Mesleğimiz (!) darbecilik … (I)

27 Mayıs 1960

1960 yılının 27 Mayıs’ında emir-komuta zincirine uyulmaksızın yapılan “demokrasiyi tepeleme” eylemine nedense ihtilal adı verildi…
İhtilal-mihtilal değil doğrudan darbeydi.
Sivil yönetim alaşağı edilmişti.
Halk iradesi “askeri vesayet”in kendinden menkul ideolojisi ve durumdan vazife çıkaranların kararı sonucu yerle bir edilmişti.
Demokrasiye geçilmekte olan süreç ilk darbeyi yedi gerçekten ve de kesintiye uğradı.
Demokrasiye giden yola dinamit döşeyenler, alaşağı ettikleri seçilmişleri bir adaya tıkadılar.
Yassıada, seçilmişlerin yargılandığı askeri cezaevine dönüştürüldü.
Düzmece delil ve belgelerle yargılanan parlamenterlerin ağır cezalara çarptırılmaları, başbakan ve iki bakanın asılması karşısında ülkede tek bir ses dahi çıkmadı.
Milletvekillerini seçmiş olan taraflı-tarafsız milyonlarca Demokrat Parti hayranından tek kişi çıkıp da “Ne oluyor?” demedi, diyemedi..
Neden?
Korku dağları sarmıştı…
Karşısında silahlı güç, yani asker vardı.

12 Mart 1971…

Ülkede ekonomik istikrar rayında.. Enflasyon yüzde yedi cıvarında. Kalkınma hızı normal. Milli gelir tırmanışe geçmiş. Yatırımlar tüm hızıyla devam ediyor.
Sivil yönetim işini yapıyor.
İnsanoğlu’nun ay’a ayak basmasından, yani l969’dan iki yıl sonra…
Avrupa’da bir anda patlak veren üniversite ve gençlik olaylarının patlak vermesinden üç yıl sonra.
Türkiye’de de gençler yönetime karşı ama aynı zamanda emperyalistlere, başta Amerika olmak üzere kapitalizmin fakirleri acımasız biçimde ezmesine karşı harekete geçtiler.
Sokak hareketleri giderek büyüdü.
Sağ-sol çatışmaları sivil yönetimi şaşkına çevirdi.
Asker bir süre “bigane” kaldı gelişmeler karşında.
Ve 12 Mart 1971 günü “askeri vesayet” düğmeye bastı. Kendinden menkul güç ve bağlı olduğu ideolojiden aldığı destekle sivil yönetime “muhtıra” verdi.
“Ya çekil, ya da parlamentoyu kapatırız” dedi.
Siviller yönetimden çekildi.
Askerlerin kurduğu “kukla hükümet” bir anda sokağa hakim oldu. Askerler gençleri yakaladı.
Ve gencecik insanlar asıldı.
Tek kişi çıkıp “Ne oluyor?” diyemedi.
Neden?
Korku dağları sarmıştı.
Karşısında silahlı güç vardı.

12 Eylül 1980

Bu kez cihet-i askeriye “emir komuta” zinciri dahilinde hareket ediyordu.
1979’lara gelinceye kadar ülkede sağ-sol çatışmalarından binlerce kişi hayatını kaybetmişti.
Sivil yönetim askerlerin her dediğini yapıyordu.
Sıkı yönetime rağmen kan akmaya devam ediyordu.

Kanlı olayların perde gerisine kimse bakmıyordu.
Basın zaten her zaman olduğu gibi bu gibi hallerde “don lastiği” işlevini yapıyordu.
Popoya uygun “lastik”gibi davranıyor ve ona göre ayarlanıyordu…
Açıkcası ,eğer poponun ebadı, ölçüsü değişmişse medya hemen o yana meylediyordu.

12 Eylül sabahı askerler yönetime el koydular.
Parlamentonun kapısına kilit vurdular.
Partileri kapattılar.
Hatta kendilerine dayanak yaptıkları ideolojinin partisini bile kapatmaktan geri kalmadılar.
Liderleri de askeri tesislerde “misafir” ettiler, sonra da siyaset yasağı getirdiler.
Siyasilerin bir kısmı cezaevlerine kondu.
12 Eylül sabahı tüm ülke silah sesinden kurtuldu. Kan durdu.
Kimse arkaya bakıp “Bu iş nasıl oldu?” diye sormadı.
Bu partilerin sempatizanlarından tek kişi çıkıp da “Ne oluyor arkadaş?” diye sormadı, soramadı.
Neden?
Karşısında silahlı kuvvetler vardı.
Tank vardı, tüfek vardı.
Korku dağları titretiyordu.

28 Şubat 1997.

Yine sivillerin iktidarda olduğu bir dönem ama bu kez “şeriat korkusu” sokaklara, evlere yayılmış durumda.
Herkes “ Acaba İran’a mı dönüyoruz?” korkusu içinde.
Senaryo öyle güzel yazılmış ki, ülkenin tüm zinde güçleri, kurum ve kuruluşları “şeriat istemezükkkk” naraları atıyor.
Üniversitelerden yargıya, sivil toplum kuruluşlarından medyaya kadar.
Herkes korku tüneline sokulmuş durumda.
Hatta saf Anadolu sermayesi bile “yeşil sermaye” yaftası ile damgalanmış durumda.
Medya yine “ince ayar” yapmış vaziyette.
Don lastiği gibi yine.
Askerlerin verdikleri brifingler yüzünden üst yönetim gazetelerine uğrama zahmetinde bile bulunmuyorlar.
Askerleri her kelamı manşetlerde.
28 Şubat sabahı Sincan İlçesinde tanklar sabahın erken saatlerinde sokaklarda…
“Yine mi askeri darbe” korkusu sarmış herkesi.
Bu darbeye sonradan “ Post modern” sıfatı verilecek ama aleni bir askeri müdahale. Yani darbe.

Seçilmişler yine alaşağı ediliyor.
Gece yarısı milletvekili transferleri yapılıyor.
Meclisin kapısı bu sefer açık.
Zamanın ruhuna uygun yani.
Askeri vesayetin istediği şey olmuş nasılsa.

Bir tek kişi, kurum veya kuruluş çıkıp da “ Arkadaş seçilmişleri nasıl alaşağı edersiniz, sizin görevini sadece darbe mi?” demiyor, diyemiyor.
Neden?
Çünkü korku beyinleri sarmış.
Asker, yani silahlı kuvvetlerin ellerinde tank var, silah var, uçak var, gemi var.
“Gemicik” değil (!)

(devam edecek)

1628330cookie-checkMesleğimiz (!) darbecilik … (I)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.