Hukuk Savaşı…(III)

Faruk Eskioğlu’nun başına gelen ve yargıya intikal eden medya-hukuk çatışması nasıl sonuçlanır bunu kestirmek zor.
Yargı- siyaset ve yargı-güç ilişkisinin rolü etkili olmazsa mesele yok.
Olursa yapacak bir şey yok.
Belki  şimdi var.
Sorunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesin taşımak.
Ama ben kendi hukukumuza güveniyorum.
Güvenmeye de devam edeceğim.
Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz.
Ama nasıl?
Medya çalışanlarının başına gelenler bir kader değil.
Alınlarına yazılmış şeyler değil.
Tamamen anayasa ve yasalardan kaynaklanıyor. 1980 darbecileri ihtilalde medyanın da üzerinden geçtiler. Keşke tanklarla geçselerdi, sonradan kendine gelirdi medya. Yasalarla üzerinden geçtiler tüm yasaları çalışanların aleyhine değiştirdiler ve emekcilerin kol kanatlarını kırdılar.
Sendikacılık ortadan kalktı. Göstermelik var. Mostralık yani.
İşverenler güçlendi. Güçlerine güç katıldı.
Medyanın güveneceği sivil toplum kuuluşları olan cemiyetleri, dernekleri ve de sonradan icat konseyleri işverenle işbirlikci oldu.
Yazılarımı okuyanlar şimdi soruyorlar.
Ğeki ne yapmalı?
İşte tablo ortada.
1983 yılını ben Milat olarak kabul ettiğimi defalarca yazdım. Hatta anılarımı topladığım kitabımda da vurguladım uzun uzun.
İşte o dönem muhabirlik rafa kaldırıldı.
Çünkü Genel Yayın Müdürleri muhabirliğe soyundu. Gazetecilikteki normal piramit ters çevrildi. Ama başlar ayak, ayaklar baş olmadı bu kez. Başlar yine baş. Üstelik ayakların da görevlerini üstlendiler.
Yani bir genel yayın müdürü isterse muhabiri devreden çıkarabiliyordu o dönem. Şimdi de öyle.
Mesela, muhabirin geçtiği haberi gazetelerin genel yayın müdürleri, cumhurbaşkanı, başbakan veya bakanlardan teyid ettirebiliyor.
Bununla neyi anlatmak istiyorum, biraz açayım.
Gazetecilikte her çalışanın gazetesinde bir yeri vardır. Yerler bellidir. En altta yer alan muhabirler haber taşırlar. Uzmanlık alanlarında görev yaparlar. Bir polis muhabiri kendi alanından, adliye muhabiri de kendine ayrılmış alandan sorumludur. Günlük haberlerini bu alanlardan vermek zorundadırlar. Rutin veya özel haberlerini merkeze geçerler.
1983’lerden sonra Özal’ın muhabirlerden “yanak alması” ve ardından “siz haberlerinizi yazın, istediğiniz kadar aleyhimde haber üretin, ben bunun altından kalkarım” diye için için gülerek hayata geçirdiği bir formül var. Bu yöntem halen geçerli.
Neydi Özal’ın formülü?
“Her gazete  benim, bakanlarımın, karımın ve çocuklarımın aleyhinde yazı yazabilir.
Bu aleyhta yazılar nasılsa sonunda her gazetenin  mutfağında toplanıyor.
Peki mutfakta mutlak hakim kim?
Genel yayın müdürleri.
O halde muhabirler ne yaparlarsa yapsınlar, demek ki genel yayın müdürleri son sözü söylerler.
Bu gerçeği bilen Özal ve kurmayları doğrudan genel yayın müdürlerini muhatap aldılar.
“İstediğin an bana telefonla ulaşabilirsin. Nerde olursam olayım ben ara” diyerek tüm gazete sorumlularına mavi boncuk dağıtan Özal, muhabirleri yani emekcileri böylelikle devreden çıkardı.
Genel yayın müdürleri de “Ben istediğin an cumhurbaşkanına, başbakana, bakanlara ulaşacaksam o takdirde muhabirlerin haberlerini de birinci elden tahkik edebilirim” duygusuna kapıldı ve bu etik dışı durum hoşuna gitti.
Özal bununla da kalmadı. Gazetelerin ilk baskılarını, yani Anadolu kentleri için yayınlanan baskılarını da geceden incelemeye aldı.
Yani gazeteleri gece matbaalardan getirtip, aleyhindeki haberleri önlemek için yeni bir yönteme başvurdu.
Bunu da genel yayın müdürleri vasıtasıyla gerçekleştirdi. Geceden getirtip okuduğu gazetelerde aleyhte yer alan haberler için gece geç saatlerde de olsa genel yayın müdürlerine ulaşmayı başardı.
Al-gülüm, ver-gülüm meselesi.
Genel yayın müdürleri kendisini aradığı zaman, onlara bol bol malzeme, görüş ve haber bilgisi aktaran Özal, bu kez geri dönüşleri almaya başladı.
Aleyhte haberi yayınlayan genel yayın müüdürüne “Bak şu haberi böyle yazmış senin muhabir ama öyle değil. Dogrusu böyle, böyle. Sen bunu düzelt. Şehir içi baskılarında bu haberi düzeltilmiş olarak görmek istiyorum. Sana daha sonra özel haberlerim olacak ha” diyerek, haberi “doğru” yazan muhabirlerin devreden çıkarılmasına neden oldu.
Genel müdürlere bol bol malzeme sunan Başbakan Özal, bunun bir bedeli olduğunu da geri dönüşlerle almayı bildi.
Bunu cumhurbaşkanı olduğu dönemde de sürdürdü.
Yaşayan tanık, Çankaya’da o dönem Özal’ın sözcülüğünü yapan Kaya Toperi’dir.
Bir de eski gazeteci Can Pulak.
Özal Çankaya’da medyaya hedef olmamak, özellikle de eşinin “papatyalar dönemi”ni Lale Devri’ne çevirmesine karşı korumak için, Genel yayın müüdürleri ile daha sık konuışmaya başladı. Tüm aleyhteki gelişmelerin yayın organlarında yer almaması için uzmanlar kadrosu da kurmayı ihmal etmedi. Kendisinin yetişemediği yerlerde sözcüleri genel yayın müdürlerine ulaştılar.
İşte bu dönemde, hatırlayanlar bilir Hürrriyet’in tepesinde görev yapan ve Özal’ın Çankaya Köşk’ün tek patronu olarak gerçekleştirdiği icraaatlarını yere göğe sığdıramayan Ertuğrul Özkök’ün adı,  Ertuğrul Özköşk’e çıkmıştır.

Devam edecek…

1624240cookie-checkHukuk Savaşı…(III)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.