ve insan yaşamındaki değişimi¸ sürekliliği ve yenilenmenin¸ durağanlığa karşı koyuşuna işaret etmek istemesiydi. Diyalektik bir devinim içinde olan bir evrende sanat eseri de¸ sürekli değişen ve gelişen yani tamamlanmamış bir çalışma olmalıydı.

Kurucu üyelerinden biri olan Alison Knowles da Fluxus¸ ´sanat ve günlük yaşam arasındaki duvarları ortadan kaldırmakla ilgilidir.” diyor. Buna yine kendi işlerinden bir örnek gösterirsek ´Salata Yap” tipik bir Fluxus çalışmasıdır. Aynen¸ işin adı gibi¸ işin kendisi de salata yapmakla ilgilidir. Soyut¸ gizli bir anlam yoktur ardında. Tate Modern’in Turbine salonunda¸ yüzlerce kilo hıyar¸ domates¸ turp¸ marul¸ havuçla  yapılan salata sonradan izleyicilere dağıtılır.

Olimpiyatlar ise¸ George Maciunas’ın 1960’da geliştirdiği ancak hiç bir zaman gerçekleşmeyen olimpiyat sporlarının Flux yorumudur. Sırıklar üzerinde oynanan futbol¸ yavaş sürerek yapılan bisiklet yarışı¸ (en yavaş olan kazanır) balon (gülle  ya da sırık yerine) atma¸ kaygan zeminde koşu¸ vb.

Tate Modern’in Fluxus akımını kırk küsür yıl sonra tekrar tozlu arşivlerden çıkarması¸ Fluxus sanatçılarında toplumsal kaygıların estetik düşüncelerden önce gelmesidir. Bu yaklaşım¸ Postmodernizmin¸ kültürü politikaya öncelleyen anlayışına uymaktadır. Yani Stalin’in deyimiyle¸ ´ruh mühendisliği”ne. Buna göre sanat¸ toplumsal değişimin bir aracı¸ müzeler de¸ bu değişimin yapıldığı atelyelere dönüştürülmelidir. Ancak¸ burada sorun¸ Fluxus akımının karşı sanat (anti-art) tavrı¸ burjuvazinin sanatı metalaştıran¸ ürününe yabancılaştıran ve sanatçıyı ‘ünlü’ statüsüyle kendine bağlayan tavrına karşı çıkış noktasından yola çıkmasıdır.

Bu akımın ortaya çıktığı tarihsel bağlamla bugünkü dünya arasındaki fark da dikkate alınmalıdır. 60’lı yıllar soğuk savaş ve atom bombası tehditleri altında¸ anti-kapitalist ve özgürlük rüzgarlarının estiği¸ radikal solun giderek daha fazla bir taban bulduğu bir çağdır. Bugün ise¸ ‘tarihin sonu’nun ilan edildiği ve her şeyin önünde ‘post’ ekiyle sunulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Fluxus’ın kurucu üyelerinden¸ Nazi Almanyasından kaçıp İngiltere’ye sığınan Gustev Metzger¸ sanatın ancak yıkıcı olduğunda devrimci olabileceğinden bahseder. Romantik sanatçı profiliyle dalga geçmek için¸ içinde jilet¸ kanca¸ ip gibi intihar etmekte kullanılabilecek bir ´İntihar Takım Çantası” hazırlar. Beuys için sanat¸ bir ´eylem”dir. Her insan sanatçıdır¸ derken¸ aslında insanın¸ gelecekte özgür ve eşit olduğu¸ demokratik bir dünyayı kurabilecek yaratıcılığından dem vurur. Sanat bu bağlamda¸ bir ´uyarıcı”dır.

Sanatın bu bağlamda toplumsal rolü ve işlevi tartışılır¸ ancak Tate Modern’de gerçekleştirilen bu üç günlük sanat olayı¸ estetik düşüncelerle değil¸ toplumsal kaygılarla düzenlenmiş bir  ‘eylem’ olduğuna bir şüphe yoktur. Geçmişteki örneğine göre bir farkla; bu defa Fluxus’ın karşı çıktığı kapitalizm sanatı bir araç olarak kullanmaktadır. Maciunas’ın bugüne kadar kağıt üzerinde kalan Flux-olimpiyatları fikrinin 40 küsür yıl sonra ilk defa gerçekleştirilmesi tesadüf değildir. Yine de¸ gerçekler¸ ancak görmek isteyen gözler için¸ sırıtmaktadır.

Maciunas’ın 1965 Flux Manifestosu şöyle diyor: ´Sanatçı¸ toplum içinde profesyonel¸ elit¸ parazit olmayan statüsünü kurması için¸ kendi elzemliğinin gereksizliğini¸ izleyicinin kendine yeterliliğini¸ her şeyin bir sanat eseri yerine geçebileceğini ve herkesin de bunu yapabileceğini göstermesi gerekir. Bu nedenle¸ sanatın yerine geçen; (nesne¸ eylem) basit¸ eğlenceli¸ önemsizlikle (değersizlikle) ilgili olmalı ve kurumsal veya metasal bir değeri olmamalıdır.”

İktidar henüz sokakları tamamen kontrol edemiyor¸ ancak sokak sanatını ‘himayesine’ aldığı kesin. Bu¸ sokağı kültürel olarak sahiplenme eyleminin ilk adımı¸ yok etmeden ehlileştirme yöntemidir. Hiç bir ödül¸ kontrollü bir protesto kadar iktidarı memnun etmez. Çünkü bu¸ protesto edene¸ sesini yükselttiği sanrısı verirken¸ iktidarın da bunu¸ demorasinin bir göstergesi olarak sunmasını sağlar.

1632510cookie-checkSANATTAN… Sokakların sahibi kim?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.