AVUSTURYA’DAN… Temmuz Sıcağı

Temmuz ayında üç haftadan biraz  fazla tatilde bulundum. Tatilde gene Türkiye’deydim.  Ağılıklı olarak İzmir Dikili’ de bulundum,  son bir haftayı ise Ankara’ da geçirdim.
Bu tatilde uzun zamandır isteyip de,  yapamadığım ufak tefek bazı isteklerimi yerine getirdim. Aslında bu basit istekler benim için yıllardır lüks olmuştu.

Sabahleyin kalkıp, bakkala gidip, bir sıcak ekmek ve okumak istediğim gazete ve dergilerle kahvaltı masasına dönmek hep hayalimi süslemişti.  Mis kokulu taze ekmekle, sıcacık çay ve gazeteler sevinç kaynağım oldu. Sıcağı sıcağına gazeteler ve özellikle sıcacık ekmek doyumsuzdu.

Özellikle Açık Gazete’ de yazan Mahmut Şenol arkadaşımızın Cumhuriyet gazetesinde pazar günkü sayılarından birinde  yazısını okumak bana başka bir keyif verdi. Tam bir sürpriz oldu benim için. Bir çok yerde yazdığını biliyordum, ancak Cumhuriyet gazetesinde de yazdığını bilmiyordum.  O gün kahvaltı masamızda Mahmut arkadaşımız da yerini almıştı.

Gazetelerin haberleri çoğu zaman arkadaşımızın yazısını okumak gibi keyif verici değildi. Hatta çoğu zaman iştah kesiciydi, lokmaların boğazımda düğümlenmesine sebep olacak nitelikteydi.

Amerika desteginde İsrail, bölgemizde Lübnan’ ı bombalıyor ve Amerika  Ortadoğu’nun haritasının yeniden çizilmesi gerektiğinin tehditlerini savuruyordu.

Gazeteler her gün yoksulluğa, eğitimsizliğe ve ondan kaynaklanan cahilliğe dair haberlere yer veriyordu. Bu haberleri okumak beni kederlendiriyordu.

Diğer taraftan ise sanki başka bir dünyada yaşıyorlarmış gibi, her gün sosyetenin ve onların sözümona sanatçılarının ne yaptığına ve nasıl yaşadıklarına ait magazin haberleriyle doluydu gazeteler. Hele bir iki tanesi vardı ki, her gün, her gazetede çeşit çeşit resimleri ile yer alıyorlardı.  Bir gün eski sevgilisi ile, ertesi gün eski sevgilisi ile; bir gün onun eski sevgilisinin yeni sevgilisi hakkında ne düşündüğüne yer veriliyordu. Ertesi gün ise bu haberciliğin tersi yapılıyordu. Bir de israf derecesinde onların yedikleri, içtikleri ve giydikleri şeyler yazılıyordu.

Çevremizde olan bunca savaşa rağmen,  sürekli basının konusu olmayı nasıl becerdiklerini anlamakta zorluk çekiyordum.

Kabul edelim ki bu “sanatçılar” çevremizde olan bitenleri umursamıyorlar; Irak’ta ve Lübnan’ da  ABD ve İsrailliler tarafından katledilen onlarca insanın,  yerle bir edilen evlerinin haberleri yanında,  yarı giyinik sosyete haberlerine yer veren basın hiç mi ahlaki sorumluluk duymuyor diye kendi kendime söyleniyorum.  

Kaldık ki dünyanın gözü önünde komşularımızda katliamlar düzenleyen ülkeler, ülkemizin kapısına kadar dayanmışlar ve “Orta Doğu’nun sınırları yeniden çizilecektir” diyorlar. Ayrıca, askeri dergilerinde bölgenin yeni resminin nasıl olacağına ait haritalar yayımlıyorlar. Bu da “sanatçıların” umurlarında olmayabilir.  Aslında kabahat belki de onlarda değil. Cumhuriyet ve Yeniçağ gazeteleri, Ulusal Kanal ve Aydınlık dergisi dışında konuyu haber yapan başka bir medya kuruluşu yok. Onları da okumayan okumuyor zaten.

 Okuyorlarsa bile belki  onlar da Amerikalılar Türkiye’ yi “Tayyip Erdoğan’dan daha kötü yönetecek değil ya” diye düşünüyorlardır.  Ya da acele davranıp, bazıları gibi yazılarında “kof çıkan harita diye” de düşünmüş olabilirler.  ABD Dışişleri Bakanı  Rice’in  “Ortadoğu’nun sınırlarının yeniden çizilme zamanı gelmiştir” açıklamasını yorumlamalarını da beklemek biraz fazla olurdu.  Ya gerçekten olan bitenler umurlarında değil, onun için kendi alemlerinde yaşıyorlar ve kendilerinin sürekli haber konusu olmasi için gayret göstererek, gündemde kalmayı istiyorlar.  Ya da  bölgenin ve ülkemizin sınırlarının yeniden ABD emperyalistleri tarafından çizilmesine taraftarıdırlar. Özellikle ikinci olasılıkdaki kişiler zaten bizim ülke insanı olarak değerlendirmek sözkonusu değildir.

Tatilimin son gününde Ankara’daydım. Viyana’ya gelecegim gün Ankara’da “ABD O Haritaya Gömülecek” adında bir yürüyüş düzenlenmişti. Beşbin kişinin katılmış olduğu o yürüyüşe ben de katıldım. Yürüyüş boyunca yıllarca görmediğim,  onlarca eski dostla hasret giderme olanağı buldum. Çok sıcak bir havaya rağmen beşbin kişi canlı ve dipdiriydi.
Severek okuduğum değerli yazarımız Nihat Genç de oradaydı. Uzaktan bir kaş defa görme fırsatı oldu. Yürüyüşe birlikte gittigim yeğenlerimden birisi tanıyormuş kendisini tanıştırmak istedi. Ancak binlerce insanın arasında bir daha göremedik. ABD’nin çizmek istediği haritayı Ankara’da Sakarya Caddesinden,  ABD konsolosluğu önüne kadar yürüyerek protesto ettikten sonra Viyana’ya döndüm.

Viyana her zamanki gibi kendi aleminde. Alplerin küçük ülkesi kendi iç politikası ile meşgul. Dünyada olan bitenlerden fazlacana etkilenmemiş.  Kendi iç politikalarıyla meşguller. Sendikacılar sosyal demokratların listesinde gelecek seçimde aday olmalı mı olmamalı mı; ya da birbirlerinden ayrılan iki aşırı sağcı partinin hangisi “Özgürlükçü” ismini oy pusulasında kullanacak. Bunlar koca bir yazın politik tartışma konuları olmuş ve olacağa benzer.

Biriken gazetelere bakıyorum. Haberlerde İsaril’in Lübnan’a yaptığı saldırı görmezlikten gelinmekte. Sadece İsrailin “mağduriyeti”, panzerlerin altında İsrailli askerin “hüznü”, İsraillilerin “çaresizliği” var.

Sadece Hizbullahın roketleri ve onun yol açmış olduğu hasara yer verilmiş.  Ayrıca  Yahudi kökenli bir Avusturyalıyla yapılmış söyleşiyi manşetten vermişler.  “İsrail’in yapacağı başka şey yoktu” demiş ve Avusturya kamuoyunda İsrail saldırğanlığının normalliğinin propoğandasını yapmış.

Gazeteleri okuyan,  sanki Lübnan,  Suriye veya İran’nın İsrail’e saldırdığını sanır. Böyle bir etki bırakılmak istenmiş. Belki de bu intibahın nedeni,  tarihten gelen İsraillilere karşı olan duyarlı ilişkileridir. Kendilerini affettiriyorlar belki. Ya da bazılarının tesbitleri gibi, belki  “Bu savaş bizim savaşımız değil” düşüncesindedirler. “Tarafsız” olmanın,  güçlünün yanında olmak olduğunu da biliyorlardır. Ayrıca bu taraf olmama durumu, bir zamanlar “Ne Sam Ne Saddam” diyerek ABD emperyalizminin elini güçlendiren politikanın devamıdır. Dolayısla onlar  Amerikan Emperyalizminin saflarında olduklarının da farkındalardır.

Avusturya da  tarihinde kendisini hep “tarafsız ülke” olarak hissetmiştir.   Sadece çocuklara ve yaşlılara pek üzüldüklerini dile getiren yazarlar vardı.  Köşe yazılarında savaşın yükünü çocukların çektiğinin altını çiziyorlardı. Ancak Lübnan’a gönderilen füzelerin üstüne  isimlerini yazıp, imzalayan İsrailli çocuklar Avusturya basınında kaybolmuşlar.  Bir de katledilen Lübnanlı çocukları görmemişler.  Hem öldürülmüş çocuk resimlerini gazetelere koymak yakışık alır mı hiç diye de düşünmüşlerdir. 

Avusturya’nın en domokratları, kendilerini 68 kuşağının temsilcileri olarak tanıtan kişiler, sözde anti emperyalistler, insan hakları savunucuları ve daha niceleri zırt pırt insan hakları zedeleniyor diye uçağa atladıkları gibi bulundukları ülkeden daha doğuya uçanlardan ses çıkmamış hiç.

Birikmiş gazeteleri gözden geçirdikten sonra,  aşırı ırkçı diye beğenilmeyen, dört yıl önce Irak’ ın işğalinden önce Irak’a gidip, Irak halkı ile dayanışma içinde olduğunu, Iraklının dayanışmaya daha fazla gereksinimi var diyen,  “solcu” Blair ve onun efendisi Bush’u eleştiren ve Bush’un bir savaş suçlusu olduğunu dile getiren Avusturyalı Jörg Haider mi daha anti emperyalist,  yoksa  onu beğenmeyen onu aşırı ırkçılıkla değerlendiren savaş konusunda “Bu savaş bizim savaşımız değil, ben taraf değilim”  diyen sözde solcular mı anti emperyalist diye kendi kendime soruyorum. Böyle düşünenler sadece piyon görevini üstlendiklerini kanıtlamaktalardır.

Benden bir hafta önce Türkiye’ den Viyana’ ya dönmüş sevgili eşim, bir hafta boyunca Avusturya televizyonundaki haberciliğe dikkatimi çekiyor.  Haberleri verirken İsrail’ in saldırılarının ve katliamlarının üstünü kapatmaya çalıştılar diyor ve Lübnan’ dan Türkiye’ye kaçan insanlara ait haberleri verirken de kaçtıkları ülkenin Türkiye olduğunu belirtmekten özellikle kaçındılar diyor.  

Herkes bu savaşta yerini iyi biliyor ve ona göre de mevzileniyorlar. Avusturya basını da ona göre yayın yapıyor. Ben, günün ABD’ nin karşısında olmayı gerektiğini düşünüyor ve ABD’nin Ortadoğu ve Asya’ da gömülmesi gerektiğine inanıyorum, bunun biricik doğru duruş olduğuna inanıyorum.  İkinci duruş da vardır, o da ABD’ nin safında  yer almaktır. 
Avusturyalı veya tarafsızlıklarıyla emperyalimz safında yerini almış kişiler ne düşünürlerse düşünsünler veya gerçek düşüncelerini özel ilişkilerinden dolayı isterse açıklamasınlar. ABD ve İsrail bir iki tane işbirlikçisi ile bölgede yapayalnızdırlar, er geç  mutlaka yenileceklerdir.

 

1597040cookie-checkAVUSTURYA’DAN… Temmuz Sıcağı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.