İktidar ve medya…

Çok partili dönemde medya tartışması ve ayrışması bu denli olmadı.
Medyanın büyük bir bölümünün (yandaş medyanın) iktidarı böylesine körükörüne, “kayıtsız şartsız” ve biat haliyle desteklediği görülmüş değil.

Hiçbir iktidarın veya bir başbakanın özel sektör tarafından yayınlanan gazetelerin içişlerine elini hatta burnunu soktuğunu, haberlerine doğrudan müdahale ettiğini, ve de, “Alo Fatih sen orda korkuluk musun?” mealli TV yöneticisine uyarıda bulunduğunu hatırlıyor değilim.

Hiç bir dönemde, iflas eden gazetelerin el değiştirmeleri ve satışları sırasında, “medya edinme havuzu” kurulduğunu, yandaş müteahhitlerin yandaş gazete patronuna para akıttığını yaşamış değilim.

Hiçbir iktidarın çoğunluk medya tarafından bu kadar içtahla desteklendiğine de tanık olmadık.
AKP iktidara gelene kadarki dönem için biraz hafızalarımızı tazeleyelim.

1950-1960 yılları arasında CHP’nin Ulus, DP’nin Zafer adlı gazeteleri vardı.
Parti organı gazetelerdi bunlar.
Kayıtsız şartsız kendi partilerini desteklerlerdi. Diğerleri istedikleri partiye destek verir veya muhalefet ederlerdi.

27 Mayıs 196O darbesinden sonra Zafer Gazetesi ihtilalciler tarafından kapatıldı, mallarına ve matbaaya el konuldu, darbeyi destekleyen CHP organı Ulus’a ise kimse el süremedi, o da üç beş yıl sonra zarar ettiği gerekçesiyle kepenkleri indirmek zorunda kaldı.
Yani, parti organı konumunda tek bir gazete yoktu.
Ta ki AKP iktidara gelene kadar.

Demokrasilerde özel sektör tarafından yayınlanan gazete ve TV’ler çoğunlukla muhalefet saflarında yer alırlar.
Demokrasinin doğası bu.
Medyanın fıtratında vardır muhalif olmak.
İktidarın yanlışlarını göstermek, hatalarını ortaya çıkarmak, halkın verdikleri vergilerin nasıl ve nerede kullanıldığını yine halka göstermek ve onları bilgilendirmek, halka doğru bilgi aktarmak medyanın asli görev ve ödevleri arasında.
Hele yolsuzluklar varsa, bununla mücadele etmek, savaşmak, suçluları ortaya çıkarmaya yardımcı olmak görevleri arasındadır medyanın

Bütün bunları tarafsız ve yansız yapabilmesi için medyanın hiç bir iktidar veya güç tarafından desteklenmemesi gerekir.
Gerekir çünü, kendi yağıyla kavrulan medya bağımsız ve tarafsız kalabilsin.

AKP iktidara gelene kadar başta eski cumhurbaşkanlarından Celal Bayar başta olmak üzere, 1960 sonrası idam edilen Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal ve Erbakan az mı çekti medyadan …
Çoğunluk medya tüm iktidarları eleştirdi, hata ve yanlışları nedeniyle parti liderlerini yerden yere vurdu.
Her dönemde muhalif basın-medya ağırlıktaydı.
Hiçbir başbakan bir medya kuruluşundaki yöneticiye “ Alo Fatih sen orda bostan korkuluğu musun, nedir bu haberlerdeki rezalet” demedi, diyemedi veya cesaret edemedi.
Her neyse böylesine bir müdahale zaten beklenemezdi eski dönemlerde.

2002 yılına geldiğinde AKP iktidarı çok kısa sürede kendi medyasını yarattı.
Yavaş yavaş girdi olaya.
Kimseyi ürkütmeden.
“Sahibinin sesi” medyası yaratmak için “danışmanlar ordusu” kurdu dersem yeridir.
Basından anlayan “akil adamlar” takımı devreye girdi.

İktidara geldiklerinde şansları da yaver gitti denebilir.
Çünkü ortalıkta gazetecilikten gelme, ailesi gazeteci olan hiç bir medya patronu kalmamıştı.
Hepsi bir şekilde kenara çekilmişlerdir veya çekilmek zorunda bırakılmışlardı.
Bir anlamda “dikensiz gül bahçesi” ortamı vardı medya dünyasında…
Ama ne olursa olsun gül bahçesinde görünmeyen dikenler olabilirdi.
AKP, ihtiyatı elden bırakmadı.
“Ne olur ne olmaz” dan hareketle önce mevcut gazete patronları “yem”lendi.
Mevcut gazetelerin genel yayın müdürlerine yaklaşma hareketleri başladı.
Sonra köşe yazarlarına “çengel” atıldı.
“İliştirilmiş medya” yaratmak için çok süratli hareket edildi.
Başbakanın uçak gezilerine “yandaş” takımı alındı.
“Liboşlar” saf tuttu Başbakan ve bakanların etrafında.

“Akreditasyon” icadıyla yandaş medya iyice güçlendirildi, muhalif sesler tasfiye edildi.
Bir kısım patronların iktidarın gücü karşısında “ ağladıkları”, bir kısmının “Emredersiniz efendim, yarın o köşe yazarı gazetemde olmayacak” şeklinde temennalar çakıldığı görüldü.

Ve iktidarın kendi medyası, “Sahibinin Sesi Platformu” boygösterdi.

En sonunda ise Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmayı başaran Erdoğan, Türkiye’nin çok ama çok kritik bir dönemi yaşadığı anda,, tamamen “yandaş” olan yönetici ve yazarları basın toplantısına davet etti, onları bilgilendirdi.

AKP’nin MYK’sı gibi yani.
Veya partisinin, MKYK’sı gibi.
Ne farkeder ki?

1629770cookie-checkİktidar ve medya…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.