EGOSUZ CÖMERTLİK

MÜNİR KARATAŞ – 1968 yılının 18 Mayıs’ında Cannes Film Festivali festival sarayının büyük salonu Fransa’nın önde gelen yönetmen ve yapımcıları tarafından işgal edilir ve gösterimler durdurulur. Amaçları Kültür Bakanı tarafından görevinden alınan Fransız Sinemasının en önemli insanı hatta kurucusu denebilecek Fransız Sinametek’in  Başkanı Henri Langlois’in  görevine iade edilmesini  ve  hükümetin Sinematek üzerindeki baskılarının kaldırılmasını sağlamaktır. 

Öğrenci örgütleri ve sendikalar da bu eylemlere destek verir. Ertesi gün efsanevi yönetmenler Carlos Saura ve Milos Forman filmlerini festivalden çeker. Soruçta Henri Langlois’e   hakları iade edilir ve bu eylemler festival için önemli gelişim ve değişimlere neden olur. 

Dünya film festivalleri içerisinde tartışmasız yıllardır ilk sırada olan Cannes Film Festivali tarihinden bir örnek vererek bizim festivallerimiz için kalem oynatmayı şimdilik diğer arkadaşlara bırakıp kaldığımız yerden devam ediyorum. 

Öncelikle yazılarımda da bahsetmeye çalıştığım referanslar eşliğinde sinemamız için bir durum tespiti yapalım.

Ülkemizde bağımsız film üretimini destekleyecek bir seyirci potansiyelimiz yok gözüküyor. Bu filmlerin sinema dışı gösterim alanları da son derece sınırlı. Yaygınlık anlamında lokal dağıtım sorunlarımız var, ekonomik koşullar sinema seyircisini etkiliyor. Pekala, ama yeri geldiği için söylemek zorundayım, pandemi sonrası inanılmaz bir şekilde atağa kalkan Türk Tiyatrosu en az yüzün üzerinde oyunla üstelik sinemadan daha pahalı bilet fiyatlarıyla Anadolu’nun ücra şehirlerinde bile neden kapalı gişe?

¨Francis Ford Coppola film setinde

Sinemamız iki binli yıllardan bu yana, tabiri caizse -beş-altı istisna dışında- filmleriyle birlikte ilk yönetmenler mezarlığı, her yıl bu mezarlık büyüyor. Bağımsız filmler sadece yerli festivaller için yapılıyor demek abartı olmaz. 2022 yılı Adana Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü alan ¨Ela ile Hilmi ve Ali¨ vizyonda kaldığı 6 hafta boyunca 2 bin 886 seyirci, aynı yıl Antalya Film Festivali En İyi Film Ödülü alan ¨Karanlık Gece¨ vizyonda kaldığı 15 hafta boyunca 16 bin 876 seyirci sayısına ulaşabilmiş. 

2022 yılında vizyona çıkabilen bağımsız film sayısı 44, bu filmlerin hepsinin toplam seyirci sayıları Nuri Bilge Ceylan son filmi ¨Kuru Otlar Üstüne¨nin dört haftada ulaştığı   276 bin 727 seyirci sayısından az. (kaynak Box Office  Türkiye) 

Endüstri yok, piyasa var. Kendilerini “stüdyo” gören/zanneden yapımcılarımızdan bağımsız filmler için destek beklemek de tam anlamıyla safdillik. Hadi zorlayıp, en irilerinden bir- iki tanesinin stüdyo olduklarını varsayalım, bu yıl sıradan filmlerimiz iyi iş yaptı, o zaman bir tane de olsa farklı bir hikâyesi olan yetenekli genç bir yönetmeni destekleyelim diyen de düşünen de yok. 

44 yerli filmden dünya dolaşımı -hadi üç ülkeyi bile kabul ettik- başarabilen film sayısı beş filmi geçmez.

Bu durum tespitinin ardından   Türk sinemasının gelişim ve değişimi ile uluslararası yaygınlığı için düşüncelerimi ifade etmek isterim.

Olabilse çok iyi olurdu ama mademki yok, olmayan Sinema Burjuvazisini, Bakanlığın desteklerini, kendini stüdyo zanneden büyük yapımcıları bir kenara koyalım, onlar bulundukları yerde ve pozisyonlarında kalsınlar.

Türk Sineması için gerçekten yeni ve kolektif bir “yaratıcılık” vizyonunun öncülüğüne ihtiyacımız var.

Bu vizyonun başlangıcının ise kavramsal olarak “Egosuz cömertlikle başkalarının yeteneklerine duyulan güven ve o yetenekleri ortaya çıkartma kararlılığı” olduğunu düşünüyorum. 

Meksika, Şili, Arjantin, İspanya, Kanada, Güney Kore, Bulgaristan, Romanya, Polonya; İskandinav ülkeleri ve son dönemde Güney Afrika Sineması yukarıda tanımlamadığım ruh hali ve yaklaşımla neler başardı, başarıyor. Bu ülke sinemaların yakın tarihi bu bağlamda birçok örnekle dolu, ben de geçmiş yazılarımda sözünü etiğim anekdotlar ve benzerleri ile bu sürece tanık oldum, olmaya da devam ediyorum.

Bizim de sadece ve sadece ilk olarak yukarıda sözü ettiğim vizyonun başlangıcını ateşleyecek “kendini aşmış sinemacılara” ihtiyacımız var. Kendisi dışında başka yeteneklere yol açan, kol kanat geren, ilişkilerini, deneyimleri paylaşan, onlar için elini taşın altına koyan sinemacılardır, kastım ve beklentim. 

Onların isimlerini buraya yazmaya gerek yok. Kendilerini biliyorlar.

Bugüne kadar bildiklerimizi unutarak denediklerimize de takılıp kalmadan, deneyimlerimizden dersler çıkararak yeniden ve kararlı bir şekilde bu vizyonla birlikte “bağımsız film yapımcılığı topluluğu/ toplulukları tasarlamak” ve hayata geçirebilmek sinema entelektüellerinin ana hedefi olmalıdır.

Bu yaklaşım üzerine çalışmanın, düşünmenin ve eyleme geçmenin Türk Sinemasının geleceği için çok önemli olduğuna inanıyorum.

İlk bakışta Türk Sineması için uzun ve meşakkatli görünen bu yol, çok önemsediğim “egosuz cömertlik” yapacak kendini aşmış sinemacılarla bir anda bambaşka, hiç hayal bile edemediğimiz şekilde gelişip ilerleyecektir.

Film üretimlerimizi yukarıda anlatmaya çalıştığım yaklaşımla, sinemamızı senaryo-yönetim-pazarlama- finans- kolonları üzerine birbirleriyle uyumlu bir şekilde, inanılmaz hızda gelişen yeni teknolojileri de -özellikle yapay zeka ve blok zincir- adapte ederek, yeni nesil, yetenekli sinema âşığı, özverili, donanımlı gençlerimizle yeniden inşa ederek bulunduğu sıkışmışlıktan kurtarabiliriz. 

Mevcut değerlilerimiz de birbirine parmak sallamak yerine en azından Amerikan Zoetrope ruhundan biraz ilham alarak kendi aralarında “egolarını” bir kenara bırakıp birbirlerinin üretimlerine düzenli, sistematik katkı sağlayacak bir kolektif üretim şekli, disiplini becerebilirlerse sonuçlarına yakın gelecekte kendileri bile şaşıracaktır, eminim. Buradaki Zoetrope kavramıyla, şunu amaçladım; Ünlü sinema insanı Francis Ford Coppola tarafından geliştirilmiş kolektif sinema girişimi olarak Zoetrope, aslında Yunanca bir kökene ait kelimedir. Hayat döngüsü olarak kullanabiliriz!

Bir iki yönetmenin kişisel özverileri, yetenekleri ile bu alanda elde ettikleri sonuçları tabii ki değerli görüyor, alkışlıyorum. Ama bu başarılarını bir sektör başarısı olarak görmek bana göre mümkün değil.

Bu yazıyı yazarken mail adresime üyesi olduğum meslek birliğinden Bakanlık Telif Hakları Genel Müdürlüğü’nün 20-21 Ekim tarihlerinde düzenleyeceği telif hakları ile ilgili” panel” duyurusu geldi. Yazı yayınlandığında yapılmış olacak. Ülkemizde müzik eseri sahipleri mevcut yasalara göre yıllardır düzenli telif geliri elde ederken, sinema ve TV eseri sahiplerinin aynı yasa ile nedense hiç telif geliri elde edememesi garabetinin müsebbibi olan Bakanlık, üstelik “gelişmiş ülkelerdeki meslek birliklerinin de inceleneceği” bir panel düzenliyormuş! 

Panel katılımcıları içinde bırakın meslek birliklerini- bir yapımcı meslek birliği başkanı- dışında kimse olmadığı gibi bir tane yönetmen ve senaryo yazarı bile konuşmacı olarak yok. Panel konuşma ve sunumları yayınlanacak mı, diye konuşmacılardan bir tanesini arayıp sordum, görüntü alınacağını, deşifre sonrası kitap olarak toplantıya katılan yapımcı meslek birliğinin bedelsiz dağıtacağını söyledi. Yayınlanınca elde etmek için takip edeceğim.

Bazıları için bu yazıda giriş yaptığım yaklaşım “çok ütopik” gelecektir. Alışığım ve onları da anlayabiliyorum, hayal etmenin, düşünmenin ve istemenin de bir sınırı yok, en azından ben yaşadığım sürece hayal etmeye ve düşünmeye devam edeceğim.

Yeni ve kolektif bir yaratıcılık vizyonu ile bağımsız film topluluğu/toplulukları tasarlamayı ve hayata geçirmeyi nasıl başarabiliriz? 

Bir sonraki yazımda irdeleyeceğim.  

 

2727910cookie-checkEGOSUZ CÖMERTLİK
Önceki haberKayıp çocuk sayısı yedi yıldır belirsiz
Sonraki haberTCDD’den Starbucks kararı!
MÜNİR KARATAŞ
Münir Karataş1962 yılında Eskişehir’ de doğdu. Öğrencilik yılllarında Türk Haberler Ajansı Eskişehir Bürosu’nda muhabir olarak çalıştı. Çeşitli gazete ve dergilerde yüzün üzerinde haberi yayınlandı.Yönetmen olmak için İstanbul’a göç etti. Free-lance yönetmen olarak game show’lar, TV dizileri, TV Show’ları, reklam filmleri, video klipler ve belgeseller çekti.Hobby olarak Sony Müzik Türkiye için onbir adet Etnik Müzik albümünün prodüktörlüğünü yaptı. Albümler Sony – Colombia & Mor etiketiyle 2000 yılında satışa sunuldu.2001 yılında tek merkezden çoklu noktalarda reklam yönetmek ve yaratmak için kullanılabilecek alanındaki ilk yerli yazılım olan MorSoft’un yazılım mimarisini Nurcan Güzel ile birlikte oluşturdu.Türkiye’ye iki binli yılların ilk çeyreğinde Almanya’dan ilk Daylight Screen’i, Amerika’dan da 3D Holografik Screen’i getirdi.TÜBİTAK-UZAY Teknolojileri Enstitüsü ile yedi yıllık sürede ortaklaşa geliştirilen yüksek teknoloji ürünü ses ve görüntü tanıyan, analiz eden yazılımların mimarilerini dizayn eden onbir kişilik akademisyen ekip içerisinde Proje/Telif hakları sahibi sıfatı ile görev aldı.Süreç içerisinde gerçekleştirmek amacıyla; Sinema Filmleri, TV dizi senaryolarını yazdı.2012 yılından bu yana Türkiye’ye ithal ettikleri sinema filmlerinden oluşturdukları kataloğu işletmeye devam ederken, ilk romanı üzerinde çalışıyor ve Nurcan Güzel’in film sektörü için ¨Blok Zincir¨ altyapısında geliştirdiği özgün projesinin kurucu ekibinde yer alıyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.