Dünyayı kadınlar kurtaracak…

Son yıllarda dikkatimi çeken bir şey var; duyarlı, derinlikli, hayatı başka bir boyutta kavrayan, daha barış sever daha hümanist bir bakış açısıyla ele alan; insan ya da doğa sevgisini güç ya da madde ile olan ilişkiden üstün tutan, kısacası ölü-sevici veya eşya-sevici olmayan, yaşam-sevici, insan-sevici bir yaklaşımla ortaya konan eserler hep kadın eliyle üretilmiş…

Bu tür eserlerin altında hep bir kadın imzası var;  ya senaristi ya yönetmeni, ya yazarı, ya çizeri, ya bestecisi ya söz yazarı hep kadın olmuş bu eserlerin…

Örneğin bir kitap okuyorsunuz, olaylar, duygular, ilişkiler, karakterler öylesine içselleştirilerek  ve öylesine farklı bir bakış açısıyla kavranarak aktarılmış ki, hiç düşünmeden hemen bir kadın gözünün değdiğini, o eserin baştan başa  bir kadın yüreğiyle biçimlendiğini hissediyorsunuz…

Daha eserle ilk yüzleştiğiniz anda bir kadın ancak bu şekilde görebilir ya da böyle bir eser ancak bir kadın algısı ile yazılabilir yargısına hemen varabiliyorsunuz…

Bu tür eserler üreten erkek yok demek istemiyorum; ama yıllarca üretilenden farklı bir üretim eğilimin dünyaya hakim olmaya başladığını söylemek istiyorum kısaca…

Kadının dünya sahnesine çıkışıyla beraber, dünyadaki her türlü üretime katılımı ve dünyanın yeniden şekillenmesinde yer almasıyla birlikte, bariz bir şekilde gözlemlenen bir olgu bu… Fark etmemek mümkün değil…

Bu ayrımı neden mi bu kadar kolay yapabiliyorum…

Çünkü yüzyıllar boyunca dünyada ne üretilmişse erkek beyniyle ve düşüncesi ile üretilmiştir; bu kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Erkek dünyayı nasıl görmüşse öyle anlatmıştır; hayatı kendi ölçülerine ve değer yargılarına göre  geçirmiştir eserlerine… 

Üretmek istediği rolleri, güç ilişkilerini ve kendi işine gelen dünya düzenini üretmiştir sürekli olarak;

Dünyayı nasıl biçimlendirmek istiyorsa öyle biçimlendirmiştir… 

Ta ki kadın dünya sahnesinde erkeğin yanındaki  yerini alana kadar… Ondan önce kadının ne olduğunu bile yine erkek anlatmıştır…

Kadın bir kumaşsa erkek bir terzi olmuştur; kadını biçimlendirmiş, ölçmüş, biçmiş, istediği şekli vermiştir ona; istediği dünyayı oluşturmak için istediği anlamı yüklemiştir kadına; böylece dünyada kadın işleri ve erkek işleri gibi, kadın rolü ve erkek rolü gibi  ayrımlar oluşmuştur

Erkeğin belirlediği bu dünyada kadın evinde oturmalı; iyi bir eş iyi bir anne, iyi bir ev kadını olmalıdır; evin içinde yaratıcılığını istediği gibi kullanmalı ama elinin hamuru ile dışarıdaki işlere bulaşmamalıdır…

Din, ahlak, felsefe bunları söylemiş, bunları düzenlemek amacıyla kullanılmıştır…

Din, günahtır demiştir kadının dışarıda çalışmasına, kadının dışarıdaki dünyada söz  sahibi olmasını yasaklamıştır böylece…
Felsefe kadın aklını küçümsemiş, erkek düşüncesinin hakim olduğu ütopyalar ve gelecek kurguları üzerine yoğunlaşmıştır daha çok…
Ahlak kadını her fırsatta ayıplamış; erkeğinin biçtiği rolden saptığı anda onu ahlaksızlıkla yargılamıştır…

Bütün bu düzenlemelerin arkasında şüphesiz erkek eli ve iktidarı vardır… Fizik, matematik, kimya nasıl erkek işi ise; din,  felsefe, ahlak, edebiyat da erkeklerin hakimiyetinde olan alanlardır o yıllarda.

Bakın dünya edebiyatının büyük  yazarlarına, bilim adamlarına (bilim insanı kavramı bu yüzden zaten kullanılmamıştır o dönemlerde ve bilimi üretenlere bu yüzden bilim insanı değil bilim adamı denilmiştir) hepsi erkektir bunların…

Ancak son birkaç yüz yılda kadın üretim alanında ya da kamusal alanda yerini alabilmiştir. Daha önce kadın kendi başına bir varlık dahi olamamıştır; Yeri ya çocuklarının yanıdır ya da kocasının yatak odasıdır; kendine ait tek kişilik odası bile olmamıştır kadının…

Bu yüzden dünya yüzyıllarca erkek gözüyle ve erkeksi yargılarla anlatılmıştır:

Güzel erkeğe göre güzeldir;
Acı veya hüzün erkeğin algıladığı biçimde acı veya hüzündür…
Bir annenin evlat acısı ya da yavrusuna duyduğu hasret bile erkek duyguları ile anlatılmaya çalışılmıştır.

Erkek dünyasında savaşlar kutsal savaşçılar kutsanmış varlıklardır…
Cesaret, dayanıklılık, katılık, duyguları belli etmemek, hatta duygusuz olmak üstün özellikler; ağlamak, yumuşak davranmak, acımak, hassas olmak  değersiz duygulardır; erkeklerin ürettiği eserlerde bu yüzyıllar boyunca böyle kabul görmüş, böyle aktarılmıştır.

Duygular da tarafsız değildir bu dünyada, erkeklerin gözünde duyguların cinsiyeti, iyisi, kötüsü, üstünü, değersizi çok önemlidir.

Sonuçta  öyle bir şey olmuştur ki, erkek düşünce ve kurgusuyla oluşturulmuş bu eserleri ve onların aktarımıyla yaygınlaşan değerleri tek gerçek kabul eden kadın  bile zamanla kendisini okuduğu eserlerdeki gibi görmeye, kabul etmeye  başlamıştır… Ya da öyle değilse bile erkeğin onayını alabilmek için öyle olmaya zorlamıştır kendisini…

O dönemin dünyasında, değerli bir kadın olabilmek için erkeğin biçtiği role uymak, erkek yargısının onayından geçmek gerekmektedir çünkü…

Dünyayı, hayatı, savaşı, barışı, sevgiyi, arzuyu, aşkı, özlemi, ölümü, acıyı hep erkek beyniyle, erkek algısıyla tanımlamak zorunda kalmıştır kadın… Hayatta bir şeyleri kendi tanımı ile ifade edebilmek için  bile yüzyılların geçmesini beklemek zorunda kalmıştır…

Kadının kaybettiği bu zaman zarfında dünya da çok şey kaybetmiştir…

Savaşların halen kutsanması, bugün hala ölüm üzerine yazılan senaryoların  yaşam odaklı projelerden, yaşama hakkını her şeyin üstünde tutan, insanları öldürmeye değil yaşatmaya çalışan projelerden üstün tutulması, kadınların dünya üretiminde yer almalarındaki bu gecikmeden dolayıdır bana göre…

Ben inanıyorum ki, dünyadaki her şey, kurumlar, ilişki biçimleri, örf ve adetler, değerler, siyaset, ekonomi; akla gelen her şey, kadın üretimi ile, kadınların bu üretim alanlarındaki katkılarının çoğalması ile daha güler yüzlü, daha yaşanılabilir ve daha insancıl olabilecektir; daha güzel yarınlara ulaşmak ancak ve ancak kadın perspektifinin dünya üzerindeki her alana yerleşmesi ile mümkün olabilecektir…

En azından kadının katkısı ile şekillenen bir gelecek bugünkünden daha insancıl, daha barışçıl ve daha adaletli olacaktır.

Çünkü savaşı seven kadınlar değil erkeklerdir;
Gücü seven kadınlar değil erkeklerdir;
Hegemonya kurmaktan hoşlanan kadınlar değil erkeklerdir;
İktidarı her şeyden üstün tutan, paylaşımdan hoşlanmayan kadınlar değil erkeklerdir…

Bu arada böyle kadınlar yok değil midir, tabii ki vardır… Ama onlar kadın değil, erkekleşmiş kadınlardır; ve bana göre erkeklerden daha çok zarar vermektedirler hem dünyaya hem de hemcinslerine, yani gerçek kadınlara…

Son Söz: Dünyayı kadınlar kurtaracaktır ama kadın gibi kadın olanlar; dünyaya ana gibi sıcak, şefkatli bakanlar;  yüreği paylaşımla, sevgiyle, adaletle dolu olanlar…

Sevgiyi her ayrıntıda yaşayan, her ayrıntıya aktaran, sevgisiz bir dünyada yaşanmayacağını bilen kadınlar…

Silahın olduğu yerde MUTLAKA BİR YAŞAMIN SÖNECEĞİNİ BİLEN KADINLAR; Biri giderse öbürü gelir diyemeyen; ölen her canın canlarından koparak gittiğini hissedebilen kadınlar…

ÖLÜMÜ erkeklerden daha derin yaşayan ve bu yüzden ŞAVAŞI hiç sevmeyen kadınlar…

Ve yine bir gün savaşlar bitecekse ve dünya savaşlardan kurtulacaksa eminim; DÜNYAYI KADINLAR KURTARACAKTIR…

________________

* İÜ’de Öğretim Üyesi

1079960cookie-checkDünyayı kadınlar kurtaracak…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.