Küreselleşme versus ulus devlet?

Bu yanılsamaya göre küreselleşme, ulus devlet varlığını, gücünü, yavaş yavaş ortadan kaldırıyor, ulus devleti parçalayıp ulusları silikleştiriyor ve bir dünya toplumu yarattıyor. Bir dünya toplumunun oluşumundan söz edilebilir (toplumun mcdonaldlaştırılması amerikanlaştırılması gibi), ancak ulus devletlerin, ulus devletlerle tanımlı toplumların yok olacağı anlamına gelmez. Tüm bu yanılgılar, ulus devletin varlığını kapitalizmle olan ilişkisi içinde kavrayamamış ‘ulusalcıları’ ve neo-liberalizmi, küreselleşmeyi var eden teorik ve tarihsel arka plandan bihaber kişileri büyük bir endişeye düşürmekte ve bu endişe küreselleşmeyi ulus devletlere bir tehdit olarak yorumlamalara sebep olmaktadır. Çünkü bunlar kendi varlıklarını ulus devletle koşullandırmaktadırlar. Bu endişelerin ne kadar yersiz olduğunu, küreselleşmenin ulus devletleri hangi anlamda tehdit ettiğini bu yazıda açıklamaya çalışacağım.


Küreselleşme, neoliberal politikaların -İngilterede 1979`da M. Thatcher`la, Amerikada 1981`de Ronald Reagen`la ve Almanyada 1982`te Helmut Kohl`le- hayata geçirilmesi ve reel sosyalizmin Rusyada ve Orta Avrupa ülkelerinde yıkılmasıyla hızlanmış, kapitalizmin ekonomik anlamda kapitalist öncesi üretim biçimlerini kapitalistleştirdiği, parçaladığı ve dünya piyasasına entegre ettiği, politik anlamda ise ‘modern’ olmayan yönetim biçimlerini ‘modernleştirdiği’(?) burjuva demokrasilerinin hayata geçirildiği ve bunun için gerek askeri, gerek ekonomik yaptırımların uygulandığı bir süreç olarak tanımlanabilir. Tarihsel olarak neo liberal politikalar, kapitalizmin 70`li ve 80`li yıllardaki (sosyal devlet) krizinden kurtulmak için yürülüğe sokulmuş üretim anlayışı ve örgütlenmesindeki (postfordizm) değişikliklerdir. Buna tekniğide eklemek gerekir (Atom enerjisi) C. Menger, F. A. Hayek ve M. Friedman gibi tanınmış neoliberal teorisyenlere göre, kapitalizmin krizi (1929) Keynesçi ekonomik politikaların uygulanmasında, yani devletin ekonomiyi regule etmesinde, planlamasında, kısaca devletin ekonomiye müdahalesinden kaynaklanmaktadır. Bu teorisyenler, toplumun olduğu gibi ekonominin de doğa yasaları olduğunu ve bunları akli biçimde planlamanın, rasyonel kontrol etmenin, değiştirmenin, regule etmenin mümkün olmadığı görüşünden hareketle neoliberal teoriyi geliştirmişlerdir. Bu sebeple ‘deregulasyon’ kavramı küreselleşmeyi tarif etmede sıkça kullanılır. Bu düşünce haliyle ekonomiyi, toplumu rasyonel, akli ilkelere göre yapılandırmak isteyen bütün girişim ve düşünceleri lanetlemiştir. Öyleyse 1929 krizinden sonra uygulanmış ‘devletçi’ ekonomik model 70`li ve 80`li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerin nedenidir. (Devletçi ekonomi model aslında konjunkturel bir uygulama olmasına karşın sanki ‘Türklerin’ bir icadıymış gibi gösterildi bize yıllarca). Neoliberalizmin istediği öyleyse devletin ekonomide belirleyici olmaması, piyasayı ‘invisible hand’ in kendini gerçekleştirmesine bırakması. Devletçi ekonomi model uygulamasında devletin ekonomiye müdahalesi vatandaşların kapitalizme karşı bir şekilde korunması, kimi haklarının güvence altına alınması söz konusudur. Bunlar Batı Avrupa ülkelerinde reel sosyalizme karşı politik bir manevra olarak düşünülmüş uygulamalardırda. Bunun sonucunda Avrupada sosyal devlet gibi bir model ortaya çıkmıştır. Devletçi ekonomik model ekonomiye öyleyse sosyal devlet uygulamaları biçiminde müdahale etmiştir: İşsizlik paraları, sosyal yardımlar, çocuk yardımları, zorunlu sağlık ve emeklilik sigortaları, ücretsiz eğtim ve sağlık vb müdahaleler. Tüm bunlar elbette kapitalist işletmelerin kaarlarını düşüren giderlerdir. Neoliberalizm öyleyse devletin ekonomiye bu anlamdaki müdahalelerini krizin nedenleri olarak formule etmiştir. Devletin bu fonksiyonlarınıdan arındırılması ve herşeyin olduğu gibi kamusal hizmetlerinde bir meta değerinin olduğunu ön plana çıkarması, (kamusal hizmetlerin, eğtim, sağlık vb. satılabilmesi) neopolitikalar olarak söylenebilir. Tüm dünyanın karşı karşıya olduğu özelleştirmelerin, kamusal hizmetlerin satılmasının ideolojidir neoliberalizm. Görüldüğü gibi neoliberalizm ulus devletlerin varlığına hiç bir biçimde tehdit oluşturmamaktadır. Tehdit ulus devletlerin sosyal olmalarına yöneliktir ve bundan başka bir şey de değildir.


Pseudo ulusalcılar küreselleşmenin bu tehdidiyle ulus devletlerin küresel işletmelerin müdahalesine açık hale geldiğini, ulusötesi şirketlerin politik karar alma süreçlerinde etkin hale geldiklerini ifade etmek istiyorlarsa, o zamanda ulus devletlerin kapitalizmin doğuşuyla ortaya çıktığını ve kapitalistlerin çıkarlarını korumak için iktidarı kullanma gücünü kendi elinde meşrulaştırmış sınıfsal bir karakteri olduğunu bilmiyorlar öyleyse (Soğuk savaş dönemi sosyal devlet modeli hariç tutulursa). Yani burjuva devlet biçimi her zaman kapitalistlerin hizmetindeydi, kapitalizm ulus devletin politik karar alma süreçlerinde her zaman gizliden yada açıkça vardı, politik üst yapının belirlenmesinde bir güce sahipti. Wallerstein ‘Tarihsel Kapitalizm’ adlı kitabında ulus devletlerin geçmişteki ve günümüzdeki fonksiyonlarını şöyle tespit ediyor: “Ulus devletler yasal güçlerini kullanarak ürünün, sermayenin ve işgücünün ulusal sınırlar içinde kontrolünü ve işgücünün başka ülkelere akışını düzenleme fonksiyonlarını üstlenirler” (Wallerstein, der historische Kapitalismus 1984: 41). Öyleyse ulus devletler ve kapitalizm her zaman iç içeydi ve burjuva devletler kapitalist sistemi ve üretim biçimini ayakta tutan, koruyan kollayan örgütlenmedir. İddia edildiğinin tersine bu iç içelik günümüzde de devam ediyor. Kapitalizm neoliberal politikaların hayata geçirilmesi için birincisi; ulus devletlere, ikincisi; ulus devletlerin stabilizasyonuna, üçüncüsü: uygulanabilen burjuva demokrasilerine her zaman ihtiyaç duyar. Semaye için küreselleşmenin anlamı finanskapitalin serbest dolaşımı önündeki engellerin kalkması yani başka ülkelere serbestçe girip çıkmaktır, bunu güvence altına alacak olan ise devlettir. Bu gereklilik ‘yabancı sermayenin Türkiyeye çağrılması’ ‘yabancı sermaye yatırımı’ gibi ifadelerde de kendini göstermektedir. Devlet yabancı sermayenin Türkiyeye girmesi için gerekli düzenlemeleri yapıyor ve Türkiyedeki varlığını yasal olarak güvence altına alıyor. Sermaye ve malların (işgücünün değil) serbest dolaşımı ve başka ülkelere yatırım için o ülkenin stabil olması yani de facto savaş veya iç savaş içinde bulunmaması gerekiyor. Ayrıca ucuz iş gücünün sermayenin hizmetinde devamlı çalışabilmesi içinde pek çok sorunun (insan hakları, kadın sorunu, azınlıklar sorunu, çocuk sorunu, trafik sorunu gibi) üstesinden gelmiş ve bunları çözmüş olması gerekiyor. Bunların gerçekleşmesi için ise devletlerin burjuva demokrasilerine işlerilik kazandırması gerekmektedir.


Sonuç olarak küresel kapitalizm ulus devletleri ortadan kaldırmıyor, bilakis haala ulus devletler kuruyor. Neoliberalizm belli bir dönem uygulanmış olan devletçi ekonomik model ile sosyal devlet biçimini ortadan kaldırıp, devletin fonksiyonlarını yeniden serbest piyasa anlayışına uygun hale getirmenin projesidir. Devletin yeni fonksiyonları ise, kamusal hizmetleri satışa çıkarmak, sağlık ve eğtim gibi alanlardan maddi değer yaratılması için özelleştirmek, sermayenin ve malların serbest dolaşımını garanti altına almak, işgücünü kontrol etmektir. Sermaye, küreselleşme ulus devletsiz var olamaz, bu yüzden endişe edenler kendilerine daha ciddi bir konu bulup buna endişe duyarlarsa boşa zaman harcamamış olur, gereksiz yere vakit almamış ve insanları gereksiz yere meşgul etmemiş olurlar.


Çetin Gürer
Hamburg, 18.03.2007


[email protected]

698350cookie-checkKüreselleşme versus ulus devlet?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.