Küçük insanın dünyası

Gerçek insan ya da yetkin insan küçük sorunlarla uğraşmaz. “Söyle sorununu söyleyeyim kim olduğunu” diye bir atasözü olsa ne iyi olurdu. Böyle bir atasözü olmasa da böyle bir gerçek var: insan sorunları kadar insandır. Dilerim, dostlarım, sorunlarınız her zaman insanlık boyunda ya da boyutlarında olsun. Sorunlarınız gündelik yaşam boyutlarına indirgendiğinde, kusura bakmayın ama, siz de basit insan boyutlarına indirgenmiş olursunuz, daha doğrusu kendinizi basit insan boyutlarına indirgemiş olursunuz. İnsan nasıl geri geri gittiğini, nasıl çöktüğünü, nasıl çözüldüğünü kolay kolay sezemeyebilir.

Toplumlar kültür açısından ya da yaşam koşulları açısından dönüşümlere uğrarlar ve buna göre zaman içinde değişik nitelikler ortaya koyabilirler. Elbette bu durum bir toplumun geriye gitmesi değildir. Yani dostlarım, bir toplum kötüye gidebilir ama geriye gidemez. İleride olan her zaman daha iyi olan olsa da bu ancak uzun erimde böyledir. Ortaçağ’ın Eskiçağ’dan, Yeniçağ’ın Ortaçağ’dan daha ileri olduğu doğrudur ama herhangi bir yüzyılın bir toplum için bir önceki yüzyıldan kesinlikle daha ileri olması diye bir sorun yoktur. Demek ki ilerleme dediğimiz şey dalgalıdır, inişli çıkışlıdır.

Toplumlar için gerilemek ya da geriye gitmek diye bir şey yoktur ama bireyler için böyle bir şey vardır. Kendini yaşamın akışına bırakan birey yavaş yavaş kendi olmaktan çıkar ve daha başka bir kendi olmanın yoluna giriverir. Ben bunu insanlar üzerinde yaptığım hınzırca deneylerimle gördüm. Yıllar önce bir kişiyle bir konuyu tartışmıştık. Konu doğrudan doğruya beni ilgilendiren daha doğrusu benim mesleğimle ilgili olan bir konu değildi. Benim de zaman zaman çokbilmişliğim tutuverir. Ama çokbilmişliğimi ben kendime çok yakın bulduğum insanlarla bir sevinç havası içinde yaşarım. Sorun neydi? “Densizlik” diye dilimize çevirebileceğimiz “impertinence”ın öncelikle hastalıklı bir bilinç yapısına mı yani bir ruhsal bozukluğa mı yoksa bir terbiye eksikliğine mi tanıklık edebileceğini konuşmuştuk.

Bu elbet eğlenceli bir tartışmaydı ama beni aşan bir tartışmaydı, en azından benim bilincim açısından ruhbilimsel temelleri gösterilebilecek bir insanlık sorunu değildi. Bir ruhhekimi böyle bir durumun hangi tür bilinç bozulmasında daha çok görülebileceğini bilgisi yeterliyse elbette rahat rahat tartışabilirdi. Önemli olan o değil. Önemli olan, yıllar sonra aynı kişiyle aynı sorunu tartışmak istediğimde onun bu tür sorunlardan iyiden iyiye uzaklaşmış olduğunu ve vaktiyle yaptığımız tartışmayı hiç anımsamadığını gördüm. “İmpertinence mı dedin? Ne ki o? Yok, öyle bir şey tartışmadık seninle, sen bir başkasını benimle karıştırıyorsun…”

Böyledir dostlarım, kendinizi salıverdiniz mi gidersiniz. Aşağıya doğru çekildikçe kendinize basit ya da hatta bayağı sorunlardan oluşmuş bir dünya kurmaya başlarsınız. Eski sakınıklığınız kalmamıştır, bundan böyle üzerinize bir gözüpek adam yırtıklığı gelmiştir, kapısından giremeyeceğiniz kadar üst bir düzeyde bulunan insanları aşağılamaya başlarsınız, yürekliliğiniz arttıkça artar, bu insanlardan birine takma adla bir hakaret yazısı yayımlamaya bile kalkarsınız, bu da yetmez, erişemeyeceğiniz insanları teker teker o da adam mı formülüyle aklınız sıra onun bunun gözünde yok etmeye çalışırsınız. Birilerine yaltaklana yaltaklana ulaştığınız yerin hatırına hiç değilse birazcık insan olma çabası göstermeniz gerektiğini düşünenler her gün biraz daha düş kırıklığına uğrarlar. Toplumda her gün hızla yükselirken insanların gönlünde uçurumların dibini boylarsınız. Toplumda hızla yükselme de bir masaldan başka bir şey değildir. Olacağınız şey bir tür soğan başı olmaktır. Benim yaşıma geldiğinizde o kadar zamanı nasıl boşa harcadığınızı torunlarınıza anlatabilmek için bin türlü yol arasınız.

Geçenlerde gününü laklakla geçiren bir gençten sözediyorlardı. Bu genç kızımız çalıştığı yerde kırk kapının ipini çekiyor, bir yandan dedikodu topluyor bir yandan da dedikodu üretiyordu. Bir arkadaşımız şöyle bir görüş üretti bütün iyi niyetiyle: “O kurnazdır, gece sabahlara kadar çalışır, gündüz de onu bunu çalıştırmamak için kapı kapı gezer.” Güldüm. Olmaz öyle şey, dedim, her gece sabahlara kadar çalışan insan kazak örmüyorsa, insanlığın sorunlarıyla ilgili çalışmalar yapıyorsa, dünya yıkılsa gündüzünü laklakla geçiremez, böyle bir istek duymaz çünkü. Gece uyuma gündüz uyuma, gece bilim gündüz melanet üret, buna gülerler. İnsan bedeni kaldırmaz her şeyden önce bunu. Lise yıllarımızda bir arkadaşımızın babası gece bekçisiydi. Arkadaşımız bir gün biraz da domuzluk olsun diye babasına şaşkınlığını bildirmiş: “Baba yahu, sen ne biçim adamsın anlamadım gitti, geceleri işin gereği uyumuyorsun, gündüzlerini kahvede geçiriyorsun, bu uykusuzluğa nasıl dayanıyorsun?”  Yanıt? Yok. 
 

641940cookie-checkKüçük insanın dünyası

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.