İşte iki seçenek. Birincisi bizler için Ateşten gömlek !
AK partiye oy verenlerin hepsi değil elbette ama; siyaseti din ile eşleştirenler için bu seçenek küçük bir mola ve sonra daha bir azimle aynı yolda gitmek anlamında.
SANDIKTAN KOVAMADIK ; BARİ KOVADİS DİYE SORALIM
Nereye gidiyorsun demek Kovadis.
Yanıt alamayız, bari kendin sor kendin söyle, kendin pişir kendin ye.
Aman başkasına verme! Sen zıkkımlan biteviye.
Kovadis ?
Nasıl gitmelerdir bu?
İstikamet: Geriye doğru, bedevileşmiş toplulukların kendi iradelerinden çoktan çıkmış kaderlerinin yaşandığı Orta çağ; Orta doğu !
Aldananların yürümek gibi gördükleri bir başka fiilin gerçekliğinde ; sürünerek.
Dil bilgisine göre sürünmek yok olmanın bir öncesi !
Din bilgisine göre eteğe yüz sürülmesi . Şeriatın gündelik terminolojisi.
22 Temmuzda sandığın başına gidecek her seçmen yalnız kaldığı o eşsiz karar anında 4 yılda bir eline geçen söz sahibi olma fırsatını değerlendirecek.
O anda bir off çekse karşıki dağlar yıkılır.
O bir oy çekecek kendi kader torbasından. Dağlar ve tepeler yerinde dururken sosyal düzen yörüngesini yeniden belirleyecek.
Bir toplumun çağdaş olma arzusunu yansıtan aydınlık gezegenlerin yörüngesine mi geçecek, yoksa onları yadsıyıp, bir sarı ampulün tek mumluk karanlığında yatsıyı mı bekleyecek?
Kendi adına mı konuşacak, adak adar gibi mi oy atacak?
Elbette iktidarın kendileri adına da konuştuğunu, kendileri adına da İslami tavırlı bir yönetimin gerekli her işlevini yerine getirdiğini düşünenler oyunu bastıracak AK partiye.
Onlar köşe yazarları gibi cilveler, işveler yapmayacaklar. Sanki bir kader anını yaşamak değil de rüya tabiri yapıyormuş gibi kapalı sözcüklerle kırıtmayacaklar. Daha dürüst olacaklar.
-Rüyada Edison u gördüm. Hayırdır inşallah .
-Aaa AK Parti kazanacak. Ampulu kim buldu. Edison. AK Partinin simgesi ne: Ampul. Kız peygamber gibisin, ay tövbe, günah yazmasın rabbim.
Analarını alıp gitmeyenler analarının Ak sütü gibi helal edecekler oylarını.
Helal olsun onlara. Yıldız yalnız kalıp bir değil, iki değil, üç kere hilal olsun onlara.
Şimdi hümanistlerin damarı tutacak; Vay sen insanları aşağılıyorsun, Pis solcu !
Bu insanları küçük görmek ne haddimize. Onlar son derece kararlı, fikirleri İslam’ın kuruluş anından itibaren İslam kurallarına ayarlı geniş görüşlü kişiler.
Ve hepsi Başbakanın devam yolunda Abbas yolcu !
Genişliği biraz genişlet, anlamadık:
Genişliği geriye doğru genişletirseniz yazının anlamı bir şeye benzer; yoksa beyninizin küresel sıcaklık nedeniyle genişlemesi gibi bir dumur çıkar ortaya.
Genlerimizde olan” geç kavrama” anlamında genleşme du(M)rumudur bu; sizi bilmem ama bana dar-al gelir.
Geç kavrama bkz :matbuatın Osmanlıya 400 sene sonra avdet etmesi.
İbrahim Müteferrika ilk tefrikasını yazarken batıda kocaman tekerlekli bisikletiyle bir gazeteci evlerin önüne gazete bırakıyordu.
Ama ikinci baskı da olabilir:
-Yazıyor , yazıyor, Osmanlı padişahı bugün ilk defa gazete okudu. Ona karşı yazı yazan bir münasebetsiz kulun anasının başını vurdurdu…
PAPA VE PAPARA
Bu geniş düşünceliler yüzünden İslam da bir türlü gelişip genişleyememiştir çağdaş dünya meridyenlerinde.
Oysa Hıristiyan kafirler din istismarı boğazlarına dayanınca kiliselerin çatısı altında koruma ve kollamaya almışlardır İsalarını ve Meryemlerini…
Siyasete karışan Papalara iyi bir papara çekmiş, hatta bazılarını paralamışlardır.
Papara bizim gibi gelişememiş toplumlarda fakir gıdası olduysa, bu paparayı zamanında bizim softalarımızın sofrasına koyamamış olmamızdandır.
Her dinde vacip olan çağa ayak uydurma refleksleri İslam’ da bu softalar ve onlara biat eden softirikler yüzünden asla gelişmemiş, istemsiz refleksten istemli bir harekete evrim geçirememiştir.
BKZ sevda sözlüğü S harfi ikinci bendi: Softirik: softanın sorgusuz sualsiz bendesi.
Osmanlı devletinin fetva hukuku koca imparatorluğu moleküllerine ayırmış, toplum kimyasındaki asal element kulluk, başka bir elemanla, örneğin bireylik gibi bir özgürlük atomuyla reaksiyona girememiş; kulluk naleti, üstünde güneş batmayan Osmanlı gök kubbesinde baki kalan boş bir insan figürü olarak nesneleşmiştir.
Kurtuluş savaşında kulluk moleküllerine karışan Mustafa Kemal atomları bu molekülleri evrensel bir reaksiyona sokmuş, moleküllerden molla protonlarını ayırmış, ama onun ölümünden sonra bu reaksiyon çözülmüş, çözülen toplum dokusuna yozluk ve yobazlık el ele süzülmüştür. Molla protonları prototip evrimine girmiştir.
Bugün bu bu sızıntıların sıkıntılarını yaşamaktayız.
Ve artık sızıntı değil koskoca bir akıntıdır toplumu alıp götüren çöl sahillerine.
ABARTI SİNYALLERİ ALIYORUM KAPTAN. Özür mü dilesek okurdan ?
Bugün Osmanlının son günlerini özleyenleri bir kavuşma telaşı ve heyecanı sarmıştır.
Halifelik Cumhuriyet”in olduğu kefenin karşısındaki kefeye yerleşerek, mavi gözlü, aydınlık yüzlü Cumhuriyeti bir Kefen tehdidiyle baş başa bırakmıştır.
Abarttım mı?
– Abartma Raşel. Adolf Hitler’ de kimmiş ki? Hizmetçi gaz alıp banyoyu yaksın, canım bir banyo istedi…
Ne korkunç bir kehanet ve ne gamsız bir millet !
– Şah ı devirdik Yaşasın Humeyni ! Kızlar pazara Hazar’ a yüzmeye gelen var mı?
Hazar a mayoyla girenler Humeyni”nin kapkara rejiminde mezara girdiler.
23 Temmuz sabahı AKP iktidarı yola devam ederse sağdaki ilk dönüşten birkaç yıl ötedeki Halife sokak, şeriat apt manı, (artık her şeye hazır) zemin katta yerleşecektir ilk durak olarak.
Artık o zeminin üstünde hangi katlar yer alacaktır bilinmez. Umre katı, tesettür katı, namaz katı, tabi ki onların elinde çoktan uygar dünyanın tanrısı olmaktan çıkarılmış, hurafelerin efendisi hale gelmiş bir Allah katı.
Yola devamdan kastedilen budur.
Bu yolun AB ye çıkmayacağı zaten çoktan belli olmuştur.
Gericiliğe çark etmek isteyen zihniyet bizi yandan çarklı, bütün fırtınalarda Titanik çağrışımlı kırık dökük bir gemiye bindirmek isterken kendi oğullarının aldıkları tankerlere gemicik diyecek kadar uzak saha görüş yeteneğini yitirmişlerdir.
Bunları ona öğretmesi gereken Deniz ise dalgalarını hiç köpürtmemiş, bir dalga boyu kadar olsun boylarını ölçmemiştir.
Yoksa gerçekten biz kırık dökük gemiye layık mıyız?
1919 da Mustafa kemal Paşa “layık değiliz” demişti. O kırık dökük gemiden Samsun “da inmişti.
Bugün ise yanıt: Çoğunluğun kararıyla evet.
KAPASİTEMİ ZORLAMA… KAPA SİTENİ, SİNİRİMİ BOZMA !
Bir lokma bir hırkayla yetinen bu zihniyet, çağdaş dünyanın kullanımında olan nimetleri görmekle yetinir; nasıl kendi karısını tesettürlere sarıp sarmaladıktan sonra TV lardaki çıplaklara bakmakla yetiniyorsa…
Çünkü kapasite denen bir şey vardır. Kapasite bir ölçünün genişleyebilme özelliği olduğu kadar bu özelliği yaratan etkenlere de bağlı bir olgudur.
Siz asırlarca kulluk etmiş bir ırkın ahvadıysanız, bir kurtuluş savaşı mucizesi yaratmanız bile kulluğunuzu beyninizden silmez; sadece bilinç altına atar.
Bilinç altı ufacık bir tetiklemeyle sizin rüyalarınızı ama bizim de kabuslarımızı kusar.
Gelin; Genetik bilimini maymunların insanlara dönüşmesi diye anlayan ve bu yarım yırtık tanımlamayı bile kafadan reddeden bir beyin yapısına odaklanalım bir an : .
Genetik biliminin aynı zamanda onun kalıtsal DNA larının ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koyan en gerçek ölçü olduğunu anlaması ihtimal dahilinde olabilir mi ?
Bunun için beyninin dümdüz çizgilerini derine doğru kazması, verimli kuyular araması, değişik eğrilerle düşünen beyin haline getirmesi gerekir.
Eğer kazmazsa kendisi kazma olur çıkar.
İşte bu verilerden yola çıkarak, bu çoğunluğun kaderimizi tayin etmesi ve bunun adına da demokrasi denmesi karşısında bir yerde bir yanlışlık olduğuna inanıyorum.
DEMOKRİT : SENİN DEMOKRASİN BİZDE KİLİT !
Demokrit ‘ in kaderini tayin edebilme yetisine sahip insanları kastederek koyduğu bu büyük eşitlik rejimi bizim ülkemizde her yanından çekilen, yırtıkları üniformalı terzilerce dikilen yamalı bohçaya dönmüştür.
Çünkü Demokrasinin gerektirdiği kültür ve çağdaş insan düşüncesi bizim toplumumuzun yangında en son kurtarılacak eşyalarıdır.
Hatta Sıvas yangını düşünüldüğünde yakılacaklar arasına bile girdiği söylenebilir.
Demokrat partinin isminin Demirkırat olarak söylenceleşmesi ilk büyük toplum algılama başarısıdır !
Kırat bu yanlış anlamanın sonucu olarak simgeleşmiştir.
Yani Demokrattan anladığımız KIRAT tır. Sonra da avrat ve silah gelerek yapımız geleneksel biçimine bürünür.
Ama bu kırat zamanla tökezlemiş, bir güvercin havalanıp, yanık yanık kokmuştur bir karanfil. Türk solunun kanatlandığı yıllar.
O sıcak Temmuz günlerini hatırlayın. Kıbrıs çıkartması. Amerika go home.
Ama birden güvercinin tükendi bütün darı ambarı. Anladık ne demekmiş GO !
Ambar yerine AMBARGO !
Devamını anlatmak neye yarar. Ama solun ilk bozgunu işte böyle başlar.
Sonrası debelenme yılları. 12 mart ,12 Eylül darbelenme yılları…
Toplumun terörden kurtulması için yapılan bu pansumanlar arkasında darağaçları bıraktı ve aydınlık bir neslin simgesi olan ölü masumlar…
CE E…karşınızda 3 C :
Anap’la başlayan ve bazıları için hala Mallboro ve Lavaş kiri özleminin bitmesi olarak tanımlanan aldatıcı bir büyüme ama içten içe cüceleşme yılları.
Ben buna 3C devri diyorum. Franko’nun 3F si varsa benim de 3C m olamaz mı?
Cüceleşme , cübbelilere biat, devr-i Cemaat…
Bu cübbeyi ilim ve HUKUĞU temsil eden cübbeden nasıl ayıracağız diye soranlara elbette ki birkaç ayırıcı tanı vermemiz gerekir:
İlme irfana doğru havalanan cüppelerin kep gibi bir başlığı vardır. O keplerin altında da aydınlık bir dünyanın insanları yaşar.
Diğer tür cübbenin AK sesuarı sarıktır. Bu sarık henüz uluorta takılamadığı için
Türban olarak bu cemaatin kadınlarına emanettir. Kutsal emanet yani.
Kimse kendini aldatmasın, hele beni hiç. Türbanın erkeği sarık, sarığın dişisi türbandır.
Kimse bana türbanı bir Türk örf adet zamazingosu olarak yutturamaz. Türban bir inanışın, türbelerin, tarikatların, umrelerin bayrağı, İslam’ ın siyaset ayağıdır.
Ben her görüşe saygılıyım diyen tarafsız goy goylar oylarını da bu mealde kullandıklarında türban onların tarafsız bölgelerine de girecek, bir süre sonra onun yamacında ve amacında saklanan çarşafa devir teslim görevini yapacaktır.
Türbanların arka tarafında belki de kavun filan değil bu çarşaf çıkını vardır.
NE KADAR ŞOM AĞIZLIYIM DEĞİL Mİ ? TAM BİR GAMLI BAYKUŞUM, HE Mİ ?
Zaman, Vakit yazarları gibi ŞAM ağızlı olsaydım, Radikal yazarı Nuray Mert gibi
Suriye Amerika’ yla flört ederken Şam’ a Amerika aleyhine toplantılar düzenlemek için gitseydim daha iyi olurdu valla.
Gerçi orada Şam babası oldular ama…Bi de o sıcakta PİŞTİ olmaları caba…
Bu kadar kolay mı olacaktır bu geçiş süreci. Olmayacaktır tabi.
Bizim oylarımızla engel olamadığımız bu gidişin çarıklı erkanı harp ayaklarına ilk çelmeyi postallı Erkan-ı harp takacaktır.
O günün koşullarına göre rahatlama olacaksa da bu tür müdahaleler kemoterapi etkisi taşıdığı için Demokrasinin bütün sağlam hücreleri de can çekişmeye başlayacaktır.
BİR DENİZ ANALİZİ:
Gelelim oyumuzun gericilere fark yapma yolunda kullanılıp başarıya ulaşması durumuna.
Bir kere bu olamaz; çünkü Deniz Baykal yapması gereken her şeyi son bir aydır yapmakta; Sanırım hepsini çok iyi bildiğim Reklamcıları da sıkı birer sosyalistken
kapitalist düzene hizmet etmenin FUCK larını bu kampanyada Baykal’a fark yaptırmak için kullanmakta.
Ama mesleğim olduğu için rahat konuşurum artık:
Rakiplerin pazarda çok yol almışlarsa sen ancak küçük rakiplerin satışlarını etkilersin.
Birinci marka, arkasındaki bu kadar şaibeye rağmen raftaki yerini korur.
Belki satışları biraz düşer ama yoluna devam eder.
İSKELE ALABANDA BANA BİR KAÇ GEMİCİK DAHA AL BABA !
Baykal ‘ın yumuşak karnı burada işte. Yumurta kapıya gelince öğreniyoruz biz gemicikleri, villaları, burslarla okutulan yavruların gemici armadalarını, bütün bakan yavrularının ülkenin ekonomisini sarmaşık misali sarıp sarmalarını.
Pastorize yumurtayla kuluçkaya yatan UNAKITAN ların yumurtaların altına dönüşmesi sonucunda denizde kum, değirmende un misali zengin olmalarını…
Bilmediğimiz neler var kim bilir ?
Kazanmazsam çekip giderim sözünün ER i, ortaya çıkacak bir hesap sorma döneminden dolayı mı böyle geri basmıştır birden…
Bu devleti babasının çiftliği yapanlar Ahmet Necdet Sezer ve muhtıra engeline rağmen bu kadar büyük yolsuzluklar yaptılarsa; Devam yolu tıkandığında :
YAPILACAK TEK İŞ KIRILACAK KİRİŞ Mİ OLUYOR YOKSA ?…
Ama ne talihsiz bir ahaliyiz ki;
Deniz Baykal muhalefeti bu iktidarın kumdan kalelerini yıkmak yerine onun yelkenleri oluyor.
”Siyasette rakibine üflersen ona hız veren rüzgar olursun sadece “
demiştir kaptanı derya Remzi Seccade.
Deniz Baykal muhalefeti bu iktidara cesaret vermiştir.
”Eleştirilerin kesin ve keskin olmazsa karşı tarafın gücünü bileylersin “ demiştir ünlü minyatür ve hat sanatçısı Bilal Bilaylay.
Deniz Baykal muhalefeti sesini duyurma gibi çok önemli bir pazarlama stratejisini hep kendi kurmaylarına bıraktığı için kurmaca muhalefetten öteye gidememiştir.
”Güvenme kendi kurmayına, Profesyonel yardım almadan girişme parti kurmaya.”
Demiştir ünlü Cateringci Selahattin Komanya.
Tamam gırgır bitti;
Kısaca Deniz Baykal muhalefeti, gemi azıya alanlara, gemi alanlara engelsiz ufuklar açmış, işsizlik, fakirlik, çaresizlik üçgenindeki kesimlere bu üçgenin dar açıları dışında da başka görüş açıları olduğunu kanıtlayamamıştır.
Hepsi 90 derece olan bu dik ve diklenen açıların noksanlarını ortaya dökememiştir.
AKP ye yüklenirken onun muhalefetsiz bir parti olduğu gerçeğini de kabul etmemiz gerekir.
AK parti düşünce çizgisindeki bütün insanlar denetimsiz kaldıklarında torbalarını doldurmaktan başlayıp, zorbalaşmaya kadar uzanan bir gelişme çizgisini izlerler.
Siyaset biliminin, toplum psikolojisinin yanından geçmedikleri gibi geçseler teğet geçecekleri kesindir…
Hele böyle güdülmeyi içgüdü olarak muhafaza etmiş kalabalıkların yönetiminin şifresinin korku, tehdit olduğunu anladıkları an onları kimse tutamaz.
22 Temmuzda dolan sandıklarda bu kalabalık hepimizin kaderini belirsiz yörüngelerde kuşkular içinde bırakacak.
Deniz Baykal bu kalabalıkların nabzını tutacak doğuştan karizmalara sahip olsaydı, bizim bilim, sanat, spor aklınıza gelen her ışık kaynağına tutabileceğimiz, bütün bir ömre yetecek kadar pırıltılı prizmalarımız olurdu.
23 Temmuz sabahı ne kadar yanılmışım demeyi istiyorum.
Bu tür yanılmalarda buluşmak dileğiyle…