Demokrasi lüks mü? (V)

12 Eylül 1980 sabahı, ülkenin güllük gülistanlık hale gelmesi, siyasilerin alaşağı edilmesi nedeninden kaynaklanmıyordu.
Aksine askerin sivil yönetimi devre dışı bırakmak amacıyla sokağa, kanlı olaylara müsamaha etmesi, hatta bunların yaygınlaşması için planın bir parçası olduğunu gösteriyordu.

Tıpkı 1960’larda Demokrat Parti iktidarının, muhalefeti ve basını susturmak için Meclis’te “tahkikat komisyonu” kurmasının bahane gösterilmesi, ardından üniversite gençliğinin sokaklara çıkması, ardından üniversite hocalarının iktidarı protesto etmesi gibi…

1980 yılına gelindiğinde askeri vesayet “müesses nizamı” korumak ve kollamak amacıyla yönetime el koyunca emekleyen demokrasi yine askıya alınmıştı.
Demokrasi bu millet için hala lükstü.

Darbeciler yönetimi sivillere devretmek için bu kez acele etmediler. 1960 darbecileri bir yıl içinde yeni bir anayasa yaptırıp seçimlere ol verirken, 1980 darbecileri ise istedikleri gibi bir anayasa çıkarmak için üç yıl iktidarda kaldılar.
Ülkede ne kadar aydın, solcu, sendikacı varsa, sağ-sol demeyip işkenceye tabii tuttular, hatta 17 yaşındaki bir genci dahi asmaktan geri kalmadılar.
17 bin kişinin faili meçhul cinaete kurban edildiği kanaati giderek yaygınlaştı.

1983’de siviller yönetime geldikten sonra ülkede demokratik açılım Turgut Özal tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı. Türk Parasını Koruma Kanunu (ki 70 yıllık yasaydı) bir gecede değişti ve üzerinde bir dolar bulunan kişinin sorgusuz sualsiz hapse tıkılması devri kapanmış oldu.

Özal ekonomiye ağırlık verdi. Biraz da çevresine önem ve imkan verdi.

Tek başına iktidarda kaldığı dönemde özelleştirmeler sayesinde hem demokratik açılım gelişti, hem de kişi başına düşen milli gelir arttı. Sonra koalisyonlar dönemine girildi.

1996’ya gelindiğinde iktidarda sağcı-liberal zihniyetin temsilcisi DYP ile dini referanslı Erbakan’ın Partisi Saadet Partisi koalisyonu kuruldu.

Dönüşümlü Başbakanlık döneminde DYP Genel Başkanı Çiller yerine Erbakan’ın “Önce ben başbakan olacağım” demesi yüzünden ilk defa bir dinci partinin yönetimi başlamış oldu.
Çok da gergin bir döneme girildi.
Herkes Batıya değil, Doğuya doğru gidileceği korkusuna girdi.

Askerin bu dönemde yeni bir strateji izleyeceği kimsenin aklına gelmiyordu.
Askerler tarafından iki defa koltuğundan indirilen eski Başbakan Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı makamında oturması ülkede artık darbe olamaz anlamına gelmiyordu.
Çünkü Demirel hiçbir zaman askerlere direnmediği gibi aksine Çankaya Köşküne çıktıktan sonra da sivil yönetime (Özellikle Erbakan’a karşı) müsamahasız davranmaya başlamıştı.
Bir anlamda bu askerlerin işine gelebilirdi.

Neticede askerlerin Çankaya’ya çıkmasına yeşil ışık yaktıkları Demirel tarafsız kalacak mıydı, yoksa askerler gibi mi düşünecekti.
Yıllar öncesine dayanan Erbakan’a karşı tavrı, okul arkadaşını kendi partisine almaması hangi noktaya taşınacaktı?

(devam edecek)

1628220cookie-checkDemokrasi lüks mü? (V)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.