Bağdat’ta yeniden şekillenen politik dengeler ve Kürtler

BAĞDAT’TA YENİDEN ŞEKİLLENEN POLİTİK DENGELER VE KÜRTLER

Irak’ın-Kürdistan bölgesi dâhil-nüfusu yaklaşık olarak 26 milyondur. Bunun %97’si Müslüman (%60,65 Şii, %32,37 Sünni), %3’ü ise Hıristiyan’dır. Etnik dağılım olarak ise %75-80 Arap, %15-20 Kürt, %5 ise Asurî ve diğer etnik gruplardır. Ulus olarak tanımlanan iki ana grup Kürtler ve Araplardır. Bu bakımdan işgalci Araplar ile toprakları işgal edilen Kürtler arasındaki çok yönlü politik çelişki ve çatışma halen varlığını devam ettiriyor. Doğal olarak ortaya çıkan politik ilişkiler bu iki ulus arasında şekilleniyor.

Irak ve Güney Kürdistan bölgesindeki gelişmeler aslında sorunların giderek silahlı çatışmaya doğru evirilecek duruma gelmiş olması, aynı zamanda Ortadoğu haritasının yeniden şekillenmesinin habercidir. Bu bakımdan Irak’ta ortaya çıkan politik durum, aslında gerçek politik dengelerin oluşmasını sağlayan yeni ama çok önemli bir süreçtir.
2003 yılında ABD önderliğindeki küresel emperyalist koalisyon güçlerinin işgaliyle ortaya çıkan politik durum, bir bakıma zorunlu bir politik dengenin oluşmasına yol açtı. Saddam rejiminin yıkılması ve mevcut yeni bir sistemin kurulmasının henüz tamamlanmaması, ABD’nin halen bir askeri güç olarak bölgede olması, Irak’ın bölgesel ilişkilerde kendi rolünü yeterince oynamamasına ve özellikle kendi iç politik denklemini kuramamasına yol açmış bulunuyor. Çözümlenemeyen ve zorlamalara dayanan politik istikrar aslında gerçek anlamıyla istikrarsızlık çok daha belirgin olarak ön plana çıkmaya başladı. ABD’nin geri çekilmeye başlamasına paralel olarak Bağdat ile Hewler arasında derinleşen politik kriz, Irak’ta politik dengelerin yerli yerine oturmasının ilk adımı olarak değerlendirmek gerekir. Bu durum çatışmalı bir sürece yol açsa da, hem Bağdat ile Hewler arasındaki ilişkilerin netleşmesini sağlayacak.

Büyük Ortadoğu Projesinin önemli bir halkası olarak Irak’ın küresel sistem güçleri tarafından işgal edilmesi, salt bir rejim değişikliği olarak düşünmediler veya demokratik bir yönetim getirme anlayışında olmadılar. Esasen küresel sermayenin stratejik çıkarları için Irak’ın Ortadoğu ilişkilerinde oynayacağı roldü. Dönemsel olarak hesaplandığında Ortadoğu siyasal rejimlerinde en zayıf halka olarak görülen Saddam rejiminin yıkılmasının politik sonuçlarının bu düzeyde sarıcısı ağır olacağı da hesaplanamadı. Amerika’da karanlıklar prensi olarak tanınan Richard Perle, ‘Saddam rejiminin toptan tasfiyesinin bir hata olduğunu’ kabul ettişti.

Birinci dünya emperyalist paylaşım savaşı döneminde, İngiltere’nin ve Fransa’nın Ortadoğu’dan sorumlu iki subayı Mark Sykes ile George Picot, Kahire’de bir araya gelerek, Ortadoğu’nun yeni jeo-politik yapısını belirlediler. Karşılıklı çıkarlar içerisinde ‘yeni’ yapay devletler yarattılar. 1916 yılında Fransız ve İngilizler arasında yapılan ve iki subayın soyadını alan ‘Sykes-Picot’ anlaşmasıyla, Bağdat merkezli bugünkü Irak kuruldu. Bu anlaşmayla Kürdistan’ın Güney bölgesi de Bağdat merkezli oluşturulan devletin sömürgesi haline getirilir. Böylelikle Araplar ile Kürtler arasında ortaya çıkan ve hala devam eden tarihsel eşitsizliğin birinci dereceden sorumluları Batılı emperyalist güçlerdir.

1928’de kurulan 88 kişilik Irak parlamentosunda, Kürtler tamamen dışta tutulurken, Şiilere 27 kontenjan verildi. Böylelikle ülkesi işgal edilen Kürtler, politik sürecin dışına itilirken, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şiiler, İngilizlerin inisiyatifiyle oluşturulan parlamentoda azınlığa düştüler. 1930 yılında, İngiltere ile Irak hükümeti arasında yapılan ‘bağımsızlık’ anlaşmasında, nüfusun azınlığını oluşturan Sünniler, devletin fiili sahibi oldular. Arap merkezli parlamentonun oluşturulmasıyla da, Kürdistan’ın ilhakı resimleştirilmiş oldu. Bu süreç bütünlüklü olarak sona ermiş değil.

Irak’ın işgal edilerek Saddam rejiminin değiştirilmesinin uluslar arası ve bölgesel ilişkiler bakımından birçok nedeni vardı. Bunun iki önemli noktası ön plana çıktı. Birincisi İran, Irak ve Suriye, Ortadoğu’nun küreselleştirilmesine bir bakıma direnen devletler olarak ön plana çıktılar. Küresel sömürgecilik projesi olarak uygulanmaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi’nin ana halkası, Ortadoğu’nun küresel sisteme dâhil edilmesidir. Pentangon’un önemli danışmanlarından Tomhas Bernad’ın belirttiği gibi ‘küresel sistemin başarıyla yürüyebilmesi ve güvenceye alınması için Ortadoğu mutlaka sisteme dahil edilmelidir.’ Afganistan’dan sonra işgal alanlarının genişleterek körfez bölgesinin sisteme dâhil edilmesinin en zayıf halkası Baas Saddam rejimiydi. Sünni Saddam’ın toplumsal dinamiklerinin oldukça güçsüz ve kırılgan olması nedeniyle hedef tahtasına oturtuldu. Ayrıca Baas rejimleri daha çok Rusya yanlısı bir politika izlemeleri nedeniyle ABD’nin bölgesel çıkarlarıyla tamamen ters düşüyorlardı. Bu etkinin kırılarak ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarını güvenceye alınması ve stratejik enerji kaynaklarının bütünlü olarak denetimimin sağlanması amacıyla Irak işgal edildi. İkinci nokta, bölgesel ilişkilerde yarattığı etki oldu. ABD, Irak’ta kendi stratejik çıkarlarını geliştireceğini hesaplarken bölgedeki olası etkilerini yeterince hesaplayamadı. Sünni kökenli Saddam Kuveyt’i işgal etmesine rağmen, Şii çoğunluklu bir ülkede iktidar olması aslında fiilen bölge ilişkilerinde bir denge rolünü üstlenmişti. İran ile girdiği 9 yıllık savaş, aynı zamanda Şii politik hareketinin gelişmesini durdurmada önemli bir rol üstlenmişti. Bu bakımdan özellikle Irakla 814 km sınırı bulunan Suudi Arabistan için fiili bir denge oluşturuyordu. Bütün Ortadoğu denkleminde Suriye’nin tam tersi bir duruma sahipti. Saddam rejimi yıkıldı. ABD, enerji yataklarını kontrol etti. Kendisine uygun politik bir yapı oluşturmaya çalıştı. Peki, başarılı oldu mu? Olmadığı gibi çok daha kapsamlı sorunlar ortaya çıktı.

Nüfus yapısı dikkate alındığında, Şiirlerin Bağdat merkezini ele geçirmeleri artık kazınılmazdı ve bugünkü tablo da bu realiteyi doğruluyor. ABD’nin işgalden sonra Bağdat’ta oluşturduğu politik denge artık kırıldı. Şiiler, Bağdat’ta hâkim güç olarak kalmadılar aynı zamanda İran ile ortak bir politika oluşturmaya başladılar. Böylelikle hem İran’a yönelik oluşturulan kuşatma hareketi yarıldı, hem de İran’ın bölgesel yayılmacılığında önemli bir sıçrama tahtası haline geldi. İran, Irak içindeki politik dengelerde uzlaştırıcı, birleştirici bir rol üstlenerek Şii güçlerini merkezileştirdi ve böylece etkinliğini arttırdı. Bir başka önemli nokta da petrolün Ortadoğu’dan uluslar arası alana taşınmasında iki stratejik nokta bulunuyor: Hürmüz ve Basra körfezleri. Hürmüz boğazı İran’ın önemli bir etkinlik alanıyken, Basra körfezi ise Irak’ın önemli bir etkinlik alanıdır. Bu stratejik noktanın bölgesel Şii güçleri tarafından kontrolü son derece önemlidir. Böylelikle ABD’nin Irak eksenli geliştirmek istediği İran’ı kuşatma politikası esasen çöktü.
Aynı şekilde, S. Arabistan için çok daha tehlikeli bir politik ortam oluştu. Arabistan’ın Irak’a yakın sınır bölgelerinde Şii kökenli nüfusun yoğun olarak var olması, Suudi Krallığı bakımından çok ciddi bir tehlike oluşturmaktadır. Sadece S. Arabistan’da değil bütün körfez bölgesinden Yemen’e kadar yayılan bölgede Şiilerin politik etkinliği artmaktadır. Bu nedenle Suudi rejimi, sınır bölgelerinde Sünni kökenli radikal İslamcı örgütlere aktif destek veriyor. Böylelikle Bağdat rejiminde politik istikrarsızlığı süreklileştirerek, Şii politik hareketinin kendi topraklarında gelişmesini engellemeye çalışıyor.

Bağdat Şii iktidar merkezinin Suriye politikası, İran’ın izlediği politikanın kopyasıdır. Bu bakımdan Suriye’de Esad rejiminin kazanması için çok ciddi bir destek veriyor. Suriye’nin ekonomik nefes borusu Irak’tır. Ayrıca İran’ın askeri desteği Irak üzerinde gerçekleşiyor. Bu bakımdan Esad rejiminin sürekliliği esasen Iran ve Irak eksenli Şii politik stratejinin başarısının önemli bir halkasını oluşturacaktır.

Ancak Bağdat rejiminin esas stratejik çelişkisi Kürtlerledir. Bağdat merkezli Şiir politik gücü arttıkça bu çelişkiler çok daha belirgin olarak yansımaya başladı. Şii ve Sünni Arap milliyetçiliği, Kürtlerin politik gerçekliğini hiçbir zaman kabul etmediler. Bu durum, dün de böyleydi, bugün de böyle olacaktır..

ABD’nin işgaliyle, Bağdat ve Hewler eksenli iki yönetim merkezi oluştu. ABD’’nin baskısıyla hazırlanan Irak anayasası federatif bir yapıda olup Güney Kürdistan bölgesi ‘özerk’tir. Kürtlerin kendi iç iktidarını oluşturan yönetimsel yapıları bunuyor, ‘peşmerge’ askeri güçleri var ve kendi toprakları içerisinde ilkokuldan üniversite’ye kadar Kürtçe eğitimlerini yapıyorlar. Irak anayasasında Arapça ve Kürtçe olmak üzere iki resmi dili bulunuyor. Bu fiili durum, iç politik dinamiklerin oluşmasıyla değil, dışsal olguların ortaya çıkmasıyla oluştu. Bu bakımdan Bağdat Şii yönetim merkezi, bugünkü anayasayı içselleştirmiş değildir.

Maliki Şii iktidar gücü, Irak’taki politik gücünü pekiştirmek için çatışmalı bir süreci fiilen başlattı. Bunu yaparken, ABD’nin kendi çıkarlarına uygun belirlediği politik dengeleri yeniden şekillendiriyor. ABD, Irak’ın bazı stratejik kurumlarının başına Kürt ve Sunni kökenlileri atadı. Petrol bakanlığı, Dış işleri bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı Kürt kökenlilerden oluşturuldu. Bu aynı zamanda stratejik dengeleri elinde tutma politikasıydı. Bu politik bir süre etkili oldu. Ancak güç dengeleri değişmeye başladı ve iktidar Şii çoğunluğuna göre yeniden şekillendiriyor. Enerji kaynakları bakımından stratejik olan Petrol Bakanlığını bütünlüklü olarak değiştirildi. Bu dönem Kürt kökenli Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’yi değiştirme planı yapılıyor. Sünni kökenli Cumhurbaşkanı yardımcısı Haşim’i hakkında ilk önce tutuklama, daha sonra idam kararı çıkarttı. Sonra Cumhurbaşkanı Talabani’yi işlevsizleştirdi ve Talabani de Bağdat’ı terk ederek Süleymaniye kentine geldi. Mevcut Genelkurmay Başkanı’nın Kürt kökenli olması nedeniyle fiilen etkisizleştirildi. Özellikle Kürdistan bölgesine yönelik oluşturulan ‘Dicle Operasyonel Askeri Gücü’ doğrudan Maliki’ye bağlandı. Son iki hafta içinde 15 Kürt kökenli general görevden alındı. Böylelikle Bağdat merkezli Şii sistemini güçlendirmeyi, bir bakıma başka etnik unsurlardan arındırarak ‘saflaştırmayı’ hedefliyor.

Bağdat ile Hewler arasındaki stratejik çelişki Kerkük’tür. Kerkük ve yakın çevresinin petrol ve doğal gaz bakımından çok zengin kaynaklara sahip bulunuyor. Buranın kontrol son derece önemlidir. Aynı zamanda merkezi bir alan olarak bütün şehirlerin kontrol geçiş bölgesi olarak işlev görmektedir. Maliki, Kerkük olmadan ‘Özerk Kürdistan’ın stratejik rolünün kalmayacağının farkındadır. Aynı şekilde Barzani de, Kerküksüz bir Kürdistan’ın bölgesel ilişkilerde pek etkin olmayacağını biliyor. Bu bakımdan Kerkük üzerindeki çatışma Hewler ve Bağdat’ın bölgesel etkinliğiyle de doğrudan ilişkilidir. Maliki’nin ısrarla Irak anayasasının 104. Maddesinin uygulamaması, Kerkük’ün Kürdistan bölgesine dâhil edilmesine engellemeye yönelik bir politikadır.

Kürtler söz konusu olduğunda, bugünkü Şii Bağdat rejiminin esasen Saddam rejiminden politik olarak çok büyük bir farkları bulunmuyor. Mevcut politik dengeler nedeniyle Kürtlere yönelik saldırı politikasını uygulamaya koyamıyorlar. Şii iktidar gücü, bölgesel dengeler nedeniyle fiilen kabullenmiş gibi görünüyorsa da, esasen ‘Özerk Kürdistan Bölgesini’ hiçbir şekilde hazmetmiş değil. Politik koşulları oluşturduğunda, bugünkü anayasayı hemen değiştirmekten ve Kürtlere yönelik askeri hamlelere girişmekten tereddüt etmez.

Bu bakımdan bir savaşa yol açma potansiyeli yüksek olan Kerkük merkezli askeri güçlerin karşılıklı koşullandırılmasının politik arka planı esasen Kürdistan’ın geleceğiyle ilişkili bir durumdur. Her ne kadar ABD bütün diplomatik gücünü kullanarak Bağdat ile Hewler arasında olası bir savaş durumunu engellemeye çalışsa da, politik dengeler artık değişmiştir. Kerkük çatışması, bütün Irak’ı kapsayarak, bölgesel bir düzeye yükselebilir. Bunun nesnel koşulları çok yönlü mevcuttur.

Burada ortaya çıkan birkaç temel nokta bulunuyor: Birincisi, Şiiler güçlendikçe Kürtlerin mevcut kazanımlarına karşı politik ve askeri hamlelerini arttıracaklardır. Bu akımdan Kürtler, geleceğini Bağdat’ın politikalarına göre belirleyemezler. Hewler ile Bağdat arasında politik bağ artık kopmuştur, bu bir realitedir. İki farklı iki ülke gerçeği artık netleşmiştir. İkincisi, bir Kürt şehri olup ve son derece stratejik bir önemi olan Kerkük, Kürdistan’ın kalbidir ve terk edilmemelidir. Üçüncüsü, Kürtler, politik stratejilerini uluslar arası ve bölgesel güçlerin çıkarlarına göre oluşturmamalıdırlar. Kürtler, kendi stratejik çıkarlarına uygun özgü politikalar oluşturmadıklarında, daha çok bölgesel güçlere göre kendilerine konumlandırdıklarında hep yenildiler. Bu tehlike bugünde karşımızdadır. Bilinmelidir ki ABD’nin bölgesel çıkarları değiştiğinde, Türkiye’nin çıkarları farklılaştığında Kürtleri pazarlamaktan tereddüt etmezler. Ama Kürtler kendi bölgesel stratejilerini oluşturduklarında kazanımcı olurlar. Dördüncüsü, Hewler yönetiminin, Bağdat hükümetiyle karşı karşıya geldiği fiili savaş durumunu dikkat alındığında, PKK’ye yönelik yaptıkları ‘silahsız çözüm önerilerinin’ iç boş bir politika olduğu ve tasfiyeci bir rol oynadığını kavramaları gerekiyor. PKK gerçeğini artık çok daha net kabul etmelidirler. Beşincisi, Uluslar arası ve bölgesel güçlerin çıkarları sonucu Suriye’de ortaya çıkan fiili durum, Kürtler bakımından son derece önemli stratejik sonuçlar doğurdu. Kürtler bu politik durumu çok iyi değerlendirdiler. Ancak bugünkü kazanımların hiçbir garantisi yoktur. Esad rejimi ile Muhalif güçlerin Kürt politikası esasen aynıdır. Öyle ki gerektiğinde Kürtlere karşı ortak saldırı hamleleri yapabilirler. Bu bakımdan Hewler, Suriye’deki Kürt kazanımlarını bütün gücüyle, hiçbir kişisel, politik hesap yapmadan her yönde desteklemelidir. Barzani bilmeli ki, Suriye’de Özerk Kürdistan’ın kurulması ve meşru bir yapıya kavuşması, Hewler’in stratejik gücünü arttıracaktır. Altıncısı, bugünkü sürecin birleşik bir güce dönüştürülmesi için, Kürdistan Uluslar Konferansının toplanması artık kaçınılmazdır.

Ortadoğu’nun bütün politik dengeleri değişti ve haritası da kaçınılmaz olarak değişecektir. Yeni haritanın stratejik merkezinde Kürtler olacaktır.

Küresel güçlerin kendi stratejik çıkarları için oluşturdukları ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ artık ‘Büyük Ortadoğu Patlaması’na dönüşmüş bulunuyor. Gelecek hafta ‘Büyük Ortadoğu Patlaması’nı ele alacağız.

__________________

* [email protected]

1607910cookie-checkBağdat’ta yeniden şekillenen politik dengeler ve Kürtler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.