AVUSTURYA’DAN… İstenmeyen misafir getirdiğini yedi

Bana Avusturya hangi değerleri ile övünç duymalıdır diye sorulsa, kesinlikle suyuyla derim. Başka? Başka da  dünyaca ünlü müzisyenleri, sarayları, köşkleri, otelcilikleri ve dağlari ile. Şaraplarını da unutmamak gerekir. Aslında Avusturyalı da böyle düşünür, övünecek değerlerini bilirler.

Babam uzun yıllar Viyana’da çalışmış ve oradan da emekli olmuştu.  Son yıllarda hep yatakta kaldı, onun için sürekli özlemini duyduğu Viyana’ya bir daha getiremedim. Bende bu bir yara olarak kalacaktır. Babamı Viyana’ya getiremeyince, onun ölüm haberini aldığım da cenazesine Viyana’dan ne götürebilirim diye kısa düşünme şansım olmuştu. Babam Viyana’ya ve Viyana’nın suyuna hasret duyardı, kendisine ikinci bir yurt olmuştu.  Bu hasretle de aramızdan ayrıldı.

Havalanında üç şişe su almıştım yanıma. Her tarafın betonla kaplı olduğu Viyana’dan toprak götüremeyeceğime göre, su olabilirdi. O üç şişe suyu Viyana’dan Karşıyaka mezarlığına kadar götürdüm.  Babamı toprağa verirken,  gözyaşlarımla beraber elimdeki suyu babamın mezarı içinde akıtmıştım.  İçimden de yıllarca ekmeğini yediği,  suyunu içtiği,  metro inşatlarında ter döktüğü Viyana’dan selam fısıldadım.

Viyana’nın suyu Alplerden  gelir ve kar suyudur. Yaz kış buz gibidir ve tertemizdir. O birinci sınıf güzelim su, tuvalette, bulaşıkta, banyoda sakınılmadan kullanılır da, o suyla birlikte hep içim gider.

Suyun tuvalette, bulaşıkta ve çamaşırda  hoyratça harcanmasını yerel siyasi çalışmalar yapan arkadaşlarımdan birisi ile konuşmuş, duygularımı dile getirmiştim. “Siz güneylileri anlıyorum, ancak suyumuz çok fazla, bol bol kullanılmasında hiç bir sakınca yok” demişti.

Bir rivayete göre, Türkiye’den işadamları Almanya’ya gelmiş ve su ile ilgili ticari ilişkiler kurmak istemişler. Daha sonra da Avusturya’ya piyasasına bakalım, belki orada da pazarlayabiliriz demişler. Su örneklerini ve raporlarını Viyana Ticaret Odasına sunmuşlar. Sonuç, Avusturya tarafı bize göre sakıncası yok, piyasaya sürebilirsiniz. Ancak bu satmayı düşündüğünüz  suyun kalitesi bizim evlerdeki musluklardan akan suyun kalitesinden daha iyi değil demişler.

Türk ticaret delegasyonu Almanya’da gerçekten suyla ilgili ticari ilişkiler kurabilmişler midir, bilmiyorum. Dedim ya bu bir rivayet, ticaretle uğraşan tanıdıklar bir kaç yerde anlatmışlardı, herhangi bir yerde okumadım. Bu söylentinin doğru olmaması bile, böyle bir karşılaştırmanın anlatılmış olması Avusturyalının su konusunda haklı gururunun bir işaretidir.  Sularının kaliteli olduğunu bildiklerinden, gerçek olmasa bile böyle bir yakıştırmada bulunmuşlardır.  Bu rivayetin kaynağı Avusturya’da yaşayan göçmenler de olabilir, onlar iki tarafın su kalitesini böyle bir karşılaştırmayla dile getirmiş olabilirler.

Anlatmak istediğim konu aslında mayıs ve haziran aylarında Viyana’nın  iki zirveye evsahipliği yapmasıdır; Daha doğrusu ABD başkanı Bush’un Viyana ziyaretidir. 
Bush’un ziyareti, çeşitli nedenlerden ötürü Avusturyalılar tarafından sempati görmedi, Bush  aleyhtarı bir hava oluştu. Bu da kesinlikle Avusturya siyasi yaşamında pek rastlanılmayan nedenlerden ötürüdür. Avusturyalı koca bir mahallenin kapatılmasına ve oraya giriş yasağının konmuş olmasına pek alışık değildir.  Ondan dolayı da mahallenin insanlara kapalı olmasını, Avusturya’nın ulusal gazetelerinde bazıları Osmanlıların 1683 yılındaki Viyana kuşatmasından sonra ikinci kuşatma olarak değerlendirdiler. Mahallenin kapatılmasından doğan masrafın kimin karşılayacağını ve o masraflar yapıldı da, bize faydası nedir diye sordular hep.
Diğer taraftan da biraz da politik düşünür.  Bu politik düşünme, Bush’ un ziyaretini aralarında ortaokul öğrencilerinin de olduğu onbinlerce kişinin yürüyüşleriyle protesto edilmesinde  dile getirilmiş oldu.

En sağcı gazeteler bile Bush ziyareti ile ticaretin nasıl olumsuz etkilediğini işyeri sahiplerinin ağzından okurlarına aktardılar.  Şüphesiz farklı düşünenler de oldu “Bush’un ziyareti ile dünyanın gözü üstümüzdeydi,  miyonlar harcamış olsak bile bundan daha iyi reklam yapılamazdı” diyenler de vardı.

Bunların yanında, Yeşil  ve Sosyal Demokrat politikacılardan Bush aleyhinde hiç bir açıklama yapılmazken, aşırı sağcı bir politikacı “Bush’un savaş suçlusu” olduğunu ülkenin en ciddi gazetelerinde dile getirdi. Gene aynı aşırı sağcı politikacı Amerika’ nın İngiltere ile Irak’a  işgale hazırlandığı dönemde de Bush ve Blair’i ağır sözlerle eleştirmiş ve Irak’ta Saddam Hüseyin ile Bağdat’ta görüşmüştü.

Bunun yanında kendilerini 68 kuşağına ait görenlerden de herhangi bir protesto sesi çıkmadı.  Bazıları tarafından bizim Deniz Gezmiş ile kıyaslanan, Avrupa Parlamentosunda görev yapan ve “Biz Devrimi Çok Sevmiştik” kitabının yazarının Viyana’daki arkadaşları, geçmişte kendilerinin Nixon’ nın Avusturya ziyaretini protesto eylemlerini gösteren fotoğraflarının  yayınlanarak “Bizde de protesto geleneği vardı” diye provoke edilmelerine rağmen, ortalıklarda görülmedi ve sesleri hiç çıkmadı. Bu sesizlikten de çıkarttığım ders, bizim Deniz ile devrimi çok sevmiştik diyenlerin eş tutulmuş olmaları, kesinlikle Denizlere yapılmış bir hakaret olmasıdır. Bu tepkisiz sözde 68’lilerden en önemlilerinden birisi ile yıllar önce sohbetlerimin birinde, Amerika’daki seçim sonuçlarından demokrasinin kazancı olarak tesbit etmişti.  Bunun saflık olduğunu o sohbetimiz sırasında kendisine ilettiğimden ve Irak’ ın işgalinden bu yana alınganlık gösterip, benimle bir daha konuşmadı. ABD saldırganlığını gördükten sonra utandı da,  konuşmadı benimle,  yoksa saflığını bir Asyalı Türk’ün yüzüne vurmasından acı duyduğundan mı selam vermiyor bana bilmiyorum. Bunu hiç bir zaman da öğrenemeyecegim.

68 Kuşağından geldiği iddiasında olanlar, sıradan bisiklet sürücüleri ve  küçük esnaflar kadar bile olamadılar. Zira Viyana’ nın koca bir mahallesinde olağanüstü hal ilan edilip, mahalleye giriş çıkış yasaklanınca mahallenin esnafları “zararlarımızı kimler karşılayacak” diyerek Bush’u ülkede istenmeyen kişi olduğunu ilan etiler. Dükkan sahiplerinden başka, bisiklet sürücüleri de bisikletlerini parkettikleri yerde bulamayınca,  Bush karşıtı sözleri basında dile getirdiler.
Protestoların yanında Bush ziyareti bazı Avusturyalılar tarafından önemli bir reklam aracı olarak görenler de oldu. Ülke gelirinin çok önemli bir kısmını turizmden sağlayan  Avusturya, Bush’un ziyareti ve onunla ilgili yapılan  habercilikle milyonlarca paralarla yapılamayacak reklamın yapıldığını dile getiren çevre hiç de azımsanacak oranda değildi.

Bush ziyaretini zarar ve kar olarak değerledirip, ziyarete karşı ya da taraf düşünceler vardı. Ancak çoğunluğun orta düşüncesi her şeye rağmen Bush Avusturya’dan gitmesiydi. “İyi ki gitti” dediler. 

Bush Avusturya’dan Macaristan’a geçmeden önce, dışarda onbinlerce ortaokul ve lise öğrencisi protesto ederken, içerde çoğu eski Doğu Bloku ülkelerinden gelmiş,  Viyana’ da üniversite eğitimi alan 14 kadar seçilmiş üniversite öğrencisisi ile görüşme yapmıştı. Görüşmede seçilmiş öğrenciler,  kendilerine müsade edilen soruları sormazdan önce,  Bush’a minnettarlıklarını  bildirmişlerdi.

Bütün bu siyasi gelişmelerin dışında Bush misafir olduğu ülkenin ne içeceğinin ne de yiyeceğinin tadına bakmıştı. Viyana’da kaldığı süre içinde Bush,  beraberinde getirmiş olduğu gıda ürünlerini tüketmişti. Tuvalet kağıdını bile beraberinde getirmişti. Beraberinde bir şey daha getirmişti ki, tam da krallara layıktı.  Gıda ürünlerinin tadına bakmak ve onların zehirli olup olmadıklarını kontrol etmek için, bir de kimyager getirmişti.

Bush’un Avusturyalıların  sürekli gurur duydukları kaliteli ürünlerini tüketmemesi, yemeklerini yememesi ve sularını içmemesine bozulmuşlardı.  Bunun nedeni de hep dile getirdikleri “Zararımızı kim karşılayacak” sorusuyla açıklanabilir.

1597050cookie-checkAVUSTURYA’DAN… İstenmeyen misafir getirdiğini yedi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.