IŞİD, Paris’in pimini 2005’te çekmişti

Alternatif olarak da toplumumuza hep beyaz adamın ileri demokrasisi bir model olarak sunuldu. Ancak biz sadece kendi dinamiklerimiz içinde yarattığımız o garip demokrasiden bir adım öteye gidemedik. Tüm bu demokratikleşme çırpınmalarımız arasında hep kaçırdığımız bir nokta vardı. Beyaz adam demokrat olmak mecburiyetindeydi, bizde ise öyle bir zorunluluk yoktu.

Beyaz adamın yıllarca sömürdüğü ülkeleri bu çağda da sömürmek ve köleleriyle kurduğu imparatorluğunu korumak için demokrasiye ihtiyacı vardı. Demokrasi, getirdikleri eski sömürgelerinin hala %85 gelirini alan beyaz adam köleleliği de modernleştirerek devam ettirdi. Yani eski sömürgeci, yeni emparyalist devlerin olmazsa olmazı demokrasiydi.

Bu yüzden sömürgeci beyaz adamın ülkesine gittiğinizde dünyanın her yanından gelmiş göçmenleri görürsünüz ve kağıt üstünde eşit hakka sahip olduğumuza inandırılan bir ülkede tatil yaptığınızı sanırsınız. Ancak o insanlar hiçbir zaman beyaz adamla eşit olmamıştır, hiçbir zaman aynı şansı bulamamış ve ezilmekten kurtulamamıştır. Beyaz adam demokrasisiyle o modernize edilmiş kölelerini aslında hiç sevmemiştir, onları sadece “tolare” etmiştir. Bu “tolarasyon” kelimesi aslında son Paris saldırısını anlayabilmek için de bize en önemli ipucudur.

Fransa göçmenlerini ve renli ırktan olan vatandaşlarını pekçok diğer sömürgeci ülke gibi şehrin güneylerindeki banyolerine hapsetmiştir. Oralarda izbe ve fakir bir hayatı yaşayan insanlar zaten ceplerinde para olmadığı için beyaz adamın yerleşkelerinden uzakta hayatlarını sürdürmek zorunda kalmışlardır. Şanslı olanlar hotelde temizlikçi, restoranda bulaşıkçı, caddede temizlikçi gibi servis sektöründe iş bulursa güzel yerlere gitme şansına ancak sahip olabilmektedir. Yine de
bir kafeye gidip öğle molasında kahve içecek paraları hiç ceplerinde olmaz.

Göçmenlerin yaygın yaşadığı bölgelerde okullar ve sağlık hizmetleri beyaz adamın yaşadığı yerlerden çok geridedir. Polisi çağırsanız da zaten gelmez. O yüzden kendi sorunlarını bile aralarında çözmeyi öğrenmişlerdir. Uyuşturucu heryerdedir ama nedense kimse engel olmaz. Asimilasyon dayatmasıyla yasamaya mecbur edilen bu göçmenler de aslında sevilmediklerini çok iyi bilirler ve sadece “tolare” edildiklerini tüm benliklerinde hissederler.

Özellikle Paris ve Marsilyadaki bu insanlar zamanla içinde yaşadıkları ortamdan kopmaya ve ev sahibinden nefret etmeye başladı. Gün be gün eziklikleri tepkiye, tepkileri şiddete dönüştü. Her bas kaldırışları sert bir yanıt bulunca bu kez birleşerek daha güçlü bir kardeşlik ittifakı kurmaya yoluna gittiler. Beyaz Fransızlar ise umrunda bile olamadığı bu çoğu müslümanlardan oluşan topluluğun aslında nasıl olup da hızla örgütlendiğini göremediler. Ta ki 2005 yılına kadar.

2005 yılında Fransızlar hiç de alışık olmadıkları Los Angeles ayaklanmasının bir benzeriyle karşılaştı. Wikipedia kısaca bu olayı şöyle açıklıyor. “Paris’te 27 Ekim 2005 akşamı, kimlik kontrolü yapan polis tarafından kovalanırken yüksek gerilim trafosuna sığınıp elektrik çarpması sonucu Kuzey Afrikalı Zyed Benna (17) ile Bouna Traoré’nin (15) ölümü ve 17 yasındaki Muhittin Altun’un ağır yaralanmasının ardından başlayan ayaklanmalar. Olayların başlamasından sonra bir camiye gaz bombası atılması ve Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’in olaylara karışanlara “ayaktakımı” (çapulcu) olarak nitelemesi gerilimi tırmandırmıştır. Terör dalgası, Paris’in Kuzey Afrikalı göçmen azınlığın yoğun olarak yaşadığı semtlerine sıçramıştır.
Ayaklanmayı destekleyen Kuzey Afrikalı ve Kuzey Afrika kökenli Fransız azınlık, Fransa’yı saran isyana, yoksulluk ve polisin Kuzey Afrikalılara karşı kötü ve ayrımcı tutumunu neden olarak göstermektedirler. Sağduyulular ve terör karşıtları ise, olayları kınamaktadır. Olayların başladığı banliyöde yaşayanların yarısının 20 yasin altında olduğuna ve işsizlik oranın yüzde 40’un üstünde olduğuna dikkat çekilmektedir. Polisle çatışan çoğu Afrika kökenli gençlerin yaşları 12-25 yaş
arasında değişmektedir. 11 günde yaklaşık 8.700 aracı ateşe veren öfkeli azınlık, okul, spor salonu, işyeri, otobüs garajı ve antrepolar dahil 300’e yakın kamu binasını da hedef almıştır. Paris’in ardından Fransa’nın diğer kentlerinde de araba kundaklama olayları olmuştur.”
İşte o 27 Ekim 2005 yılı Fransa için bir milat olabilecekken çok büyük bir fırsat kaçmış ve bu tolare edilen göçmenler üzerine daha ağır baskılar getirilmişti. Jacques Chiraçtan sonra akıllı bir dış ve iç politika geliştiremeyen Fransız hükümeti “Bizden değilsiniz, haddinizi bilin” politikalarını benimsenerek yangına benzin dökmüştü.
İşte tam 10 yıl sonra benzin dökülen o banliyöler çevresini yakmaya başladı. İşidi kim kurdu, arkasında kimler var, Amerikan-İsrail oyunları gibi zırva komple teorilerine takılmak yerine clichy-sous-bois banliyösünde neler olduğunu anlayamaya çalışmalıyız.

1577590cookie-checkIŞİD, Paris’in pimini 2005’te çekmişti

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.