Krizler ertesi yapılanma farkları

Son yazımda G-20’ler toplantısını bir yönü ile ele almıştım. Bu yazıda ise 1929 Krizi ve içinden geçtiğimiz 2008 Krizi sonrasında güçlüler tarafından dünyanın ve ekonomilerin nasıl şekillendirildiği konusunda bazı fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Böyle bir başlıkla G-20’ler arasındaki ilişki ise, adı geçen toplantıda dünyanın yeniden şekillendirilme biçimi ile ilgili bazı ip uçlarının görülüyor olmasıdır. Böylesi karşılaştırmanın önemli bir özelliği, 1929 Krizi sonrası şekillendirmelerin fiilen izlenmiş ve sonuçları alınmış politikalar olmasına karşın, günümüz krizi sonrasında tasarlanan şekillendirmenin ise henüz soyut proje aşamasında olmasıdır. Bu nedenle, yapmayı tasarladığım tartışmanın somut bir durumla soyut bir tasarının karşılaştırılmasından öteye geçmeyeceği açıktır.

1929 Krizi’nin oluştuğu dönem, kapitalizm tarihinde sermayenin orta düzeyde olgunlaştığı, hâlâ yoğun emek kullanan fordist üretim süreçlerinin geçerli ve sermayenin piyasa gereksiniminin ulus-devlet boyutları içinde karşılanabilir düzeyde olduğu aşamaya denk düşer. Hal böyle olunca, ulusal sermayelerin dış rekabete karşı korunması ve ulus-devlet sınırları içinde piyasaların genişletilmesi krizin aşılması için yeterli politika olarak görülebilirdi. 1929 Krizi, 1648 Westfalia Antlaşması ile tarih sahnesine çıkmış olan ulus-devletlerin aralarındaki keskin ekonomik rekabet, uluslar içinde despotik siyasal politika uygulamalarının yollarını zorladı ve faşizan yönetimlere yol açtı. İç ekonomik politikalarla yetinmeyen kapitalist dünyanın hakim güçleri İkinci Paylaşım Savaşı’na vardıracak düzeyde çatışmalarını sürdürdüler.

1929 Krizi sonrasında böylece şekillendirilen dünya kapitalizmi, İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde, ulusal ekonomilerde ekonomik yönetim biçimi olarak, komünizm tehlikesine karşı da önlem olarak, “sosyal politikalar” uygulamasına geçilmesi biçimide şekillendi. Ulusal piyasaların canlandırılması ve uluslararası rekabette ulusal firmalara güç sağlanması yanında, emekçi mücadelelerinin soğurtulması açılarından da sosyal politikaların devreye sokulması kaçınılmazdı. Ücret avantajları yanında, eğitim ve sağlık alanlarında olmak üzere, çok çeşitli sosyal alanlarda sermaye dışı kesimlere sağlanan ekonomik avantaj ve destekler, hem kapitalist dünyayı komünizmden uzak tuttu, hem de yoğun emekçi mücadelelerini çözmede etkili oldu, bunların da ötesinde söz konusu politikalar sermayenin can-suyu olan piyasaları ulusal ekonomi boyutunda büyüttü.

2008 Krizi’ne geldiğimizde, artık merkez kapitalizm ulusal boyutlarda piyasalara sığmayacak düzeyde olgunlaşmış, parçalı ve esnek üretim sistemine geçerek, ürünün en ufak parçasında dahî boğaz-kesen rekabete yol açarak merkezde değer birikimini olası en üst düzeye çıkarmış ve yoğun işsizlikle ve tüm yerküreye yayılarak emekçileri biribiri arasında rekabete sokup, sendikaları çökerterek ücretleri asgarî düzeye çekebilmiştir. Böyle bir reel ekonomi yapısı üzerine çekilen finans piyasası ise, kendi amaçları doğrultusunda olağanüstü büyüyüp, uluslararası zincir oluştururken reel sektörden kopmuş ve reel ekonomide karşılığı olmayan sanal değerler yaratmaya yönelmiştir. Ne var ki, finans sektörünün çökmesi reel sektörü de ağır şekilde vuracağından dolayı, bazılarının kurtarılması farz oldu. 2008 Krizi’nin derinleşmemesi amacı ile, 1929 Krizi sonrası uygulanan politikaların tersi uygulandı ve finans işlemleri durdurulmadığı gibi, tam tersine, piyasalara milyar dolarlar saçıldı ve tüm gelişmiş ekonomilerde bankalar kesimi bankalar arası işlemler ve kredilerde tam destek vermeyi taahhüt ettiler. Bu önlem, ilk şokun hafif atlatılmasına yönelik, kısa-dönemli politikalar olarak karşımıza çıkar.

Ancak, merkez ülkeler krizi medyada yansıtıldığı biçimde finans sektörü krkizi olarak değil de, çok da doğru bir teşhisle, olgunlaşmış merkez kapitalizmin reel krizinin finansal sektörün kırılganlığı nedeniyle orada yansıması olarak algıladı. İşte, G-20’ler toplantısında alınmış olan önlemler arasındaki üç önemli madde, satır aralarına girmeye dahî gerek bırakmadan, bu gerçeği açıkça ortaya koymaya yetiyordu.

Bu üç madde, özet olarak, merkez kapitalist ekonomilere yaklaşık 5 trilyon dolarlık yeni yatırım yapılması; hiçbir ülkenin küreselleşme dışına çıkmaması (yâni, koruyucu önlemlere baş vurmaması); ve, IMF’nin malî olarak desteklenerek, daha güçlü bir şekilde devreye sokulmasıdır. Bu önlemler, merkez ekonomilerin şu amaçlarını işaret etmektedir: merkez ekonomiler yoğun bir teknoloji yatırımı ile ekonomilerini yenileyecekler (krizlere karşı Schumpeter çözümü, “yaratıcı yıkıcılık”); çevresel ekonomiler hem ikinci sınıf teknoloji alanında faaliyet gösterecekler, hem de merkez ekonomilere finansal ve reel ekonomiler alanlarında piyasa işlevi sunacaklar; bu arada özellikle çevresel ekonomilerde oluşacak carî açıkların kapatılmasında ve oluşturulan “Yeni ‘Yeni Dünya Düzeni’” nin de aksamadan işlemesi sağlanmış olacaktır.

Böylece, merkez kapitalist ekonomiler açısından, bir kriz daha, türlü üretim alanları ve çevre ekonomilerde oluşturduğu tahribatla kısmen atlatılmış alacak ve bu yeni sistemde yaratılacak katma değerden en yüksek payı merkez ekonomiler alacak, çevre ekonomiler ise, hem dünya zenginliğinden daha düşük pay alacak, hem de oluşacak carî açıklarının IMF tarafından finanse edilmesi kanalı ile merkez ekonomilere kaynak aktaracaklardır. Bu bağlamda bankacılık kesimi çok büyük bir önem taşıyacaktır. Zira, çevre ekonomilerde konuşlanmış ve konuşlanacak olan merkez ülke bankaları ve onların şubeleri, kredilendirme sistemi ile, çevrede yaratılan değerlerin merkeze aktarılması işlevini göreceklerdir.

1595150cookie-checkKrizler ertesi yapılanma farkları

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.