SOY ve SOYSUZLAŞMA

SEDAT YILDIRIM SARICI – Arşivlerde olmalı. 2000’lerin başı gibi TRT, Aşık Veysel’in doğum yıldönümünü kutluyor. Torununu davet etmişler. “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı söylüyor. İçtenlik ve ustalıktan mahrum vasıfsız bir icra. Bu kadarını benim gibi vasat biri de yapabilir.

İnsan, saklı kalmış bir eserin gün yüzüne çıkacağını bekliyor. Aşık Veysel’in torunu olmak, soyundan gelmek, köyünün suyunu içmek zincirin halkası olabilmek demek değilmiş.

Yunus veya Karacaoğlan gibi ozanlar sadece kendi saz ve sözünden ibaret değillerdir. Bütün bu ozanları Anadolu yaratmış, ciğerinden söktüğü mısraları onların adlarına yaraşır bularak, ustalarının ağzından dile getirmiş, efsaneleşmiş mahlaslarına eklemişlerdir. Mirasa hariçten ikram sayılmaz. Şecerenin edebi müteakibi kabulündedir.

Kimi araştırmacılara göre Yunus’un 21 mezarı vardır. Bana göre tamamın da Yunus’un aslı yatar. Sivas, Kırşehir, Karaman, Manisa, Isparta, Afyonkarahisar, Tokat, Ordu, Bursa, Eskişehir, Erzurum, Azerbaycan’daki kabirlerdeki bütün Yunus’lar hepimizin Yunus’udur.

Karacaoğlan’ın zannettiğimiz bütün şiirler Karacaoğlan’a aittir. Yolu açtığına göre, yola düşen her yiğit Karacaoğlan’dır. Denebilir ki zincirin halkası değil de halkın zinciri oluşmuş.

Dervişin naaşının da, soyunun da bir önemi yoktur. Soy soyulabilen, yağmalanabilen bir şeydir. Mirasyediye dağ dayanmaz. Aslolan yoldur. Han zindan, hancı sancıdır.

Yeni Şafak ve Hergün gibi sağ akım gazetelerde de uzun süre yazıları yayınlanan, felsefeci, araştırmacı yazar Dücane Cündioğlu, “Abdülhamit’in soyundan başka bir şeyi yoktu” der ve devam eder “Suudi Arabistan’da kral çıkmaz. Eğitim ve kültür yoktur. Osmanlı da öyledir. Şehzadelere bir bakın.”

Mehmet Akif Ersoy 1873- 1936

İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif Ersoy da Abdülhamit’e kızgındır.

“Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se / Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-u İblise” / “Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek / Otuzüç yıl bizi korkuttu ‘şeriat’ diyerek”

Mehmet Akif Ersoy böyle yazmış ama 1952 yılında dönemin başbakanı Adnan Menderes, Abdülhamit soyunun Türkiye’ye giriş izninin serbest bırakılmasını ister. TBMM’ye kanun teklifi verir. Büyük tartışmaların ardından çıkarılan bir kanunla hanedan üyelerinin ülkeye giriş izni çıkar. Vuslat ikrah haddini aşar, ikrar rahlesine varır.

Soyun, oyun içinde oyun olduğunu bilmeyen yoktur. Cilalayanı, pazarlayanı boldur. Menderes, sandığa düşecek teveccühden öylesine emindir ki horozlanacak vekil adayı olursa restini çekerek “Odunu koysam milletvekili seçtiririm” vecizesini Türk siyasetine “fazilet abidesi” olarak armağan eder.

Adnan Menderes, 1954 seçimlerinde oyların %58,4’ünü alacak kadar soy, odun, kütük, kalas, kereste konularında sarraflığını ispatlamış bir politikacıdır. “Vizyonu sağlammış” desek ayıp etmiş olur muyuz? Günümüzde bile milletvekilleri birbirleri için benzer vecizeler kullanırlar.

KUDRETTEN ÇELİMSİZLİK DOĞAR

Hani Dücane Cündioğlu “Osmanlı da öyledir. Şehzadelere bir bakın.” demişti ya, bakalım.

Bilal Erdoğan zekasıyla babası cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, Erkan Yıldırım kumarbazlığıyla babası başbakan Binali Yıldırım’ı, Tolga Ağar karıştığı cinayet davaları iddiaları babası eski bakan Mehmet Ağar’ı hep üzmüş, zor durumda bırakmışlardır. Babalara da günah ama.

Milyonda bir tersi de olur. Elbette babalar evlatlarına erdem yükleyebilmişse. Bakarsın boynuz kulağı geçmiş.

Timur Selçuk, babası Münir Nurettin Selçuk kadar, Cem Karaca babası Muammer Karaca kadar, Neşet Ertaş babası Muharrem Ertaş kadar, Johann Strauss II babası Johann Strauss kadar, Jane Fonda babası Henry Fonda kadar saygınlığa ve tanınırlığa sahiptirler. Hepsi mesleklerini erbablarıdır.

Nerdeyse bütün imparatorluk veya kraliyetler soya dayandığından çağa dayanamazlar. Çökerler. Topraklarında güneş batmayan koca imparatorluk, artık oyla başa gelen ABD başkanlarının güdümündedir. Can çekişen diğer kraliyet ve emirlikler gibi…

Dönemin “Dingiltere” başbakanı Tony Blair, Amerika başkanının köpeği olarak resmedilmişti.

Bush ve Blair

Oyla başa gelenler arasında Barrack Hüseyin Obama da vardır. İki yaşındayken anne-baba boşanınca Kenyalı gariban müslüman babasını yıllar sonra dahi göremez. Yirmisinde babayı, otuzunda anneyi toprağa verir. 44 yaşında senatör, 48 yaşında ABD başkanı olur. Oy oldurur, soy soldurur.

Hep derler ya, “Amerikalılar haritada Türkiye’nin yerini gösteremezler”. Doğrudur. CIA, onların yerine dünyanın her bir yerini karıştırdığı için büyük devletlerin yurttaşları cahil kalmakta beis görmezler.

Varlıklı aile çocuklarının vasıfsızlığı gibi. Bilimsel, edebi, toplumsal, sanatsal alanlarda adını duyurabilen pek nadirdir. Beslenme, barınma, eğitim ve sağlık gibi mutlak gerekli temel ihtiyaçlar ana, baba veya atalarca temin edilenler soy ağacının cılız dalları olarak fotoğraflarda yer alırlar.

Haydan gelen huya gider, iyi bir hatırlatmadır. Babadan oğula intikal, haybeden çoğunluğa hükmeden hükümdar yaratır. Haliç‘te balıklara altın atan tutumluluklarıyla akıl sağlığından şüphe edilen padişah az değildir. I. Mustafa, V. Murat, Sultan (Deli) İbrahim ve oğulları II. Süleyman ve II. Ahmet gibi.

SOY, SOYKIRIM!

Tarihteki en büyük kan soy için dökülmüştür. Soy zaten sıvıdır. Dökülmeye, dökmeye müsaittir. 1939-1945 arası Hitler’in soy ve soykırım aşkıyla tetiklenen II. Dünya Savaşı’nda 70-85 milyon civarı can kaybedilmişti.

O dönem tutuklanan genç ilahiyatçı Bonhoeffer’ın tespitleri bugünlerde sosyal medyada çok paylaşılıyor. Tespit şöyledir: “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatar. Aptallık diğer kötülüklerden daha tehlikelidir. Organize olmuş ahmaklıkla baş etmek zordur. Hallerinden memnun ve saldırıya hazırdırlar. Aptallık zeka sorunu değil, ahlak sorunudur. Doğuştan değil, ortamdan doğar. Psikolojik değil, sosyolojiktir. Ahmaklar ve diktatörler arasında sıkı bir bağ vardır. Politik ve dini hareketlerde rastlanılan, lidere ya da diktatöre VECD halinde tapınma aşaması ile döngü tamamlanır.”

Bonhoeffer’i, 1945’te Hitler rejimi idam eder. 

Bonhoeffer 1906-1945

Geçen hafta (Haziran 2023), saraydaki “Selo’ya idam” sloganlarına dair Başak Demirtaş der ki “siyasetçilerden, muhalefet partilerinin tümü dahil olmak üzere tek bir kişi bile aramadı, kimse bir mesaj bile göndermedi.” Ortada bir ahlak sorunu olduğu çok net.

Soy&ırk&milli menşei tehlikeyi hisseden Recep Tayyip Erdoğan, on yıl önce, “Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru milliyetçilik yok” der. (Hürriyet, 18 Şubat 2013)

Aradan birkaç yıl geçer, çark eder. Artık RTE’nin bütün yandaşları aşırı milliyetçi (ırkçı) cenahtandır. Denize düşen yılana sarılır. Yüzme bilinseydi denize düşülmez, balıklama atlanırdı. Yüzme bilmeyen yalana, talana sarılır.

Yılandı, balıktı derken hayvanlar alemine kaptırdık. Alman kurt köpeği, Singapur  kedisi, İngiliz kısrağı, Arap atı gibi soy hayvanda aranır. İnsanda milliyet değil, meziyet aranır. Öğretmen Ayşe hanım, marangoz Ali bey, doktor Hatice hanım, mühendis Hakan bey gibi. Mimar Sinan devşirme imiş. Fark eder mi? Genetiğe değil, estetiğe bakılır. Soya değil esere bakıyoruz.

GÜÇ YOZLAŞTIRIR

İngiliz liberal parlamenter Lord Acton (1834-1902) şöyle der: “Power tends to corrupt, and absolute power corrupts absolutely”;  “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır”.

Lord Acton 1834-1902

Memleketimizdeki iktidar, cumhuriyet rejimlerinin temeli olan bağımsız yasama, yürütme ve yargı güçlerini öylesine tek adama mutlak itaatla bağlamıştır ki yozlaşmanın şahı yaşanırken seçimlere “Şahlanma Dönemi” söylemiyle girmiştir.

Orta Doğu ve siyaset uzmanı, BBC, NBC, Al Jazeera gibi uluslararası televizyonların yanı sıra pek çok Arap ülkesinde radyo, dergi, gazete ve haber ajansında görev alan Suriyeli Türkmen akademisyen, yazar Hüsnü Mahalli, “bu coğrafyada ihanet genetikdir” der. Yani soydandır.

“Soy” denilince eskiden akla soyluluk gelirdi. Şimdi soysuzluk, yolsuzluk ve ihanet geliyor. “Bu coğrafya” denilince; taşı toprağından önce semavi dinler hatırlanır. Timur istilasından Haçlı Seferleri’ne, Filistin ablukasından Yemen zulmüne  “bu coğrafya”da soy huzursuzluk demektir.

Yurdumuzdaki Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Sünni, Alevi sorunları, sosyal değil, soysal sorunlardır. Soy saplantısı (milliyetçilik) olmasa sosyal sorunları çok kolay çözeceğiz. O zaman soysal yapımızı sosyal düzenlemelerle adaletli, paylaşımcı bir hale getirmemiz gerekir.

Eli, kolu, gözü, kulağı, yüreği, ciğeriyle yek vücud olmamız kültür, dil, inanç varlıklarımızın hakettikleri saygınlıkta tanınmasından geçer.

________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2695320cookie-checkSOY ve SOYSUZLAŞMA

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.