ALMANYA’DAN… Hayırlı olsun!

HAZIM SORUNLARINA RAĞMEN HAYIRLI OLSUN!

“Belgede ortak hedef AB’ye katılım olarak belirtiliyor, üyeliğe alternatif gösterilmiyor. Ancak üyelik için AB’nin hazmetme kapasitesinin de koşul olduğu vurgulanıyor.”
Evet aynen bu şekilde kısaca özetledi www.abhaber.com 3 Ekim 2005 gecesi Luxemburg’ta ulaşılan sonucu.

Aslında günün birinde Kıbrıs’ın sadece güneyinde var olan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ya da Avusturya gibi ufak AB ülkeleri koskoca Türkiye’yi nasıl hazmedeceklerini düşünürken ben deTürkiye’de yaşayanların artık bu “hazım tiyatrolarını” hazmetme kapasitesinin sonuna geldikleri inancındayım. Haklılar!

Sanki 17 Aralık 2004 tarihinde alınan kararları alanlar arasında değilmişler gibi bazıları daha Ramazan başlamadan “Hacıvat – Karagöz” oyunları sergilediler.
Ufak bir ülke olan Avusturya’nın arkasına saklananlar bir ağacın arkasına saklanmış şişman bir çocuğun görülmediği kadar görülmüyorlardı.

Avusturya sorununun ana mimarı aslında Fransa idi.

Fransa sanırım Türkiye’ye geçmişte olduğu gibi gelecekte de hep sorun olacak. Türkiye’ye demokrasi konusunda verebileceği pek bir dersi olmayan Fransa müzakereler sırasında da korkarım her olanağı değerlendirecek.

Türkiye’nin Fransa konusunda hep dikkatli olması bir zorunluluk.

Ancak Fransa’da ticari alanda bu tavrının faturasını ödemeli.

Türkiye önemli bir pazar olma silahını iyi kullanmalı. Askeri alan en başta olmak üzere Türkiye’nin ihtiyaçlarına yönelik alımlar ve Türkiye’de karlı yatırımlar ya da ihaleler söz konusu olduğunda Fransız firmaları – çoğu zaten devletindir – gereken cevabı almalılar.

Hoş zaten Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne denizde, ne havada ne de karada her hangi bir fransız malı araca ve silaha ihtiyaç duyacağını sanmıyorum.
Ancak yaşamın başka alanlarında da bu hissettirilmeli.

İlginçtir ne zaman Türkiye ile ilgili bir karar söz konusu olsa bu karararın alınabilinmesi için Türkiye’nin bir şeyleri kabul etmesi ve ödün vermesi gerekiyor.
Türkiye ile görüşmeler hep “Kapalıçarşı alışveriş sistemi” ile yürütülmekte.

Avrupa kamuoyunun gözünde bırakılan izlenim “Türkiye ile görüşülüyorsa o zaman etikette ne yazdığı önemli değil, pazarlık yap, Türkler fiyat düşürür” resmi.
İşte bunu da bir “hazmetme kapasitesi” gerekiyor aslında Türkiye’nin onurlu insanları için!

Yıllardır AB-Türkiye ilişkilerinde Türkiye’nin AB üyeliğini savunmuş, bu amaçla koşturmuş ve başka bir alternatif olmadığını dile getirmiş  bir politikacı olarak ilk defa 3 Ekim 2005 günü “Keşke” dedim “Abdullah Gül uçağa binip gelmese ve Türkiye haber gönderse, biz onca yıl bekledik gerekirse bir kaç ay daha bekleriz. Siz AB olarak bir kenara çekilin de ilk önce aranızda anlaşın. Ondan sonra müzakereleri birlikte başlatırız” diye.

Türkiye’nin “poker” masasında böyle bir tavrını beklemeyenler epey bocalardı.

Ama ne yazıkki gelinen noktada Türkiye’nin bu tarz bir çıkışı galiba olanaksızdı ve olmadı. Bunun adı reel politika.

İşte bunu da bazen hazmedebilmek için “kapasite” gerekiyor. Türkiye bence bu tarz “Kapalıçarşı diplomasilerini” hak etmiyor. Kimse Türkiye’ye “lütfen” bir şey hediye etmiyor. AB çıkarları gereği Türkiye ile bu müzakereleri yürütmek zorunda. Türkiye’nin çıkarları da bunu gerektiriyor.Aslında aynı göz hizasında iki tarafta. Ama ne yazıkki 3 Ekim 2005 günü Luxemburg’u ve oradaki kimi ufak ülkelerin bakanlarının mikrofonlara demeç verirken takındıkları tavrı gördüğümde üzülüyorum ve kızıyorum onlarca yıl Türkiye’yi geri kalmışlığa mahkum eden beceriksiz devlet adamlarına ve her on yılda bir cuntalarla ülkeyi her seferinde demokrasiden uzaklaştıran kimilerine. Bu bakanların bugün böyle konuşabilmesine neden oldukları için!

Neyse. Reel politika böyle gerektiriyor. Öyleyse Türkiye bundan sonra mümkün olduğunca az hata yapmalı. Şimdiden sonra önemli olan müzakereleri ve AB’nin mali olanaklarını değerlendirerek Türkiye’nin sorunlarını mümkün olduğunca an aza indirmek şart.

Bu müzakereleri Doğu Akdeniz’de güçlü ve istikrarlı bir ülke olma hedefi için değerlendirmek en önemlisi. Müzakereler Doğu Akdeniz’de, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Karadeniz’de ve Orta Doğu’da ABD ve AB’nin işbirliği yapmak zorunda oldukları lider ülke konumundaki bir Türkiye’nin gerçekleşmesi açısından değerlendirildiğinde, AB’nin sunacağı fon ve krediler sayesinde tüm ekonomiye  verilecek çeki düzen Türkiye’yi farklı bir yere getirecek.İşte o farklı yerdeki Türkiye’de o zaman belki de AB üyesi olmaya ihtiyaç duymayacak.

Bu hedef için 3 Ekim’de hazmedilmesi zor resimleri görmeye değer. Güçlü, istikrarlı ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti’nin barışın garantörü olduğu bir Doğu Akdeniz’de, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Orta Doğu’da AB ve ABD ile müttefik olarak önemli misyonlar yüklendiği bir gelecek için değerlendirilecekse bu müzakereler o zaman “hayırlı olsun” diyebiliriz iç rahatlığı ile.

1614460cookie-checkALMANYA’DAN… Hayırlı olsun!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.