Bugünlerde internet üzerinden yollanan bir metin, önceleri üzerinde durmamaya karar vermiş olmama karşın, kafamdan bir türlü atamayınca sonunda bu konuda yazmaya karar verdim. İnternette gezinen ve bir akademisyenin imzasını taşıyan bu metin de kısaca yabancı bir markanın Türkiye’de de satılmakta olan çocuklara yönelik ürünlerini ucuza sattığını, bunun nedeninin de ürünlerde zeka gelişimi etkileyen maddelere yer verilmesi olduğu ve konuyu araştırmak isteyen her kesin ufak bir ücret karşılığında yapılabilen basit bir laboratuvar testi ile bu durumu tespit edebileceği anlatılıyor. Bu yazı bence o denli acıklı ki hangi ucundan başlamalıyım bilmiyorum.
Öncelikle yazıya konu olan firma ve profesörün ismini iki nedenden ötürü vermeyeceğim, birincisi hedef yaratılmasına katkıda bulunmak istemiyorum, ikincisi amacım komplo teorileri üretimine dolaylı da olsa bulaşmak değil, sadece bu yazıdan yola çıkararak toplumsal bazı saptamalarımı dile getirmek.
Yalnız şunu söylemden geçemiyeceğim, bahsi geçen firma 1966 yılından bu yana gıda sektöründe faaliyet gösteren ve halen dünyada 120 ülkede 84 bin çalışanı bulunan uluslararası bir firma. Özellikle süt ürünleri alanında da dünyada birinci sırada yeralıyor.
Konu edilen “erken çocukluk gelişimi” çocukların genelde (0-6 yaş) fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimini kapsayan dönem ve uzmanlar bu erken çocukluk gelişimini etkileyen üç ana bileşenden söz etmekteler ki bunlar; beslenme, çevre ve eğitim.
Gerçekten de diğer organlara kıyasla insan beyni oluşum ve gelişimi uzun dönemde tamamlayan bir organ. Hamileğin ilk haftalarında gelişmeye başlayan beyin, doğumdan hemen sonra yetişkin ağırlığının ancak üçte birine ulaşmış oluyor ve büyümesini iki yaşa kadar sürdürüyor . Beyin yapısının önemli bir bölümü hamilelik döneminde şekillendiği için de gelişmekte olan beyinin özellikle toksik maddelere karşı çok daha hassas ve savunmasız olduğu bir gerçek. Bu anlamda özellikle hamilelik sırasında annelerin toksik maddelere maruz kalması, aşırı alkol uyuşturucu gbi maddleri kullanması hatta aşırı sigara tüketmesinin yarattığı olumsuz sonuçlar ve zeka gelişime olan etkileri bilimsel olarak kanıtlanmış durumda.
Keza yetersiz beslenmenin de beyin gelimine olumsuz etki yapabildiği, özellikle demir eksikliğinin çocuklukta zeka gelişiminde olumsuz etkilediği ve demir takviyesi durumunda bile bu olumsuzlukların kalıcı olduğu biliniyor. Ancak zeka gelişimin uzun dönemli ve çoklu faktörlere bağlı olduğu göz önünde bulundurulursa bu tür teorilerin ciddiyetsizliği bence daha da netlik kazanacaktır. Ayrıca ülkemizde ki çevre kirliliğinin, keza tarımda denetimsiz kimyasal kullanımının boyutları, yine gıda üretiminde ki sahteciliğin yaygınlığı (özellikle peynir, bal, pekmez vs. gibi halkın çok kullandığı ucuz ürünlerin durumunu Uğur Dündar yakın geçmişte bir çok kez ekranlara taşımıştı) düşünülürse bizim bebek ve çoçuklarımızın zeka gelişimi bozmak için kimseye ihtiyaç bırakmadığımız kesin.
Böyle bir yazıyı bir hocanın kaleme almış olması ve toplumumuzda bu tür yazıların kendine yer bulabilmesi bence yazının içeriğinden çok üzerinde durmamız gereken bir nokta. Dönem, dönem bir çok değişişk olayda karşımıza çıkan toplumsal bir aşağılık kompleksinin en iyi göstergesi bence bu yazı. Dünyada yaklaşık olarak 180-190 ülke var ve bu ülkelerde milyarca insan yaşıyor. Her ülke kendi coğrafyasının belirlediği sosyal, politik sorunlarıyla var. Ancak nedense biz, bu ülkelerin içersinde kendimizi apayrı bir yere yerleştiriyoruz ki, bu hastalıklı “ayrı” olma hali bazen “Bir Türk dünyaya bedeldir”, “Türkün Türkten başka dostu yoktur” gibi aşırı milliyetçi şöven söylemler, bazen de toplumsal paranoya halleri olarak hep karşımızda. Uluslararası bir yarışmada, bir spor müsabakasında başarısız olsak hemen ardında “Türk” ulusuna yönelik bir komplo aranıyor (Yıllarca Eurovision şarkı yarışmasında alınan sonuçlar böyle açıklandı durdu). Kimse de yapılan işin sorumluluğunu üstlenip “kötü bir iş çıkarmışız, sonuçları da böyle oldu” diyemiyor.
Her ne kadar yaşadığımız dünyaya egemen olan neo-kapitalist sistemde çokuluslu güçlerin varlığı ve bu güçlerin ortak çıkarları söz konusu olduğu zaman yapabilecekleri şeyler hepimizin malumu ise de, yine de konuyu bu noktalara taşımak komik oluyor bence. Ne de olsa bu ülke televizyon ekranlarında “ben de içiyorum, sizde için” diyerek çayını yudumlayarak radyasyon tehlikesini yok saydırmaya çalışan bakanlarını daha unutmadı.
Bir şeyleri farklı kılmak istiyorsak artık bir an önce kendimizle “yüzleşmemiz” kaçılnılmaz.