Yoksunluklar

Bir atasözü şöyle der: “Çorban yoksa kaşığın da olmasın.” Bundan şunu anlamalıyız belki de: çorban yoksa kaşığın olsa ne çıkar! Bu bana hem doğru hem yanlış görünür. Kaşığın ne zararı var sana, dursun çekmecenin bir köşesinde, bakarsın bir gün çorban da olur, o zaman kaşık diye dört dönmezsin. Öte yandan işe yaramayan kaşığı tutmanın ne anlamı var? O da doğru. Diyelim bir akşam iyiliksever komşunuz ağır bir grip geçirmekte olduğunuzu duymuş, tutmuş size bir tas dumanı üstünde mercimek çorbası getirmiş. Arıyorsunuz kaşık yok, onu çöpe attığınızı anımsıyorsunuz. Öfkelenmez misiniz kendinize? Kaşıktan ne istedin be adam. Komşuya mı sesleneceksiniz: hu komşu ben vaktiyle kaşığımı çöpe atmıştım falan. Yakışık alır mı? Yapacağınız şey kaseyi başınıza dikmek, kasenin dibini de ekmekle sıyırmak. En iyisi hem çorbamızın hem kaşığımızın olmasıdır, bu arada grip de olmayın. Her şeyiniz tamam olsun. Ne var ki yaşam çok zaman bir şeyleri eksik tutar, bazen birini bazen öbürünü bazen ikisini sizden esirgeyiverir. Sorun çorbayla sınırlı olsa kolay.

Nelerden yoksun kalmıyoruz ki çorbaya gelene kadar. Hem güzel hem anlayışlı hem uysal hem candan hem becerikli hem sevimli hem şen hem konuşkan hem uysal hem şakacı bir sevgilim olsun dersiniz, yaşam bu sıfatlardan birini ya da birkaçını eksik tutarak size gönlünden kopup bir sevgili veriverir. Düşünün, pekçok olumlu özelliği kendinde toplamış bir sevgiliniz var, gören parmak ısırıyor. Yalnız size uygun görülmüş olan sevgili çok güzel değil. İsteğiniz tam gerçekleşmiş olmadı demek ki? Avutursunuz kendinizi: canım güzel de neymiş, önemli olan insan olması, adamın canına okuyan ne güzeller gördük biz. Böyle dersiniz kendi kendinize. Gene de içinize sinmez. Bu küçücük burunun altına bu pabuç gibi ağız hiç gitmiyor diye düşünürsünüz. Çene de aynen keçi sakalına benziyor. Yetinmek zorundasınız. Her istediğinize hiç eksiksiz ulaşabiliyor musunuz ki sevgilinizin de hiç eksiksiz olabileceğini düşündünüz? Dünyamız yoksunluklar dünyasıdır. Zenginleştikçe yoksullaşırız. Yoksunluklar bize bir ölçüde yetinmeyi öğretiyor. Yetinmeyi iyi öğrenebiliyor muyuz? Pek değil. Ne olursa olsun içimizin bir yerlerinde bir şeyler kıpırdıyor. Bir gözümüzle kendi sevgilimize bakarken öbür gözümüzü nalburun kızından alamıyoruz. Gene de yetinmeyi bir ölçüde öğreniyoruz. Zühtü’nün topal atı gibi atım olacağına bir uyuz eşeğim olsun yeter dersiniz. Bir gün bir uyuz eşeğiniz olur. Onunla Zühtü’ye poz atmak için yola düşersiniz. Zühtü topal atıyla tozu dumana katarak yanınızdan ruh gibi geçer gider, o sırada sizin uyuz eşeğin inadı tutmuştur iki adım atmak istemez.

Aslında siz de yetiniyorsunuz Zühtü de yetiniyor. Zühtü şimşeklerle yarışan ve rüzgarı önüne katıp giden bir yağız atı olsun istemez miydi? Öte yandan siz topal atım olacağına bir uyuz eşeğim olsun söylevi verirken bir yandan da içinizin derinlerinde bir yerde bir atım olsaydı da topal olsaydı demez misiniz? Aslında ikiniz de en iyisinden birer at düşünüyorsunuz. Bir gece şöyle bir düş görebilirsiniz: siz bir doru ya da yağız ata binmişsiniz, binbir çalımla dörtnala gidiyorsunuz, Zühtü de uyuz bir eşeğin üstünde size yetişmeye çalışıyor. Adı da Sanço Zühtü’ymüş. İki komşu düşünün, birinin çok az süt veren cılız bir keçisi var, öbürünün bir yudum süt vermeyen bir ineği var. Keçisi olan adamın gözü süt vermeyen inekte, süt vermeyen ineğin sahibi de keçiye tutkun. Keçisi olan adam komşusunun evine bakan balkonunda höpürdete höpürdete sütlü kahvesini içiyor, öbür adam yan gözle onu gözlüyor. Ne kadar acı. Öbür adam bari etinden yararlanalım diye bir sabah ineği kesince tam bir bayram havası esmez mi hanelerinde. O sırada keçili adam ineğin içeriye taşınan butlarını kollarını gördükçe bayılacak gibi olmaz mı?

Yoksunluklar yaşamın bir yüzüdür dostlarım, onlarsız dünya bir şeye benzemezdi.
Elde ettiklerimizle olduğu kadar yoksun kaldıklarımızla insanız. Demokritos yaşamı bir telli çalgıya benzetir: bazen telleri biraz daha gerersiniz bazen de azcık gevşetirsiniz, önemli olan güzel ses çıkarmaktır. Yaşamak sanatların en zorudur. İnsanlar yoksunluklardan korkarlar, hep bir şeyler elde etmeye çalışırlar. İnsan aldıkça almak ister, o zaman da yaşamaktan yoksun kalır. Hep elde etmiş ama hiç yaşamamış insanlar yok mu? Evler arsalar paralar… Yaşam biraz da geldiği gibi yaşanırsa yaşamdır. Yanlış anlaşılmasın, her şeye boş verelim, nerede akşam orada sabah yaşayalım demek istemiyorum. Demek istediğim yoksunluklardan korkarak yaşamımızı zehir etmeyelim. Hele işi onun neden var da benim neden yok sorununa kadar götürürsek yandık demektir. Bizi eğitenler bize önce yetinmeyi öğretmelilerdi. Yoksunlukların bize neler neler kattığını görmezden gelirsek çok yanlışlar yaparız

645530cookie-checkYoksunluklar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.