KOKO ve SELDA: “YAZ GAZETECi YAZ”

SEDAT YILDIRIM SARICI – Gazeteci Faruk Eskioğlu kulağımdan tuttuğu gibi Selda Bağcan’ın konserine götürdü. Pazar akşamı Londra’daki konserde “SenfoRock” orkestrası ve şefi Musa Göçmen de yer alacağı için ayrı bir heyecandayım.

Saftirik miyim, neyim? Tam bilemiyorum!

Yorum farkının da farkına varamıyorum. Varmak istemiyor da olabilirim.

Böyle “yurtdışı” konserlerinde yurttaşlık sancım depreşir. Gözlerim dolar, çoğu zaman ağlarım.

Her yurttaş yurdunu temsil eder. Zira nüfus cüzdanınızın en tepesinde yurdunuzun adı yazılıdır. Yurtdışında bu temsiliyet, mensubiyet hissedenlerin ciğerlerini parçalar. Böyle her konsere gittiğimde “acep, eloğlu hakkımızda ne düşünüyordur” düşüncesi bir yanımı esir alır, en fazla yarısı kalmış beynimi kemirir de kemirir.

Londra’ya gelen genç ziyaretçilerin ilk durağı Camden Town olur. Renkli gençlik pazarı görülmeye değerdir. Metro istasyonun hemen yanındaki Jazz Cafe dünyanın en saygın cazcılarına ev sahipliği yapmıştır.

Konser 123 yıl önceki adıyla Camden Theatre’daydı. Şimdiki adı KOKO. İki defa yanan tiyatro şimdi çok güzel bir konser salonuna dönüştürülmüş. Selda’nın anlattığına göre henüz tam tamamlanmadığından kuliste makyajını yapabileceği küçük bir ayna bile yokmuş.

Salona girdik. Üçüncü balkonda bekliyoruz. Sahnede Burak Çetindağ var. Konser başlangıçlarında DJ’lik yapar. Radyolarda müzik programı da hazırlıyor. Müzik dergilerinde “London Calling” başlığıyla yazılar yazardı.

“London Calling” punk rock topluluğu The Clash’ın parçası. Daha önce de yazdım, The Clash’ın solisti ve gitaristi 1952 Ankara doğumludur (Joe Strummer). Şimdi adı KOKO olan sahnede 40 sene önce konser vermişler.

Pazar akşamı The Clash’ın yerinde duran bizim DJ. Burak Çetindağ, müzik dünyasında ne olup bittiğini yakından takip eden kardeşlerimizdendir. Konser öncesi çoğu 1960 sonları, 1970 başlarından seçme plaklardan folklorik örnekler sundu. “Estarabim”, “Hal Hal”, “Burçak Tarlası” gibi.

İnsan sormadan edemiyor. Yurdumuzda edebi derinliklerden feyz alan onca çağdaş, yenilikçi eser varken neden, niçin Londra’dan yarım asır önceki “Estarabim”gillere odaklanılıyor? Tamam, kadirşinaslık güzel ama “kabirşinaslık” dibe çeker.

Derken 20 kişilik Orpheus Philharmonic Orchestra sahnede yerini aldı. Ve genç orkestra şeflerimizden Musa Göçmen koşar adım sahne önüne gelerek süvari çizmeleri, uzun saçları ve sıcak tebessümüyle seyircileri selamladı.

Selda Bağcan

Ardından Selda ablamız envai dertlerimize derman sesiyle coşkulu müzikseverlerle buluştu. Londralı seyirciler cefaya vefa ve hakkaniyete vekalet gibi farklı duygularla sahiplendiği sanatçısını salonu yıkarcasına ayakta alkışlıyordu.

Henüz bir şarkı söylememiş, hatta “merhaba” bile dememişti.

50 yılı aşkındır söyledikleri yeterdi. Zindanlarda nefesi kesilmiş, işkence görmüş, mahkeme mahkeme, celse celse bedel ödemişti. 1980 darbecileri radyo, televizyon haberlerinde bas bas bağırıp, yurda dön çağrısında bulunuyorlar, Selda cevap veriyordu; “Yurttayım. Pasaportumu almıştınız ya!”

Yurdumuzun yetiştirdiği en büyük şan sanatçılarından Selda, yurtdışında en çok konser veren, tanınan, takip edilen sanat elçilerimizin de başında gelir. Sesi eşsiz olduğu gibi, sesini kullanma yetisi de çok yüksektir.

Selda

1948 Muğla doğumlu Selda ilk plağını 1971’de üniversitenin son sınıfındayken klasik gitar eşliğinde yapar. (Katip arzuhalim yaz yare böyle – Pir Sultan Abdal).  O gün bugün arzuhalimizi şahlara, şıhlara, şeyhlere yazar, söyler, çığırır.

1973 yılında kaydedilen sözleri Karacaoğlan’a ait  “Altın Kafes”i defalarca dinlesem, doyamam. Müzik arşivimize önemli eserler armağan eden besteci, aranjör, söz yazarı Atilla Özdemiroğlu (1943-2016) sadece iki dakikanın içinde yedi kıtanın müziksel birikimlerinden selamlar getirir. Eserde Selda’nın henüz 25 yaşındayken şan tekniğini nasıl geliştirdiğine tanık oluruz. Gayrı bir adım öteye taşımasa da bir ömür cümlemize yetecektir. Sanırım öyle de oldu.

https://www.youtube.com/watch?v=Zu5B8yzY7RM

Londra konserinde Uğurlar Olsun, Adaletin Bu Mu Dünya, Mağusa Limanı, Anne Ben Geldim, Minnet Eylemem, Neredesin Sen, Ah Yalan Dünya, Ayrılık, Yuh Yuh, Yaz Gazeteci Yaz gibi Selda ile özleşmiş eserleri dinledik.

Münir Nurettin Selçuk, oğlu Timur Selçuk’a dermiş ki “bestelemeye başlamadan önce güzel bir şiir bulmalısın”. Fazıl Say da öyle yapmış, Cemal Süreyya’nın şiiriyle yola çıkmış.

Serenad Bağcan, Say bestesi, Süreyya şiiri “Dört Mevsim”’le sayneye çıktı. Bu alımlı edalı kızı, nefis sesi ve yorumuyla aha şu konserde dinledik ya, her kula nasip olmaz. Bu da bize yetti.

İlk göz ağrımıza dönüyoruz. Selda, Kayseri türküsü Gesi Bağları’ını söylerken, besteci ve aranjör de olan orkestra şefi Musa Göçmen’in 50 yıl önceki plak kaydında ulaşılan doyumlu armonik titizliği yansıtması bana göre müziksel açıdan konserin en duygulu ve gurur verici anıydı. Öyle ya, sanat ne anlattığından çok nasıl anlattığındır.

Musa Göçmen

Konseri sırtında taşıyan orkestra şefi Musa Göçmen’den birazcık bahsetmeliyim. Musa Göçmen, Selda’nın birçok konserinde eşlik eden “SenfoRock” orkestrasının kurucusudur.

Çocukluk yaşlarında Askeri Mızıka Okulu’na girmiş, besteciliğe ve orkestra şefliğine yönelmiş. Mevlana’nın 800. yılı için yazdığı “Senfonik Sema”dan Avrupa’nın en önemli rock festivallerinden “Masters of Rock”a adını duyurmaya başlamış. Film müziklerinden uluslararası senfonik konserlere koşuşturan genç ve dinamik bir kardeşimiz.

“SenfoRock” sadece Selda’ya eşlik etmiyor. Yedi yılı aşkın varoluşunda yüzlerce konsere, yüzbinlerce dinlere ulaşmış durumda. Orkestrayı kendine has kılan niteliğiyse  repertuarında Yaz Gazeteci Yaz, Uğurlar Olsun, Tamirci Çırağı, Namus Belası, Adaletin Bu mu Dünya gibi ezilenlerden yana yakılan eserleri barındırması.

Bir bakıma, basmakalıp ezberle “senfonik müzik burjuva kültürüdür” sanısı tersine çevirilerek çok fikirliliği ve çok sesliliği ezilen, itilen, göz ardı edilen emekçi kesimlerin paylaşımına sunuyor.

Selda, Serenad Bağcan, Musa Göçmen seyircilerle

Son üç yıldır Açık Gazete’de yayınlanan yazılarımda ezber bozan senfonik çalışmalardan bahsetmiştim. Ana başlıklarla hatırlayacak olursak;

—- Orta Doğu barışı ve toplumlar arası anlayış için Filistinli ve İsrailli müzisyenlerden kurulu Doğu Batı Divanı Orkestrası,

—-  Siyahların ve Asyalıların oluşturduğu Chineke Orchestra,

—-  Yoksul Paraguaylıların çöpten buldukları tenekelerle yaptıkları çalgılarla Metallica ve Megadeth ile aynı turnelerde konserler veren The Recycled Orchestra,

—-  Dünyanın en fakir ülkesi Venezuella’da, bir otoparkta birkaç çocukla başlayıp iki milyondan fazla çocuğu müzikle buluşturan El Sistema,

—-  İzmir’in dar gelirli mahallelerindeki çocukları kucaklayan Barış Çocuk Orkestrası,

—- Kömür madenindeki işçilerin kurup Londra – Royal Albert Hall’de düzenlenen şampiyonada 100 üzerinden 99 alarak birinci olan Grimethorpe Kömürcü Orkestrası paranın değil, yaranın zaferleridir.

Besteci, aranjör, söz yazarı, orkestra şefimiz Musa Göçmen de yukarıda andığımız çalışmalar gibi sarayların ve devletlerin desteğinden uzak, kendi yağıyla kavrularak var olma mücadelesiyle mayın tanımaz bir yürüyüşü sürdürüyor.

Bazılarının sinirlerini bozacak bu sınırları genişletme çabasının, sınırötesinde de kabul görmesi için orkestral düzenmelerde beşerin eriştiği fikir birikimini de göz önünde tutmakta yarar var.

NASIL?

Kömür madencisinin 1940 doğumlu oğlu oniki yaşında verem olur. İki yıl yataktan kalkamaz. Ortaokula başladığında şarkı söyler. 1965’den bu yana 100 milyondan fazla albüm satan Tom Jones’un Dilayla’sı bir yana, yalan dünya öbür yanadır (Delilah-1967). Eserin başında yer alan yalın piyano vurgularını orkestraya eklemlemek için hakikaten dahiyane bir cesarete ve ufka sahip olmak gerekir.

Bir kenar mahallede akciğer kanseriyle hayata veda eden Belçikalı sosyalist Jacques Brel’in (1929-1978) dilden dile çevrilen Ne Me Quitte Pas’ında piyano nakış işler (1959). Mahzende yarım asır saklanmış şarap gibi notaların demlenmesini sabredebilmeliyiz.

Selda’nın Londra konserinde Bella Ciao (Çav Bella) ve İzmir Marşı da bando notalarına sadakatle seslendirildi. Sanatçı sadakatin değil, istiklalin timsalidir.

Selda KOKO’da

Büyük sanatçıların eserleri büyük emeklerle yeniden bestelenircesine; eskisine hiç benzemeyen devrimci yeniliklerle sergilenmezlerse tazelenemez, zedelenirler. Bu sebeble olsa gerek caz, folk, rock ve blues yorumlarının aynı parça dahi olsa birbirine benzeyeni yoktur. Keith Jarrett ya da Cem Karaca gibi üstadlar, geleneği geleceğe bağlarken bağ bırakmaz bir başka boyuta evriltirler.

NEREDEYİZ?

Cumhuriyetimizin 100, yılında yurdumuzda 24’den fazla senfonik orkestramız var. Gülsin Onay, Suna Kan, İdil Biret, Pekinel Kardeşler gibi solistlerimizle dünyanın en saygın salonlarında konserler verilmiş, sayısız albüm kaydedilmiş. Zülfü Livaneli ve Sezen Aksu gibi besteci, solistlerimize Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın Royal Albert Hall gibi efsanevi opera salonlarında eşlik etmişliği de var.

Opera rock topluluğu Queen bestelerini orkestraya uyarlamasıyla The Queen Symphony’i Royal Philharmonic Orchestra’yla, progressive rock topluluğu Genesis’in bestelerini (The Genesis Suite) London Symphony Orchestra’yla kaydeden orkestra şefimiz Tolga Kaşif de gurur kaynaklarımızdan.

NE KALDI?

Artık Venezuella’daki, Paraguay’daki orkestraların da heyecanla repertuarlarına alacakları eseri yaratma zamanımızdır. Sadece Mozart’ın Türk Marşı’yla değil, Anadolu’da yetişmiş bestecilerimizin eserleriyle de var olabilmeliyiz.

Fazıl Say, ustamız Aşık Veysel nefesiyle bu kapıyı araladı. Işık bir sızdımıydı, tan utanmadan ağarır. Gençler geliyorlar.

Selda puslu havada mahpusa mahkûm edilmiş olsa da sesi semalarda hiç eksik olmadı, olmayacak. Daha çok dinleyeceğiz ve ayakta alkışlayacağız. Gençlerimizin tazeleyen yaklaşımlarıyla sema daha da aydınlanacak.

________________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2736200cookie-checkKOKO ve SELDA: “YAZ GAZETECi YAZ”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.