İş kazaları durmuyor

Giden maddi bir değer değil, asıl bir can gidiyor, bir ömür bitiyor. Bir aile ve yakınları için onarılmaz bir kayıp, eskilerin tabiri ile asıl, “ateş düştüğü yeri yakıyor.” Evladını yitiren anne baba, eşini yitiren genç kadın, babalarını yitiren çocuklar, akrabalar, arkadaşlar, dostlar, tanıdıklar. O, artık gelmeyecek. Neden, nasıl, birden çekildi dünyalarından. Ve bu sayılar daha da artıyor.

Son yıllarda sürekli karşılaştığımız bu kazalar ve meslek hastalıkları. Ne yazık ki önlem alınarak, azalmıyor. Üretimden işverenlerce vazgeçilmesi ya da sürdürülmemesi sonucu, bazı işkolların da azalma görülürken, başka işkolların da artarak sürüyor.

Kot taşlama işçilerinin, meslek hastalığı haberleri azaldı. Onlar basında bir çok haber de yer aldılar. Sonra köylerine gidip, adeta sonlarını beklemeğe başladılar. Basının yer vermesi, kamu oyunun tepkisi, bu alandaki üretimi etkiledi. Ya vazgeçildi ya da önlemler alınmağa başlandı. “Merdiven altı” diye adlandırılan, kayıt dışı taşeronlarla sınırlı çalışmaların da olduğu ve sürdürüldüğü de belirtiliyor.

Tuzla, tersanelerinde gemi inşaatlarında ki kaza haberleri de bu sıralar yer almıyor. Daha çok, ihracata yönelik yürütülen bu çalışmalarda ki kazalar, basın yayın organlarında yer alınca, siparişlerde azalma ve pazarda ki daralma, doğal olarak üretimi de olumsuz etkiledi. Kapanan işyerleri bile oldu.

Maden ocaklarında ki iş kazaları ise, özelleştirme, kiralama, taşeronlaşma ya da başka adlarla özel kuruluşlara devredilmeğe başlanması ile birlikte, yatırımsız, önlemsiz, çalışma koşullarının ve çalışma ortamının kötülüğü ve de yüksek kar hırsı, ülkemizde tarihte görülmemiş can kayıplarına yol açtı.

Şimdilerde ise, yol, köprü, geçit, bina, rezidans, AVM inşaatı işyerlerinde, bu can kaybına yol açan kaza ya da cinayet haberlerine, sıkça rastlamağa başladık. İnşaatlarda yüksek katlardan düşmeler, asansör düşmeleri, iş makinalarının yanlış kullanımı, cadde ortasında vinçi taşıyan araçdan, vinçin devrilmesi haberleri bile olağan hala geldi. İnşaat işkolu kazaları ya da cinayetleri gündemden düşmeyen haber halin de her gün yinelenerek sürüyor. Ve tüm bunlar “YENİ” Türkiye de 21 yüzyılda oluyor.

Türkiye’de ki, 1950 li yıllarla başlayan iç göç olgusunun, 90 lı yıllardan bu yana büyük kentler de artan bir yoğunlukla gerçekleşmesi sonucu, kentlerin kat kat büyüdüğünü görüyoruz. Bu olgu doğal olarak, tarımda görülen nüfusun kentlere taşınması sonucu, işsizlik sorununu da beraberinde getirdi. Özellkle de kayıt dışı ekonomi bu olguyu değerlendirdi.

Son yıllarda ise sağlıksız kentleşmeye bir de rant ekonomisi eklenince, inşaat işlerinde bir patlama görüldü. Çok katlı gökdelenler, bir bir ardına dikilmeğe başlandı. AVM yapma çılgınlığı da beraberinde geliştiğinde, her mahalle de bakkallar kapanırken, AVM’ler çoğaldı. Orta sınıf da, erime sürecine girip, işçileşme ve işssiz kalma sürecini yaşamağa başladı.

İnşaat işkolu, yollar, köprüler, alt, üst geçitler, tüneller, sektörde istihdam yaratırken yeni ve büyük sorunları da beraberinde getirdi. Ucuz emek bol, yetişmiş insan gücü yok, teknik donanımlı bir işgücü ise adeta sistem dışına itildi.

Rant gelirini alabildiğine geliştirme, dağıtım süreci, inşaat işkolunda, çalışma ortamlarının gerekli önlemler alınmadan oluşturulması sonucunu doğurdu. Yoğun taşeronlaşma ile adeta, iş sağlığı ve güvenliği de sorumluluktan kaçınma gibi değerlendirilip, taşronlara aktarılırken, bu hizmet birimi de adeta işyeri dışından taşeronlaşmayı da beraberinde getirdi.

İstihdam olanağı bulamayan, göçün oluşturduğu yeni işşsizler ordusu, “her işi yaparım” anlayışı ile adeta ucuz iş gücü yığınlarını ortaya çıkardı. İnşaat sektörü, zaten bir çok taşeronlaşma sonucu, alanda bu işsizler ordusuna yöneldi.

“Her işi yaparım” anlayışına, eğitim, işyerinde uyum ve yapacağı işe ilişkin, eğitim, bilgilendirme olmadan, adeta yüzme bilmeden denize atılır gibi, inşaat işlerinin her alanına yayıldı.

Yüksekliğe çıkmayı işaatta gören, yukarıdan bakınca, farklı bir ortama geldiğini farketti. İnşaattan düşenler oldu. Asasöre binmeyenler, inşaatta asansör düğmesinin basma yerini bile bilmeden, yüksek katlara yüklerle topluca çıkmağa başladılar. Kepçeler, araçların üzerine neredeyse bağlanmadan yerleştiridi, eğimde kayarak arabayı da devirdi. İş makinası arkada önlem alınmadan arka arkaya giderken, ya yoldan geçeni, ya da orana çalışanı ezdi. Bütün bu örnekleri çoğaltarak ve çeşitlendirererk sürdürebiliriz.

İşyerinde, çalışma ortamı nasıl düzenlenecek, nasıl iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili önlemler alınılacak, bu konuda eğitilmiş işçiler seçilmesi bir yana, ilk kez bu işte çalışanlara eğitim verilme gereği yerine getirilmeden, ya da denetimlerde gösterilmek üzere, eğitim yapıldığın ailişkin belgeler düzenlendi. Koruyucular verilmeden, çevrede önlemler genişletilmeden, kontrol, denetim yapılmadan, yeterki binalar yükselsin denildi.

Şairinde de dediği gibi, yapıcılar türkü söylüyor ama, yapı türkü söyler gibi yapılmıyordu.

Yeni yasalar çıkartılıyordu, yönetmelikler tercüme ediliyordu. Ancak, uygulama nasıl geliştirilecek, burası biraz oluruna bırakılmıştı. Yasalar, Resmi Gazete de yayımlanarak yürürlüğe girer. Ama asıl yürürlüğe girmesi, uygulama ile olur. Ceza keserek, oluşturulan yeni sektörle sertifikalar verilerek, kapatarak da, çözüm
gerçekleşmiyordu.

Yasaların yetersizliğinden ve uygulanmamasından, iktidar da yasaları hazırlayanlar ve çıkmasını sağlayanlar da, bu çözümsüzlüğü kabul ederken, yeni politilalar üretme ya da arayışa yönelme gibi bir yol izleme, programları yoktu. Muhalefet ise, yaratılan sunni gündemin peşinde koşmaktan, yeni politikalar geliştirmeye vakti yoktu.

Bu işlerin, “fıtrat” ı da var dediler. “sektörün” özelliği kaçınılmaz dediler. Şimdilerde de bu yaklaşımlara bir yenisi daha en yetkili kişilerce eklendi. “KAN PARASI TUTARI.”

Hesap ve Vicdan

Hatırlayalım. İstanbul’un göbeğinde, hergün önünden binlerce ,insanın geçtiği Mecidiyeköy’de. Önceden yeşilliklerin dışarı taştığı, kamuya ait bu alanda, şimdi devasa beton yığınları yükseliyor. Arızalı asansörle, yük ve insan taşınırken düşme sonucu 10 can yitirilmişti.

İşverenler ile ilgili, TAKİPSİZLİK kararı verildiği, geçtiğimiz günlerde basında yer aldı.

Yine yitirilen canların ailelerine, “KAN PARASI” verme hesaplamalarına ilişkin, önerilen hesaplamanın yer aldığı belgeler de bu konuda yine basında yer aldı.

Bazı işçi aileleri, bu kan parasını kabul etmiyor. Yargının sonucunu bekliyor. Tazminatlardan ayrı bir ödeme değil bu, tazminat istemeye ilişkin davanın geri çekilmesi karşılığında ödenen bir meblağ. Sanki tazminatların dışında, işverenin vicdanını sonucu gibi aktarılmasına ne demeli, ya da o vicdan canların yitirilmesinden önce, önlemlerin alınması gerekirken acaba neredeydi.

Ancak bu konuda en önemli bir açıklama, yine basında yer aldı ve yalanlanmadı. Bu açıklamayı yapan da, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı. Kan parası, “doğal olması gereken bir şey” miş. Ayrıca, ” işveren vicdanlıymış.”

Yasalar uygulanırken, uygulamayı izlemek, denetlemek, önlem aldırmak ve gerektiğinde ceza işlemi başlatmakla, bu konularda yasaların hazırlanması ile görevli Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın yaptığı bu açıklama karşısında, 30 yılını Bakanlığa vermiş bir kişi olarak, söyleyecek söz gerçekten bulamıyorum.

“Sözün bittiği yer”, böyle oluyor herhalde.

_______________________

Ankara, 28 Ekim 2014. Salı. [email protected]

1566910cookie-checkİş kazaları durmuyor

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.