Vefanın adı yok…

Geçen hafta evime çok yakın mesafede olan Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilciliğine gittim.
Bir sözümü yerine getirmek için.
Cumhuriyet’in değişmezi ve duayen kategorisine girmek üzere olan elemanı, gazeteci-yazar arkadaşım Işık Kansu’ya ziyaret sözüm vardı.
Nerdeyse altı ay olmuştu.
Nihayet gerçekleşebildi.

Işık Kansu’nun içten ve sıcak davranışı hiçbir zaman değişmedi, değişmez de.

Gazeteciliğe başladığı günden bir süre sonra, gazetede bir iki haberi çıkınca topsakal bırakıp, poposu kalkan gruptan değildir Kansu.
Poposu erken kalkanlar, bir süre sonra bu meslekten pupa yelken başka yönlere giderler ama “tevazu”, “saygı” ve “ sevgi”yi kaybetmeyenler gazetecilikte daimidirler.
Bu meslekte sakallı ve hoş, “havalı” ama kafası boş gazeteci tipi yok mudur?
Vardır ama istisnai bir durumdur bu.

Neyse..
Işık Kansu’nun odasında 80 yaşını aşmış, gözleri hala gülen spor yazarı ve duayen gazeteci ağabeylerimizden Ali Abalı’ya rastladım.
Gerçi Cinnah Caddesinden Kavaklıdere’ye her inişimde, Birinci Basın Sitesi’nden çıkarak Cumhuriyet Bürosuna giderken sık sık rastladığım Ali Abalı, terk edemediği eski gazetesinde meğer hala çalışıyormuş. Bunu şaka sanmayın. Kendisine masa bile vermişler.
Cumhuriyet’in Ankara ekine yazılar yazıp, kendisine gösterilen vefaya, sahiplenmeye karşılık vermeye çalışıyormuş.
Bu para pul meselesi değil.
Gazetenin eski elemanına “Gel işte masan. İster yaz, ister günlük gazeteleri oku. Hayattan kopma ve bize moral ver” dendiği belli.

Abalı üretken ve dur-durak bilmeyen bir gazeteci zaten. Sorgun’da yayınlanan haftalık Sorgun Postası (Ankara’dan bu gazeteye yazan tüm meslektaşlarım bu gazeteye Sorgun Post adını vermişler) gazetesine siyaset yazıyor.
Meğer eski gazetesi Cumhuriyet’te de fahri olarak çalışıyormuş.

Bu tablo karşısında çok duygulandım ve aklıma Hürriyet’teki eski günlerim geldi.
Erol Simavi dönemi yani.

1973 yılına gittim o an.
Kızılay’da, Milli Müdafaa Caddesi on numaradaki Ankara Temsilciliğinde işe başladığım günlere.
Sonra Rüzgarlı Sokak’taki Matbaanın üstündeki Hürriyet Haber Ajansı Ankara Temsilciğini yeninden derleyip toparladığım günlere.
Birden yaklaşık 40 yıl geriye döndüm.

Erol Simavi, Hürriyet Gazetesine büyük emeği geçmiş ama emeklilik dönemi gelen bazı elemanlarına, yani yazar, muhabir ve foto muhabirlerine “vefa” göstermekten geri kalmazdı.
Onların evlerine kapanıp “ölümü” beklemelerini belki içine sindiremiyordu.

Mesela Hürriyet’i Hürriyet yapanlardan Hikmet Feridun Es’e ölene kadar maaş vermişti. Hatta “Eğer sıkılırsan gel, deneyimlerini aktar” diye de haber gönderdiğini duymuştum.

Mesela Samim Var. Spor servisinin dev yazar kadrosundan..
Mesela Tahsin Öztin.. Gazetenin temel taşlarından.
Mesela Rıdvan Yelekçi, yine spor servisi sorunlularından…
Bu ağabeylerimiz ölene kadar Hürriyet çatısı altında korundular.
Kimi çalıştı, kimi her gün geldi, destek verdi ve yalnız hissetmedi kendisini.

Ankara’da bizzat yaşadıklarımı aktarmak isterim.
Hürriyet’in eski Ankara Temsilcilerinden Emin Karakuş.
Çalıştığı günkü kadar para verilmiyordu ama hergün Meclise çıkıp, ufak tefek haberi İstanbul haber merkezine aktarmak için çırpınır dururdu.
Bazı haberlerini telefonla bana yazdırırdı.. Hiçbir zaman gırmeyecek olan bazı haberlerini sırf morali bozulmasın diye yazmaktan imtina etmez, İstanbul^’a geçerdim.
Yeter ki Emin ağabeyim mutlu olsun.

Duayen foto muhabirlerinden Sungar Taylaner.. Emeklilikten sonra yine Hürriyet’e dönerek idarede uzun süre görev almıştı.
Rahmetli Kemal Bağlum da öyle.
Çetin Emeç dönemine kadar bilfiil çalışmış, dolu dolu maaş almıştı.
Keza Mehmet Sürenkök…
Demokrat Parti Döneminin Çankaya’sında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ve Köşkün foto muhabiri…
Sonradan Yeni Gazete ve Hürriyet dönemleri ve emekli oluşu.

Başyazar Oktay Ekşi bir gün telefonla beni arayarak “Sürenkök ağabeyimiz evde çok sıkılmış. Belli ki emekliliğe alışamamış. Sen onu ofise çağır ve çalışmak istediğini söyle. Maaş olarak da sembolik bir şey yeterli ona”
Gerçekten Mehmet Sürenkök göreve tekrar başladığında aklından para geçirmemiş olabilirdi
Ayın sonu geldiğinde kadrolu arkadaşlara oranla düşük düzeyde bir meblağı kendisine takdim ettiğimde “ Şefim bu nedir?” diye sormuştu.
Ben de “ Mehmet ağabey seni bedava çalıştıracak değiliz ya, önemli olan sen her ün gel ve bizi desteksiz bırakma” demiştim.
Çok ama çok mutlu olmuştu.
Aldığı paranın nerdeyse yarısı ile büroda çalışanlar bir yana matbaa işçilerine de baklava dağıtmıştı.

Ruhları şad olsun hepsinin.
Simavi ailesinin eski çalışanlarına gösterdiği bu “vefa” duygusunu Cumhuriyet’i ziyaretimde çok yoğun şekilde hissettim.

Şimdilerde Hürriyet ve yan kuruluşlarına bakıyorum ve izliyorum da…
Bırakın çalıştırılmayı ve hatırlanmayı, bizler eski çalışanlar ve emeği geçenler, Hürriyet binalarının önünden dahi geçmeye korkar olduk.
Sadece zaman zaman rastlaştığımızda eski günleri yad ediyoruz.
Ya da telefonlaşarak Simavilerin “ altın yılları “ mensupları olduğumuzu birbirlerimize aktarıp, bundan duyduğumuz gururu dile getiriyoruz.
“Neydi o günler, neydi be…” diye de mutluluktan uçuyoruz…

1627820cookie-checkVefanın adı yok…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.