Linç hukuku

Aydın Engin ve Hrant Dink ‘in Şişli’deki davasına erkenden gidince, bu sefer davanın görüldüğü salona girebildim. Koridorda bankta otururken, yanıma gelen şehit anneleri dernekleri yöneticisi bayan, yanındakilere “vatan hainlerini görelim bakalım,” diyordu. Sonra bana dönüp “siyaseti bıraktınız mı?” vs., üstüne kısa bir sohbette bulundu. Dava üstünde durup,  faşist grupların onları kullanmalarına meydan vermemelerini önereceğim ama o sırada koridora, yolda gördüğünüzde yönünüzü değiştireceğiniz, “ruhu yüzüne yansımış” diyebileceğimiz tipte insanlar doluşunca, duruşma salonuna girmeyi yeğledim. Yanımda da Sodev yöneticisi Erol Kızılelma var.

Küçücük salonda ikimizin dışında herkes karşı taraftan gibi gözüküyor. Bir de avukatlar bulunuyor. Herkesi doğal olarak tanımıyorum ama kılık kıyafetlerinden, yüzlerine sinmiş nefretten tahminde bulunmak zor değil. Hrant Dink’in geldiğini dışarıdaki itiş kakış, gürültü ve ağır hakaretlerden anlıyoruz. Koridor emniyet görevlilerinden geçilmediği halde durum böyle.

Salonda kafasına kalpak geçirmiş bir bayandan, elinde Cumhuriyet gazetesi, müdahil olacağım diye tutturan ve “Veli Küçük adını duyunca niye şaşırdınız?” diyen bir beye değin tablo tamamlanmış durumda. Avukat cübbesi geçirmiş karşı tarafın konuşmalarını, düzeyini, mantık hatalarını izledikçe, “vay benim memleketimin hukukuna” diyorsunuz ama ertesi gün başka bir avukatın elinde silah Danıştay’a saldırısını okuyunca, yine de ucuz kurtulduğunuzu anlıyorsunuz.

Aydın Engin, Hrant Dink ve avukatları, değerli hukukçular çok güzel bir savunma yapıyorlar ve sayın savcı da karşı tarafın davaya taraf olmadığını hükme bağlıyor.

Avukat kisvesi altında salonda bulunanlar sanki hukukçu değil de yaklaşan seçimlerde adaylıklarını ortaya koyan militanlar görünümünde.

Hrant ve Aydın’ın konuşmalarına ikide bir salondan, hakaretle müdahale edildiğinde, “savunmanın sözünün kesilmemesi” uyarısında bulunulduğunda, bu güruhtan birisinin “tabii sözünü kesmemeli, boğazını kesmeli” lafı, karşımızdaki insani düzeyi özetliyor.

Kısaca, sanıklar yargıyı etkilemek gibi bir amaçları olmadığı ama aslında sanıkların yargıyı etkilemelerinin de doğal hakları olduğu, hakimlerin de zaten bu kadar kolay etki altında kalan kırılgan varlıklar olmadığı şeklinde savunmada bulunurlarken, Hrant sözlerinin içeriğini bir kere daha açıklıyor ve asla Türkleri aşağılamak gibi aşağılık bulduğu bir ırkçı yaklaşımı benimsemediğinin altını çiziyor.

Ama hayır, asli ırkçılarımız, bir “öteki” düşman ya da linç konusu yaratmadan ayakta kalamayacakları için söylenenleri adeta duymayı reddediyorlar. Belki de dünü anlamak için bugüne bakmak gerekiyor. Bu zihniyetin tarihin her döneminde akla hayale gelmeyecek her şeyi yapabilecek tiynette olduğunu açıkca görüyorsunuz.

Memleketimiz adına konuşmayı kendinde hak olarak gören bu insanların cürreti, küstahlığı ve düzeysizliği nasıl bir politik ortamı soluduğumuzu gösteriyor.

Epeyi bir süre içeride mahsur kaldıktan sonra, mahkemeye dönüştürülen iş hanından çıkıp Cumhuriyet gazetesine geçmiş olsun ziyaretine yönelirken, faşistlerin Le Pen‘den aşırdıkları “ya sev ya terket” sloganını duyunca, ummak istiyorum ki bu ülkenin güzel insanları, ne faşizmi sevecek, ne de bu ülkeyi mafya bozuntularına, uyuşturucu tacirlerine, İmf milliyetçilerine, arsıza ve uğursuza terk edecektir.     

 

1583920cookie-checkLinç hukuku

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.