İYİ HABER Mİ: CDS DÜŞÜYOR

Kapitalist sistem belki yüzlerce kanaldan insana ulaşıp her dokusunu teslim alarak, önce aklını ele geçiriyor, geçmişini siliyor ve geleceğini karartıyor. Teoride bu manevra, birinci aşamada emek-değer görüşünün tercih-değer görüşü ile yer değiştirmesi, ikinci aşamada ise paranın mal gibi işlem görmeye başlamasıyla sisteme girmiş oldu. Böylece toplumun gerçek ihtiyacını üreten emek görece değersizleştirilirken, topluma hiçbir şey katmayan uyanıklık ya da arsızlık değerlerin en üst mertebelerine yükselmeye başladı. Düşünebilir misiniz ki, yıllarını bilime vermiş akademisyenler şehrin kenar mahallelerine itilirken, ciğerinin beş para etmediği uyanık geçinenler kentin en lüks yerlerinde mesken kurarlar; milyarlık lüks arabalara magandalar kurulurken, topluma değerli katkılar sunan çeşitli meslek sahipleri kredi ile zar zor bir araba alabilseler de, taksitleri ödeyemediğinden bir müddet sonra arabayı banka deposuna teslime mecbur olurlar. Kapitalizmin beyin uyuşukluğuna maruz kalmış toplumlar, böylesi zebanilerden ve bunları toplumda üreten sistemden hesap sormak yerine, tam tersi, bu insanlara saygı göstermektedir. 

Kapitalizm üretim olmadan paradan para kazanma (aslında bu durum ne toplum, ne de birey için bir kazançtır!) becerisini icat ettikten ve geliştirdikten sonra, paranın hareket yönünü belirleyecek sinyalizasyon sistemini de kurmuştur.  İşte bunlardan bir tanesi de, sıkça dillendirilen ünlü CDS sembolüdür. Bu yazıda söz konusu olan ünlü CDS’in ne olduğuna ve özellikle bazı gelişmekte olan ülkeler için ne anlama geldiğine bir bakalım. Bir araya getirilmiş bu üç harf, bir ülkenin kredi ödeme riskini gösterir. Ünlü sihirli sembol şu üç sözcüğün baş harflerinden oluşmaktadır: borç temerrüdü değişimi-ya da swap anlamında borcun yenilenmesi.  Kısacası CDS, bir ülkenin borcunu ulusal kaynaklarla ödeyemez olması durumunda, vadesi gelmiş borcun yeni borçla ödenmesinin bedelini ifade eder. Dolayısıyla, borcun yeni borçla değişimi ödeme güçlüğü göstergesi olduğuna göre, yeni borcun ancak yüksek faizle bulunabileceği anlaşılır. Doğal olarak, borç temerrüdü sürecine giren bir ülkenin borç stoku ve ona bağlı olarak da faiz haddi yükselir. İşte CDS bu karmaşık ilişkiyi sermaye sahiplerine açık ederek, oluşacak faiz haddi üzerinde etken olur. 

Önce şu ödeyememe durumuna düşmenin sebepleri üzerinde duralım. Çok kısa teorik açıklama bu durumu tasarruf açığı olarak ifade eder. Detaya inersek, alt katmanlarda kamu açığı ve cari açık ikizi karşımıza çıkar. Söz konusu parasal-mali göstergelerin alt-yapısını oluşturan dokuya baktığımızda ise, karşımıza tüketimi ya da gerekli yatırım hacmini karşılayamayan üretim hacmi çıkar. Az gelişmişliğin çok tipik göstergesi olan yetersiz üretim dış kaynağa gereksinim oluşturur ve ülkeyi borç bulmaya iter. İşte, tasarruf sahipleri ise borç verecekleri ülkenin aldığı borcu geri ödeme potansiyeli üzerinde haklı olarak hassasiyetle durur. Ülkenin borç ödeme kapasitesi geriledikçe tehlike işareti olarak CDS değeri de yükselir. Devamlı yükselme eğiliminde seyreden kamu açıklarına sahip ülkelerin, yüksek düzeyde seyreden cari açık ve dış borç stoku olması sebebiyle CDS göstergesi de, yani kredi geri ödeme riski de yüksek olur. CDS’in yüksek olması koşulunda, doğal olarak alınacak borcun faiz yükü de yüksek olur, çünkü söz konusu göstergeler borcun geri ödememe riskinin yüksek olduğu sinyalini verir. Böylesi durumların oluşumu ülkenin borç bulma koşulunu güçleştirerek ülkeyi yüksek faiz ödemeye zorlar. Kısacası, CDS’in yüksek olması her hal ve koşulda ülke ekonomisinin olumsuz olduğunun göstergesidir.

Peki, acaba, can havliyle para bulma derdine düşmüş olan Türkiye’nin CDS’i ne durumdadır? Türkiye’nin dış borç stoku yüksek ve giderek yüksek miktarda dış kaynağa ihtiyacı olmasına rağmen, AKP’nin uzun süre uyguladığı baskılı faiz politikası teoriye uygun değildi. Hal böyle olunca CDS puanımız yükseldi ve 550’ler dolayına çıktı. Bunun sebebi Türkiye ekonomisinin yerlerde sürünür olması olmayıp, ekonominin ihtiyacı ile ödememiz istenen faiz haddinin uyuşmaması idi. Neden böyle bir garabete girdiğimizi başka bir yazıda kısaca ele almaya söz vererek, bugün şimdiki meseleye yoğunlaşalım, lütfen! Peki, şimdilerde CDS puanımızın düştüğü ifade edilmektedir. Birinci sorumuz, ne oldu da CDS düşme eğilimine girdi; ikinci sorumuz da, bu gelişmenin anlamı ve olası sonuçları nelerdir. Birinci sorunun yanıtı oldukça açıktır; şöyle ki, Batılı kaynakların aşina olduğu, belki de örtülü şekilde önerilen ve kendi vekilleri olarak gördükleri yeni elemanlar devreye alındı. Bu durum “söz dinleme” ya da “emir alma” göstergesidir. Yeni elemanların işe başlar başlamaz ilk cümleleri, faizin baskılandığı uygulamanın yanlışlığı ve tedrici faiz yükseltmelerine gidilerek standart uygulamaya geçileceği oldu. Buna ilaveten bir de Orta Vadeli Program yapılarak önümüzdeki üç yılın faiz, enflasyon ve büyüme öngörüleri de hedef olarak saptandı. Kısacası, yeni elemanlar potansiyel alacaklılara, Türkiye’ye getireceğiniz para üzerinden yüksek risk primi olarak yüksek faiz alacaksınız demiş oldular. İlaveten alacaklılara, aldığınız faiz getirisini yurt dışına çıkartma aşamasında da yüksek kur riski ile karşılaşarak, faiz erimesi yaşamayacaksınız sözü verilmiş oldu. Bu vaatler alınan borçların ödeneceği kadar, enflasyonla değer kaybı uğranılmayacağının da kefili idi. O nedenle CDS düşme eğilimine girdi. 

Türkiye’nin borçluluk ve borç ödeme tarihçesine bakacak olursak, 1958 yılında ilan edilmiş olan moratoryum hariç, borç ertelemesi yapılmıştır, fakat ciddi borç temerrüdüne düşülmemiş olduğu görülür. Durum bu ise, yani Türkiye borçlarını şöyle veya böyle ödemiş olup, hiçbir zaman borç reddine gitmemiş bir ülke olarak neden yüksek CDS ile karşı karşıya kaldı ki, acaba! Bu sorunun yanıtı hem ekonomik, hem de siyasidir. Önce kolay olan siyasi alandan başlayalım. Her borç-alacak ilişkisi özel durumda olduğu gibi, uluslararası borç sisteminde de geçerlidir. Şöyle ki, bir ülkenin aşırı derecede paraya ihtiyacı varsa, doğal olarak potansiyel kreditörler de yüksek faiz geliri elde etmek için nazlanırlar. Türkiye’de de durum giderek vahimleşirken doğal olarak CDS yükseldi, yani yukarıda kısaca anlatıldığı üzere, para bulmak için Türkiye’nin yüksek faize razı olması istendi. CDS yükselişinin ekonomik sebebine gelince, fiyat artışlarının yükselme hızı her alacaklıyı haklı olarak tereddüde sevk eder, zira enflasyonist koşullarda alacaklılar zararlıdır. Şöyle bir örnek yapalım. Diyelim ki, bir yabancı yatırımcı ülkeye bir dolar getirdi ve % 5 faiz getirisi sağlayan borsaya koydu. Ülkeye para giriş ve çıkış dönemleri arasında fiyatlar yükselirse, hele de faiz haddi enflasyonun altında kalırsa, enflasyon ile faiz haddi arasındaki farka bağlı olarak ülkeye giren para beklediği % 5 faiz kazancını sağlayamayacağı gibi, belki anaparadan da kayba uğrayabilir. İşte, yatırımcının istediği fiyat istikrarının sağlanması ve faizin enflasyondan düşük olmaması bundan kaynaklanmaktadır. Bu amaçla devreye sokulmuş olan Orta Vadeli Programla potansiyel yatırımcılara, daha doğrusu ülkeye para getirme durumunda olanlara belirli vaatlerde bulunulmaktadır. Orta Vadeli Programla bu vaatlerin yapılması birinci aşamadır, saptanan vaatlerin tutulup tutulmayacağı ise işin ikinci aşamasıdır. Türkiye’nin CDS’i gerilediğine göre, yabancı yatırımcılar gelişmeleri olumlu görmüşler demektir. Durum olumlu gözükmekle beraber, hâlâ faiz haddi enflasyonun gerisinde kaldığı için daha beklenecek zaman var demektir. 

Şimdi gelelim, CDS’in düşmesinin ne anlamda sevindirici ya da tereddüde sevk edici olduğu meselesine. CDS, bir bakıma Türkiye’ye girecek paranın faiz yükü üzerinde etkili olduğu için, gerilemesi olumlu gözükebilir. Fakat gelecek para makul faiz haddinden de gelmiş olsa, şunun unutulmaması gerekir ki, bu kaynak faiz yükünden daha yüksek getiri sağlayacak bir yatırıma yönlendirilmediği sürece, ekonomide geçici rahatlatma yaratıyor olmakla berber, uzun dönemde ekonomi üzerindeki yükü daha da ağırlaştırır. 

Bu uzun tartışmayı makul bir sonuca bağlamamız gerekirse, bir ekonomi, hele de Türkiye gibi 85 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip bir ekonominin finansal işlemlere bel bağlayarak bir yere varması olası değildir. Asıl olan üretimdir. Üretimin ise, maddi ve beşeri kaynaklara dayandığı yadsınamaz gerçekliktir. Peki, Türkiye bu konularda nasıl bir politika izlemektedir? Ülkede eğitim çökertildiği gibi, kaliteli eğitim alan geçlerin gelecekleri de karartıldığı için, nitelikli elemanların yurt dışına gitmelerine yol açılıyor. Öte yandan, tüketimi kısamadığımızdan, hele de kamusal ve özel lüks tüketime hâkim olamadığımız için tasarruf ve maddi kaynak oluşturma kapasitemiz daralmaktadır. Peki, Orta Vadeli Program bunlara bir çare üretiyor olabilir ni? Hayır, üretmeyi bir tarafa bırakalım, OVP bu konularla ilgili dahi değildir. 

Ne diyelim ki, yöneticilerin kafası geçmişten fırsat bulup geleceğe basmadığı için, kendi yağımızla dahi kavrulamayıp, devamlı geriye patinaj yaparken, bu durum halkımızın mazoşisttik duygusunu kabartmış olmalı ki, devamlı aynı iktidarı destekliyor.     

2733560cookie-checkİYİ HABER Mİ: CDS DÜŞÜYOR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.