MALEZYA’DAN… Ölüm bir davranıştır

Ölüm konusunda konuşmayı, düşünmeyi, yazmayı benden büyüklere bıraktım. Bu konuda hiç büyümeyeceğim.Ölüm hep yaşlıların, bilgelerin anlayabildiği yükseklikte bir makam olacak ve ben yüz yaşıma gelsem de oraya layık olmayacağım. Ölüm için şu kadarcık bir hükmüm var: “Öleceğimi biliyorum ama inanamıyorum.”

Bir beyefendinin ölümünü çoğunuz gibi ben de gazetelerden okudum. “Aaa.” dedim. Bilgisayarın başında şaşırmış bir halde çıktı ağzımdan. “Yazık, çok gençmiş, çok üzüdüm” demek yerine, neden  “Aaaa” dedim?. Bunu daha sonra düşünecektim. Çünkü sıraya hüzün girdi.

Bir süre böyle geçtikten sonra, ölümün de bir davranış olduğunu bu beyefendiden öğrendim.

                                                      *      *     *

“İletişim ve bilgi çağında yaşıyoruz” demeye çok hevesliyim. Oysa bunun çok keskin bir hüküm olmadığını, maalesef bir fetiş çağına benzediğini de düşünüyorum.  Fetişten kaçış yok. Kaçmak isteyen de yok. Herkes  elektromanyetik dalgaların üzerine telgraf kuşları gibi tünemiş, tek ayağıyla da olsa durmak istiyor. O görünmez dalgalarla memleketin her köşesine “kendisini” gönderiyor. Aşklarını, nefretlerini, sevdiklerini, sevmekten bayıldıklarını elaleme gösteriyor insanlar. Gösterilen her ne zıkkımsa, birkaç saatlik ömrü olan gelgeç şeyler. O günkü aşkları, o günkü duygu  veya zihin saçıntıları….. Çiğ eti ısırıp ısırıp tükürür gibi, tattıkları her zıkkımı ekranlara, gazetelere, weblere havale ediyorlar. Kimse derdini, sevincini içine atmaya, birkaç yakınıyla paylaşmaya razı olamıyor. Herkes bilsin, görsün istiyor, herkes…

Bu histeriye ne hastalık, ne ölüm bana mısın demiyor. Hastalıklarını bütün millete duyuruyor insanlar. “Beni ne kadar seviyorlarmış, her gün dua alıyorum” diye sevindirik oluyorlar. Biliyorlar, bir gün hastalanıp ölecekler, aman geride kalmayayım diyorlar. “Benim hastalığım, benim ölümüm” diye diye çırpınıyorlar. Hastalanınca, halden düşünce uzak köşelere saklanmaya giden  mağrur kediler kadar olamıyorlar. 

Ağlamaktan utanan, çenesi titreye titreye yüzünü saklayan çocuklar kadar da  olamıyorlar. Gözyaşlarını, hıçkırıklarını yüzümüze yüzümüze salıyorlar. Aranıp sorulmayı bekleyemiyorlar. Bir yolunu bulup gazetelere, ekranlara sığışıp “burdayım, burdayım, ben hastayım, ben aşığım, ben şuyum buyum” diye ront yapıyorlar. Ağrılı, kederli anlarında yakınlarının elini sımsıkı tutmak onlara yetmiyor. Anne babaları, çoluk çocukları, dünyadaki “o biricikleri” çok az geliyor. Herkesi istiyorlar. Hiç tanımadıkları insanların, hiç tanımadıkları enerjilerini istiyorlar. O enerji öldürür mü, umdurur mu, elektrik gibi çarpar mı, bilmiyorlar. Herkes kan veya organ bağışı yapar gibi, birbirlerine o lüzumsuz enerjilerini bağışlıyor.

“Pozitif enerji, negatif enerji” diye diye, yüzlerce yıllık bilimsel prensiplerden aşırdıkları kavramları, ne olduğuklarını bilmeden israf ediyorlar. Hiç emek vermedikleri o kavramları çalarak  “kavram hırsızlığı” yapıyorlar.  Herkes astroloji öğretiyor. Astronominiden, Kepler, Kopernik ve  Newton’dan haberleri bile olmadan…

Bütün bu acınaklı çırpınışlar ismen, cismen o iletişim trafiğinin içine girmek, ha bre dolaşmak için.

                                               *      *      *

“Aaa” demem bu yüzdendi. En popüler masalarda oturup, en popüler programları sunan beyefendinin ne hastalığını, ne kötü günlerini, ne tercih ettiği tedavi biçimlerini, ne de reikilerini duymamıştım. Nasıl böyle sesszice ölüp gitmişti? Bu sessizliğe razı olacak kadar mütavazı olabilen var mıydı? 

Eceliyle ölüm bir davranıştır. Bu son davranış bile, insanların terbiyesine, tasarrufuna kalmıştır.

Bu beyefendinin ölümüne, benim gibi çok içten üzülenler biraz düşünsünler lütfen. Neden ona herkesten daha fazla üzülüyoruz?

1089360cookie-checkMALEZYA’DAN… Ölüm bir davranıştır

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.