“Kuşlar uçmasın. Rüzgar esmesin. O uzaktan sızan ezgi de dinsin. Siz de susun. Yastayız… Yazarımız, kardeşimiz, yoldaşımız Muhammet Çankıran’ı kaybettik… Yastayız… Canımızı canına ulayamadık, ömrümüzü ömrüne katamadık kardeşim Muhammet. Senden özür dileriz…” diye yazabildim. Sevgili Muhammet Çankıran’ı yitirmiştik. 26 Mart’taki (2020) mesajında sevgili abisi Merdan “Başımız sağolsun” diyordu…
Ölüm kimseye yakıştırılmaz ama sevgili Muhammet’e hiç mi hiç yakışmazdı. 2019’un Eylül’ünden bu yana gördüğü tedaviyle hastalığın bileğini bükeceğini düşündüm hep. Kara haberden tam 9 gün önce onun iyileşeceğine yorduğum rüyamı anlattığım kısa mesajımı, “Sen de hep aklımdasın kardeşim. Yüreğine deniz doldur” diye yanıtlamıştı dostum.
Geçen ekimin ikinci yarısıydı. Tottenham Hale’de Oakfield Avukatlık Bürosu’ndaki son gününün akşamı sevgili eşi Zerrin’le yemeğe geldiklerinde o güzel gözlerinde savaşçı kararlılığını görmüştüm yine. Daha sonraki günlerde hastane ziyaretlerimde Zerrin’le Merdan’ın da kısa zamanda gen konusunda uzmanlaştıklarını görmüş, hastalığa karşı hep birlikte meydan savaşı verdiklerine tanık olmuştum. Kasımda tedavisiyle ilgili kısa mesajlarının birinde de “Çok işimiz var daha, mücadeleye devam” diyordu.
Muhammet Çankıran… Londra’daki toplumda efsane avukat, iyi bir yazar, sıkı bir devrimci, iyi bir eş ve olağanüstü bir babaydı. Cesur, mantıklı, bilge, kalender, halden anlayan, yardımsever, vefalı, eğlenceli, şakacı ve iyiydi. Gezegende ona rastlamak, hele dostluğunu kazanmak büyük şanstı. Seveni ve dostu çok olan sevgili Muhammet, her yıl İÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden arkadaşlarıyla buluşmaya Türkiye’ye gider ve dönüşünde de bol şamatalı hikayeler getirirdi. Hastalığı sürecinde onlarca dostunun Türkiye’den yalnızca onu görmeye geldiğini belirtmeliyim.
Onun yemek arasına denk düşen Costa’daki haftalık “çete” toplantılarımızda, sohbetimiz toplum ve dünya gündemi olsa da biriktirdiğimiz komik hikayeler birbirimizi güldürme yarışına dönüşürdü. Genellikle haftalık köşe yazılarımın konusunu bu derin ve komik mevzulardan çıkarırdım. Sevgili Muhammet sohbetin ilk 10 dakikasında lafı mutlaka döndürüp dolaştırır Zerrin’le kızları Açelya ve Hazal’a getirirdi. Dostumun sorunları hep toplumsaldı. Kişisel sorunları kolay aşacak kadar da güçlü ve bilgeydi.
Çok okur, dünya gündemi ve Marksist literatürü iyi takip ederdi. “Gelecekteki robotlu yaşam” gibi ütopik bir konuyu uzman bilgeliğinde, bol alıntılı olarak saatlerce anlatabilirdi.
Toplumun gelmiş geçmiş en iyi ve en dürüst avukatlardandı. Baronun etik kurallarına uymayan meslektaşlarını açıkca eleştirir, mağdur müvekkillerinin eski avukatlarına telefonda hadlerini bildirmekten de çekinmezdi. Para hiçbir zaman önceliği olmamıştı. Müvekkilinin maddi durumunu gözetip karşılıksız takip ettiği dosyalar az buz değildi. Uzmanı olduğu Ankara Anlaşması konusunda sosyal medyada kurulan gruplardan birinin “komisyon karşılığı dava gönderelim” teklifine sert tepki göstermişti. Ölümle tehdit edildiği için avukat bulmakta zorlanan bir müvekkilin haklı olduğunu anlayınca davasını korkusuzca kabul etmişti.
Londra’da Bizim’Kiler başlıklı kitap çalışmamda toplumda iz bırakan 100 isim arasında biyografisini aktardığım dostum Muhammet, yol göstericiliğiyle çalışmanın hem babası hem de aleyhte dava yollarını tıkayan hukuk danışmanıydı. Toplumda gerçekten güven kazanmış ve önemli bir yer edinmişti. İAKM-Cemevi’nin akil adamlarının bulunduğu “Danışma Kurulu” üyesiydi. Toplum medyası onun görüş ve uyarıcı yorumlarına sıkça başvuruyordu. Toplumdaki derneklerin bilgilendirici toplantılarına severek zaman ayırdığını da eklemeliyim.

Israrım üzerine 9 Mayıs 2019’da başladığı Açık Gazete’deki köşesiyle pek çok okuru kendisine müdavim eden dostum, tedavi sürecinde öykü tadındaki anılarını yazmaya başladı. Londra’daki toplumu da anlatan yazılarının edebi olduğu kadar sosyolojik değere de sahip olduğunu söyleyemeliyim. Dostumun 9 Ekim 2019’da yayınlanan “Son Göçüm Olsun” başlıklı yazısının son pragrafında “Biz yerleşip doğduğumuz topraklarda doymayı başaramadık. Babalarımız da başaramamıştı, onların babaları da. Ama çocuklarım doğdukları topraklarda yaslansınlar istiyorum. Bulunduğu yerin sahibi olsunlar. Burada toprağa verilsin bedenlerimiz. Bir daha göçmesin çocuklarımız. Kapansın göç yolları, topraklarında doysun bütün aç çocuklar” diyordu. Biz dostlarını ağlatan vasiyet gibi serzeniş, Kürt coğrafyasında çekilen acıları da özetliyordu.
Muhammet dostumun soldan yana tavır almasını “Babam Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını Sarız’daki köy çalışmaları sırasında taşımaktan dolayı 1970’lerde gözaltına alınmıştı. Babamın 68 kuşağına sevgi ve sempatisi vardı. Ben ise henüz lisedeyken safımı belirlemiştim” diye anlatmıştı. Biyografisinde yer aldığınca; 1993’te sosyal çalışmalarında çıtayı yükselterek Stoke Newington’da “Gençlik Evi’ni kurucuları arasında yer alır. Dostluk Futbol Ligi’ni kurarak 300-400 Türkiyeli genci biraraya getirir. “Gençlik Evi’nin bünyesinde top koşturur ve aylık “Köşe Taşı” dergisini 80 sayı çıkarmayı başarır. İnsan hakları kurum ve kuruluşlarında çalışır.
Kürt ve Alevi kökenini unutmadan evrensel düşünen dostumuz, eninde sonunda birgün mutlaka “herkesin gereksinimine göre yaşayacağı”, doğadan ve iyiden yana bir dünya kurulacağı konusunda solundaki cevahiri hiç bir zaman karartmadı.
Yaşgünümde hediye ettiği saati her sabah koluma takarken “günaydın dostum” diyorum, geceleri de çıkarırken “iyi geceler”… Hani arada biriktirdiğim komik olayları da anlatıyorum, geri döndürme şansım olmayan o küçük zaman makinesine… Kafamda onu yaşatmak adına projeler uçuşuyor. Her şeyden önce “Yaşgünü 30 Haziran’a kadar yazılarını ve dostlarının anılarını bir kitapta buluşturmalı” diyorum.
Muhammet dostumun 13 Ağustos 2019 tarihli “Günebakan ve Aşkın Öyküsü” yazısındaki “Akşehir’in en muzip gazetecisi ve Kraliçenin Tottenham Dükü dostum Faruk Eskioğlu” diye tanımladığı ben; onun sözünü tutarak yüreğime deniz dolduracağım, onu hiç unutmayacağım ve unutturmayacağım.