Herşeyim yüreğimdeki adalet duygusu

Kendimde en çok sevdiğim, asla kaybetmek istemediğim yönüm, yüreğimdeki adalet duygusudur… Bu öyle önemli bir şeydir ki beni zulüm etmekten, hak yemekten, haksızlık yapmaktan, güçsüzlere, düşkünlere karşı acımasız olmaktan korur; mahzunları, yoksulları, öksüzleri, çaresizleri görmemi, onlara karşı duyarlı olmamı sağlar; insanlık için daha adil, daha eşitlikçi, daha kardeşçe, daha barışçıl bir dünya hayal etmekten hiç vazgeçmememi sağlar…

13 nisan 2009 tarihi itibariyle ERGENEKON OPERASYONU Üniversiteleri de vurdu… Bölümümüzden emekli olan sevgili hocamız Prof. Dr. Erol Manisalı da bu operasyondan payını aldı. Ben şahsen ulusalcı değilim ama emperyalizmle ilgili çok şey öğrendim hocamdan…
Biz genç öğretim üyeleri ve asistanları, gerek derslerinde gerekse bölümdeki sohbetlerinden çok önemli bir şey daha öğrendik ki, bunu her yerden öğrenmek de mümkün değildir; o da
‘dünyaya bakarken, ağaçları tek tek görüp ormanı kaybetmek yerine, ağaçları ormanın birer parçası olarak değerlendirip ormanı bir bütün olarak kavrama yeteneğine sahip olmanın önemidir.”

Bugün Türkiye de sapla saman karışmıştır; kafalar karmakarışık, manzara toz dumandır… İnsanlar zorla bir kalıba sokulmaya, taraf olmaya zorlanmaktadır. Taraf olmaya karşı olduğum için değil, hayata karşı tabii ki bir taraf olmalıyız; ama ille şucu, bucu olarak değil, insan haklarından, adaletten, sevgiden, barıştan yana taraf olmalıyız. Görüşü aynı olmasa da acı çeken, zulüm gören, haksızlığa uğrayan, hakkı yenenlerden taraf olmalıyız. Bizim gibi düşünüyor diye, bazı insanları kayırmamalı, onların zorba ve yanlış uygulamalarını görmezden gelmemeli, onlara yandaşlık ederek suçlarına ortak olmamalıyız…

Evet taraf olmalıyız ama, ezilenden, hak arayıp bulamayandan, doğruluğu ap açık olandan taraf olmalıyız…

ERGENEKON OPERASYONU konusunda kusura bakmayın ama hiçbir şekilde taraf olmak istemiyorum. Çünkü gözlerimizin önüne serilen faili meçhul cinayetler, toprak altına gömülmüş silahlar, cesetler, bunların sorumluları bir şekilde açığa çıkarılacaksa, çıkarılsın, Türk toplumu bu yaralardan, bu lekeden, bu yükten kurtulsun, buna bir diyeceğim yok ama iyi bir şey yapılıyormuş gibi gösterilip o furyada, o kaosta masum insanlar kim vurduya gitmesin lütfen; hayatları karartılmasın; zulüm, işkence görmesin, kişilik hakları rencide edilmesin; toplumdaki saygınlıkları ayaklar altına alınmasın…

Bu hiçbir adalet duygusuna ve vicdana sığmaz… Hiçbir inanca, etiğe sığmaz…

Güneş balçıkla sıvanmaz…

Aşağıda geçen yıl bu tarihlerde bu başlıkla bir yazı yazmıştım. Bu yazı o gündense bugünün koşullarına daha çok uyuyor; o yüzden aynı şeyleri tekrar yazmak yerine, okuyan veya okumayan tüm okurlarımın bu yazımı bir kez daha empatiyle okumalarını rica ediyorum…

Yüreğinizdeki adalet duygusunun hiç kaybolmaması dileğimle…

GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ
14 Mayıs 2008

Apaçık olan en kapalı olandır bazen; örten, saklayandır… Gözümüze sokulan aslında görmemizin istenmediği şeylerin önünde oluşturulmaya çalışan bir perdedir; gerçeğin ambalajlanmış, kılıfa sokulmuş halidir…

Gerçek ambalajın kendisi değil ambalajın içindekidir (Althusserci okuma); kılıf gerçeğin etrafına sımsıkı örülmüş bir duvar, gerçeğin hapishanesidir…

Bunları neden söyledim şimdi; bunları söylüyorum çünkü öyle maskeli bir dünyada yaşıyoruz ki; olduğunu sandığımız şeyler olduklarını sandığımız şeylerden çok farklı ve neden olarak bildiğimiz bir çok şey bizi aslında gerçeklerden uzaklaştırmak için kurulan bir tuzaktır…
Gözlerimizi kamaştıran şey güneşin kendisi değil, güneşin aydınlığını örtmek için birileri tarafından yüzümüze yansıtılan yalancı bir ışıktan başka bir şey değildir…

Boşunadır ama çabalar;“GÜNEŞİN BALÇIKLA SIVANAMAYACAĞI ve KARANLIKLARIN ER GEÇ AYDINLIĞA ÇIKACAĞI” denenmiştir, bilinmektedir…

İnsanlık tarihi, kendi çıkarları adına güneşi balçıkla sıvamaya kalkışanlarla, her şeye rağmen güneşi bu balçıklardan kurtarmaya çalışanların mücadelesiyle doludur…
Kendi yakın tarihimizden örnekler sunalım isterseniz; bu ülkede binlerce insan öldürülmüştür; Genç insanlar; henüz hayata hiç atılamamış, birikimlerini hayata aktarma şansları hiç olamamış insanlar; Gencecik körpe fidanlar…

Bunlardan hiç unutamadıklarımız -geçtiğimiz 6 Mayıs darağacında asılarak öldürülmelerinin 36. yıldönümüydü- Deniz Gezmiş’tir; Yusuf Aslan’dır; Hüseyin İnan’dır… Bu ülke nice Deniz Gezmiş’ler, Yusuf Aslan’lar, Hüseyin İnan’lar feda etmiştir Güneşi balçıkla sıvayabilmek için…
Nice senaryolar yazılmış, oyunlar oynanmış, değişik provakasyonlarla toplum çatışmaya sürüklenmiş, ayrışmalar, saflaşmalar yaratılmıştır…

Hangi görüşten olursa olsun genç insanlardır bunlar; üniversiteli, hatta liseli öğrencilerdir… Heyecan doludurlar; kanları kaynamaktadır; hayata dair kaygıları, güzel yaşamaya dair özlemleri vardır; tek istedikleri sosyal adalettir, güvenliktir… Daha insanca yaşamaktır…
Kendilerince doğru bildikleri yolda mücadele etmekte, gençliklerinin verdiği heyecanla provakasyonlara ve öfkeye kapılabilmektedirler…

Kolay hedeftirler bu yüzden… Meyve vermeden zehirli olduklarına karar verilmiş, kökünden sökülmeye namzet fidanlar gibidirler…

Gerçekler göründüğünden öte kirli ve tehlikelidir… Onları perde arkasından izleyen, kontrol eden, istediği zaman kışkırtan, istediği zaman sindiren, bir kaşık suda fırtınalar çıkarabilen karanlık güçler vardır… Tıpkı gölge oyununda olduğu gibi; arkadaki görüntü dışarıya çok farklı yansıtılmaktadır… Düğmeye basıldığı an ortalık karışmakta, neye niçin saldırdıklarını bilmeyen kitleler bir anda galeyana gelerek birbirlerinin boğazına sarılmaktadır…

Örnek mi istiyorsunuz; kısa bir süre önce yıldönümü olan12-13 Mart 1995 gazi olayları, Temmuz 93 Sivas Katliamı; Temmuz 1980 Çorum, 26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları… Türkiye bu tür senaryolar için bereketli topraklar gibidir; Sağcı-Solcu, İslamcı-Laik, Alevi-Suni, Türk-Kürt her türlü ayrışmaya uygun, her türlü çatışmayı besleyecek zemin vardır Türkiye’de…

Peki erdemli bir amaç var mıdır bu vahşet senaryolarını haklı çıkaracak? Ya da böylesi kirli yöntemlerle ulaşılan bir amaç erdemli olabilir mi?!!! İnsanı insana kırdıran, canı cana düşman yapan, kendi halkına karşı dahi gözlerini kırpmadan silah doğrultan, bomba atan bir zihniyet herhangi bir ideal veya amaç için haklı bulunabilir mi?!!! Meşru çıkarılabilir mi?!!!
Güce tapmaktır bunun adı; iktidar olmayı yaşam hakkından üstün tutmaktır; Bunların gücün o soğuk gölgesinde kalpleri buz tutmuş, insanlıkları yok olmuştur…

Bunun dünyadaki en popüler temsilcilerinden biri şüphesiz ABD başkanı George Bush’tur…
Son olarak farklı bir boyutta da olsa, bir başka şiddet ve barbarlık örneğinden bahsetmek istiyorum; Bu 1 Mayıs’ta İstanbul’da yaşananlardan… Öldürmeye kast edecek uygulamalar gördük o gün meydanlarda, sokak aralarında… Silahsız, savunmasız insanların kıstırıldıkları yerlerde gaz bombasına, biber gazına, tazikli sulara maruz bırakıldığını gördük; coplarla, tekmelerle hırpalandığına tanık olduk…

Bazı binalarda insanlar içeri kıstırılıp, üzerlerine gaz bombaları atıldı; Kapılar kilitlenerek dışarı çıkmaları önlendi; bu cana kasıt değil de nedir?Amaçlanan nedir bu tür bir müdahalede?
Farklı bir saflaşmaya tanık oldu bu 1 Mayıs’ta Türkiye…

Sağcı ve solcu sendikaların meydanlarda ayrışmasına; ayrıştırılmasına… Bir taraf akıllı akıllı, uslu uslu eğlenip bayramlarını kutlayan örnek sendika olarak toplumun gözünde meşrulaştırılmaya çalışıldı ve sendikalı olmak isteyenler için doğru adres olarak gösterildi; diğer tarafa ise asi, anarşist, terörist muamelesi yapılarak güneş bir kez daha balçıkla sıvanmaya çalışıldı; işçilerin haklı talepleri haksızlaştırılmak istendi…

Toplumda bu tür oyunlara kananlar vardır mutlaka… Çünkü hala güneşin balçıkla sıvandığını göremeyecek kadar kör olan kitleler vardır…

Ama gençlik umut doludur; Gelecek her şeye rağmen aydınlık olacaktır bu yüzden…
Ayrıca bugün farklı bir dünya vardır karşımızda… Haksızsanız, adaletsizseniz, kendinizi meşru kılabileceğiniz zeminleri kolay kolay bulamıyorsunuz artık; Yaptıklarınız anında deşifre olabiliyor tüm dünyada… Uyguladığınız barbarlıkları insanlığın ortak vicdanında, ortak aklında aklamak hiç de kolay olmuyor; bir halka masal anlatmaya benzemiyor bu….

Hele işlenen suç insanlık suçuysa; hiç kimse hiçbir yere kaçamıyor; er geç tarih yargılıyor suçun faillerini… Hitler ya da Naziler kaçabildiler mi yargılanmaktan? Zamanında yargılanamayanları da tarih yargıladı…

Kitle iletişim araçlarındaki devrimle ortak bir dünya aklı, ortak bir dünya vicdanı oluşmuştur bugün ve bu dünya aklı, tüm insanlığa ırka, dile, dine, kültüre ve renge eşit mesafede durarak, herkesin herkesle herkes için ortak bir hak mücadelesinde bulunabileceği ortak zeminler sunarak geleceği daha umutlu kılmaktadır…

Bekli de dünyamız bu tür sivil insiyatif ve örgütlenmelerle yönetilecektir bundan sonra… Kapalı kapılar ardında iş çevirmek, haksız, barbarca uygulamalarda bulunmak, zulmetmek, işkence yapmak hiç de kolay olmayacaktır geleceğin toplumunda…

KARANLIKLAR ER YA DA GEÇ AYDINLIĞA ÇIKACAKTIR…

Akıl ve vicdan, şiddeti, barbarlığı kaba gücü yenecek; silahsız, kansız, vahşete bulaşmadan hak mücadelelerinin yapılabileceği daha sağduyulu, daha güzel, daha adil bir dünya gerçekleşecektir gelecek kuşaklar için..

Yarının dünyası, “biz büyüdük kirlendi dünya” denmeyen, büyüdükçe güzelleşen bir dünya olacaktır umarım…

Buna İnanmak istiyorum…

Tıpkı GÜNEŞİN BALÇIKLA SIVANAMAYACAĞINA inandığım gibi…

1080290cookie-checkHerşeyim yüreğimdeki adalet duygusu

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.