AVUSTURYA’DAN… Bütün Ülkelerin Sendikaları Birleşin

Viyana güzel şehirdir. Belli bir müddet kaldıktan sonra Viyana şehrinden ayrılıp başka bir yerde yaşamaya kalkılınırsa, Viyana’ya olan hasretlik bir hastalık gibi rahatsızlık verir. Viyana’ya olan bu hasretliğin hastalık derecesinde olduğunun anlatıldığına bir kaç defa şahit olmuştum.

Rahat bir şehirdir, düzenlidir, ulaşım kolaydır. İnsanları çok çeşitlidir. Şehrin mimari yapısı  Orta Çağ’ın kiliselerinden günümüz modern mimarisine kadar uzanır. Sanat, kültür, müzik ve tiyatro kentidir. Bunun dışında OPEC, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Atom Enerjisi gibi bazı uluslararası kurumların merkezlerinin veya temsilciliklerinin Viyana’da bulunmasından dolayı da bir de kongre ve toplantı kentidir.

Şehir her biri belediyelik statüsünde 23 adet mahalleden oluşmaktdır. Her mahallenin bir ismi olduğu gibi, mahalleler bir de 1. Viyana, 2. Viyana, 3. Viyana veya 23. Viyana diye numaralandırmıştır. Şehrin merkezi 1. Viyana’dır. Kentin en eski yerleşim yeridir. Canı  sıkılanlar can sıkıntılarını atmak istedikleri taktirde Viyana kentinin en eski yerleşim merkezi olan 1. Viyana’da kordon boyunda geziye çıkmış işçiyle bir şehir turu atar. Bu gezi oldukça da iyi gelir. 

Ben de arada sırada yanlız veya eşimle elele tutuşarak eski şehir merkezine hep güneyden girerim. Bir de misafirlerim olursa,  onların vakitlerine göre ya yürüyüşe çıkarım, ya da arabayla Viyana’yı hızlı bir şekilde tanıtmaya çalışırım. Gezime hep şehirin  ana giriş kapısı gibi duran Viyana Operası ile Bristol Hotel arasında başlarım. İki görkemli binanın arasından şehrin merkezine doğru her defasında yeni keşifler yapacakmış gibi girerim. Aslında hep de öyle olur. Binaların kapısı açık olurda, avluya bir göz gezdirmek yeni keşifler yapmaya kafidir. Şehrin ana kapısının sağında Amerikalıların işlettikleri Bristol Hotel bütün görkemi ile durmaktadır. Lüks bir hoteldir, içini görme şansım olmadı. Daha doğrusu o otelde kalacak kadar ne param, ne de gereksinimim oldu. 11 Kasım 1938 Avusturya tarihinde bir kara lekedir. Ülkede 11 Kasım gecesi Kristalnacht olarak bilinir. Bu bir gecede yahudi kökenlilerin malları  talan edilir. Bu talan sonrasında canını kurtaran kaçmaya çalışır. İşte muhteşem görünümlü Bristol Hotel’in sahibi de yahudidir. O da canını kurtarmak için otelini bir Nazi subayına pasaport karşılığında devreder.

Burada ilginç bir noktaya dikkat çekmek isterim; 20. yüzyılın başında Avusturya,  Hitler Almanyası tarafından işgal edilir, ari ırkına ait olmayan yüzbinlerce  insan sürgüne ve toplama kamplarındaki gaz odalarına  gönderilir.  Bazıları da zorunlu olarak ölesiye çalıştırılırlar. Henüz 1987 yılında binbir tartışmayla açılan heykeltraş Alfred Hrdlicka’nın sokakları yıkayan yahudiyi gösteren anıtın dışında, o döneme ait mezalimi hatırlatan ufak bir ize bile şehirde rastlanmazken, 1683 yılında Osmanlının Viyana kuşatmasını hatırlatan onlarca tarihi eseri veya yazıyı görmek  mümkündür.

Şehir merkezine doğru yolalmadan merkezi daire içerisine alan, yüzük anlamına gelen Ring caddesi üzerinde bulunan yapıları sağlı sollu görmek gerekir.  Bristol Hoteli’nin yanındaki Opera binası bana kalırsa Viyana’nın sembolü olmalıydı. Daha bir kaç yüzyıl öncesinde binada operalar balık istifi seyredilirmiş. Şimdi ise giriş biletleri seyehat acentaları tarafından pazarlandığından güzel bir yerden bilet almak için yüklü para ödemek gerekmektedir. Birkaç yıl öncesine kadar Opera’nın biletleri Avusturya’da özellikle Türk öğrencilerinin bir müddet geçim kaynagı olduğunu da belirteyim. Öğrenciler, sabahın çok erken saatlerinde bilet satış kuyruklarına girer, aldıkları biletleri seyehat acentalarına devir ederek para kazanmaya çalışırlardı.

Opera binasından Ring caddesi üzerinde kuzeye doğru giderken, Alman şairler Şiller  ve Goethe’yi selamlamadan geçmemeli tabi. Yaşamlarında da birbirlerinin dostları ve ayrıca rakipleri olmuş, Alman Edebiyatının bu büyük şairleri caddenin sağında ve solunda birbirlerini görecek şekilde durmaktalar. Goethe’nin bütün rehaveti ile bir koltukta otururuken, dostu, çağdaşı  ve meslektaşı Şiller’i ise ayakta beklemektedir. Önlerinden süzülen tramvaylardan fırsat buldukça iki dost birbirlerini sessizce izlerler.

Biraz ileride kütüphane ve müzeler bölgesine gelinir. Büyükçe bir meydanın etrafına kurulmuş muhteşem bir binanın tam orta yeri milli kütüphaneye ayrılırken, sağ uç bölümü ise Efes Müzesine ayrılmıştır. Türkiye’de yapılan arkeolojik kazılarda Avusturyalı ve Alman arkeologlar önemli rol üstlenmişlerdir. Onun için de biri Berlin’de diğeri ise Viyana’da birer tane Efes Müzesi vardır. Antalya’da rehberlik yapan bir arkadaşımı yıllar önce Viyana’da gezdirirken bana söylediği “Çalıp ülkelerine getirdikleri eşyaları iyi değerlendirdikleri ve güzel bir müze oluşturduklarından dolayı kızamıyorum” sözleri kulaklarımdadır hala.

Efes müzesinin önü yüzbinlerin sığabilecegi bir meydan, Heldenplatz, Türkçesi Kahramanlar Meydanı. Bu Kahramanlar Meydanı tarihinde ilk defa bir kurşun bile sıkmadan Hitler’e teslim olan “kahraman” Avusturyalılar tarafından tıka basa doldurulmuştur. 1938 yılında Hitler Avusturya’yı Hitler Almanya’sına katmış, Viyana’ya da çok görkemli bir giriş yapmış. Toplumda hiç tepki olmadığı gibi, Avusturyalılar evlerinin pencerelerinden aşağılara sarkarak, sokakları ve Kahrmanlar Meydanını tıka basa ellerindeki  gamalı haçlı bayraklarla karşılamışlardır. Kahramanlar Meydanı tarihinde ilk defa Hitler’den dolayı doldurulmuş. Bugün o zamana ait fotograflar yok edilmeye çalışılırken, aslında meydanın tıklım tıklım olmadığının propogandası yapılmakta. Ayrıca o döneme ait resimlerin Hitler’in propoganda servisinin  işi olduğunu Avusturyalılar ispatlamaya çalışmaktalar. Günümüzde “Meydanın dolu olarak görülmesi bir resim hilesidir” düşüncesini iddia eden insanlar bulunmakta.

Meydanın sağ yakasında Habsburg Hanedanlığının en önemli kraliçelerinden olan Maria Terese’nin yaptırdığı ikiz binalar bulunmakta. Bu ikiz binalar, iki ayrı müze halinde hizmet vermekte, birisi Tabiat Tarihi Müzesi, diğeri ise Etnografya Müzesi. Gezmeye değer müzelerdir.

Bu müzelerin arka tarafında ise kongre salonlarının yeraldığı  bir mekan vardır, Viyana’da o mekana Messegelände,  yani Fuarlar/Sergiler Bölgesi denilmekte. İşte bu Fuarlar/Sergiler Bölgesi’de geçtiğimiz ayda bir  toplantı vardı. Bu 154 ülke sendika temsilcileri katılmıştı. Bu toplantıya Türkiye’den de Hak İş, Türk İş, Disk ve Kesk katılmışlar. Hıristiyan Demokratlar Birliği (IBFG) ve Uluslararası İşçi Örgütü (WVA) kendilerini feshettikten sonra,  Uluslararası Sendikalar Birliği (IGB) oluşturmak için dünya sendikacıları biraraya gelmişler. 

Dünya sendikacılarının biraraya gelmesinde esas emek, Avusturya Sendikalar Birliği (ÖGB) ve onun başkanına ait. ÖGB başkanlığı en sorunlu dönemlerinde dünya sendikacılarını Viyana’da buluşturmuş. Bu toplantı, ÖGB tarafından sendika konferderasyonlarının “iflas etme tehlikesi yoktur” açıklamalarının yapıldığı bir döneme rastgelmiş. 

Bu iflas lafının başlangıcı olan sendikaya ait bankanın para kaybı ile ilgili kşse yazımla  Açık Gazete okurlarına merhaba demiştim. Daha sonraki süre içerisinde de konuyla ilgili yaptığım haberlerle banka olayından  sonra, sendika konfederasyonun çok ciddi sarsıntıyla karşı karşıya kaldığını, hatta 20 yıl süre görev yapmış genel başkanlarını işten attıklarını ve onunla mahkemede hesaplaşma durumunda kalmış olduklarını anlatarak, zayıflayan bir sendika konfederasyonu durumuna geldiklerini anlatmaya çalışmıştım.

1,6 milyon üyesi bulunan ÖGB sürekli üye kaybı yaşamakta ve üyeler üye oldukları sendikalarından kaçmaktalar. 3 milyar Avro’luk parayı Karabik’de kuma gömerek, heder edilmesinden sonra, ÖGB sorunlarından kurtulmak için çareler aramaktaydı. Bu çarelerden biri de üyelerinden hedefledikleri reform çalışmalarında katılım beklemekti. Ve üyelere gönderdikleri anket formlarını doldurup, geri gönderilmesi ile reform sürecine katkı vermeleri istenmekteydi. Bir ay süren ÖGB’nin anket çalışmalarına 250 bin üyenin katılması hedeflenirken, sadece 25 bin üye anket sorularına cevap verdi. Katılımın bu oranda azlığının vermiş olduğu şaşkınlık, ÖGB’yi meşgul ederken, dünya sendikalar toplantısı organize edildi.

Kendi ülkesinde yıllardır üyesi olan işçilerden bir anketin doldurulup da, kendilerine geri gönderilmesini bile sağlayamayan Avusturya Sendiklar Birligi dünya senikalarını bir araya getirmişti. Ancak bu biraraya gelişin ne kadar verimli bir çalışma olduğunu anlamak pek mümkün olmadı. Dünyanın 5 kıtasından gelmiş sendikacıların yeni bir dünya sendikası kurma çalışmalarına yönelik toplantı, Avusturya basınında pek haber değeri  bulmadı. Aslında ÖGB’nin internet sitesinde kısa bir haberin dışında, ÖGB’nin yayınlamış olduğu sendikal dergilerde de yer bulmadı.

Avusturya basınında haber değeri bile bulmayan toplantı hakkında haber ve yorumun olmamasından,  birbirlerinden farklı çıkarları olan sendikalar nerelerde buluştukları, hangi noktalarda bir beraberlik sağlandığı pek de  anlaşılmadı.

Aslında o kadar uzağa gidip, nerelerde ortaklıkları oldu diye de aramaya gerek yok. Türkiye gibi aynı ülkenin dört ayrı sendika konfederasyonlarının bile birlikteliğini beklemek mümkün değil. Toplantı sonrasında Avusturya’da yayın hayatında olan yerel bir Türk gazetesinin haberine göre, Türkiye’den gelmiş üst düzeydeki sendika temsilcilerinin  düşüncelerinin birlik yönünde olmadığı biçimindeydi. İçlerinde sadece Türk İş, Türkiye’de de sendikaların birlikteliğini selamlanırken, Hak İş kesinlikle olmaz demiş, Disk ise kırk dereden su getirircesine, güdümlü sendikacılığa hayır demiş ve bu güdümlü olmamayı üç noktada toplamış, devletten, bir partiden ve sermayeden bağımsız olunması gerekir demişler. KESK ise işi demokrasi ile açıklamış.

Peki Avusturya Sendikalar Birliği ile Türk sendikalarının ne ortak yanı olur ki! Yıllar önce Avusturya’nın büyük işletmelerinden bazıları ülkedeki işçi ücretlerini ve personale ait diğer giderleri çok yüksek bulduklarından dolayı Çek Cumhuriyeti’ne, Slovakya ve Macaristan’a kaydırmışlardı;  bir ayakkabı firması da fabrikasını Trakya’ya götürmüştü. Avusturya Sendikalar Birliği o zamanlar üyelerinin işsiz kalmalarından ve kayıp ettikleri üyelerden dolayı ateş püskürmüşlerdi.

Burada bir de bir anımı paylaşmak istiyorum. Türkiye’den bir sendika delegasyonu AB üyeliği lobi çalışması yapmak üzere Brüksel üzerinden Viyana’ya gelmişti. Ben de Türk delegasyonu ile Avusturya sendika temsilcileri arasında çeviri yapmıştım.

O görüşmede Avusturyalı sendikacıları Viyana’daki dünya sendikaları çalışmalarına evsahipliği yapan Avusturya Sendikalar Birliği’ nin şimdiki genel başkanı temsil ediyordu.  Türkiye’den de görüşmeye biri kadın, biri üniversitede hoca, bir sendika başkanı ve bir sendika sekreteri olmak üzere dört kişilik bir heyet katılmıştı. Bu dört kişilik ekip içerisinde bulunan sendika sekreteri fırsat buldukça bana “ben buralarda nasıl kalırım, nasıl iltica ederim” diye sorup duruyordu. Görüşmelere geçilmişti. Bizim sendikacılarımız sürekli sendika özügürlüğü diyorlardı. Beylerimiz var olan  sendika konfederasyonlarını az bulumuş olacaklar ki, daha fazla sendika konfederesyonu ve ona bağlı yeni sendikalar kurulabilme özgürlügü için Türkiye’ nin AB’ye girişine  destek arıyorlardı. Kimbilir belki de yeni sendika konfederasyonları kurulduğu taktirde, Türkiye’de yatırımda bulunacak olan Avrupalı sermayeye karşı Türkiye’nin emekçileri biraz daha dağılarak ve bölünerek “güçleneceklerini” düşünmüşlerdi. Dile getirdikleri sendikal özgürlüğün dışında, Türkiye’ nin  AB’ye üyeliğinin neden gerekli olduğunu anlatmakta, bir kaç kalıplaşmış lafın dışında birşey söyleyememişlerdi. İşsizliğin Türkiye’de çaresine nasıl bakılır, sağlık hizmetleri nasıl düzenlenebilir, Türkiye’ de yaşam standartı nasıl iyileştirilir ve eğitim ve öğretimle ilgili konular sendikacıların sorunu değildi sanki.

İki sendikacı delegasyonun görüşmelerinin tümünü, Türkçeden Almancaya ve Almancadan Türkçeye aktarmıştım. Edindiğim izlenim, Avusturyalı sendikacıların büyük ve zengin kardeş, bizimkilerin ise yoksul ve yardıma muhtaç küçük kardeş konumunda oluşlarıydı. Bu görüşmede iki ülkenin sendika temsilcileri birbirlerine karşı emreden, emir almaya hazır ve minnetle yaklaşan davranışlarından sonra, gelişmiş kapitalist ülkenin işçisi ile geri kalmış bir ülkenin işçisinin ortaklıklarının olamayacağını düşünmüştüm. Aralarında eşit bir düzey yoktu.

Şimdi ise gene aynı düşünüyorum. Ve diyorum ki, hem sendika sekreteri, hem de banka yönetim kurulunda bulunan ve sadece sendikanın bankasından 330 bin Avro aylık ücret alan Avusturyalı sendikacı ile Afrikalı, Asyalı sendikacıların ortaklıkları olur mu? Ya da 20 yıl genel başkanlık görevini yürütmüş olduğu sendika konfederasyonu aleyhinde dava açarak 880 bin Avro kıdem ve çıkış tazminatı talep eden sendikacı ile diğer sendikacıların ne ortaklıkları olur,  hangi ortak noktalarda birleşerek, hangi ortak çalışmalar yapar!

 

1597150cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Bütün Ülkelerin Sendikaları Birleşin

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.