İNGİLTERE’DEN… ‘Çatlak’

‘Sağlık ve Emniyet’ (Health & Safety) iş yerlerinde çalışma koşullarını  düzenleyen kurumdur. Sadece çalışanlar değil, bu alanları kulanan halkın sağlığı ve güvenliğiyle de ilgilidir. İkinci dünya savaşı sonrası Batıda, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için Dünya Sağlık ve Çalışma Örgütü tarafından kabul edilmiş yasa ve kuralları içerir. Belli standart kuralları olmasına rağmen, uygulamalar ülkelere göre değişebilir. Bu da doğal olarak, farklı toplum ve kültürlerde algılamaların da farklı olmasından ortaya çıkar.

Örneğin, İngiltere’de bu kurumun onayı olmadan bırakın bir bina dikmeyi, bir toplantı düzenleyemez, hatta sergi bile açamazsınız. ‘Sağlık ve Emniyet’ kurallarının söz konusu olduğu yerde sağduyuya yer yoktur. Kurallar ne diyorsa, öyle yapılmalıdır. İngiltere’de bu kurumun otoritesi ve yaptırım gücü hissedilenin çok üzerindedir. Belki de böyle olmalıdır. Çünkü ‘yorum payı’ koyduğunuz anda, herkes kendine göre bir yorum yapacağından kurallarda eğilip bükülür ve kazalara neden olur.

Londra metrosunda terörist sandıkları için bir Brazilyalıyı öldüren polisler hakkında, cinayet ya da ölüme neden olmaktan değil, ‘Sağlık ve Emniyet’ yasası çerçevesinde soruşturma açılmıştı. Polisin neden masum bir insanı öldürdüğü değil de, o sırada metro istasyonunda ve Brezilyalıyla aynı kompartımanda bulunan diğer insanların yaşamları riske atılıp atılmadığı soruşturuluyordu sanki. Şüphesiz polis ve hükümet elele, olayı örtbas etmek, siyasi bağlantılarından koparmak ve dikkatleri olayın merkezindeki –her ne kadar yanlışlıkla da olsa- cinayetten başka bir noktaya çekmek için bilinçli olarak tezgahlanmıştı. Ancak yine de kimse çıkıp, iyi de bu adam ayağı kayıp merdivenlerden düşüp ölmedi ki, kafasına sıkılan 8 kurşunla öldü. Neden bu operasyon sırasında polislerin ‘Sağlık ve Emniyet’ kurallarına uyup uymadığını araştırıyorsunuz,. demedi.

Bunun asıl nedeni,  ‘terörle savaş’ çağında halk arasında artan paranoya ve umursamazlıktan çok, Britanya’da ‘Sağlık ve Emniyet’ müdahalelerinin toplumun dokusuna girmesi, içselleştirilmesiydi. Eğer, Sağlık ve Emniyet yetkilileri öyle buyurduysa, doğrudur ve öyle de yapılmalıdır ön kabulüydü. Halkın sorgulamadan kabul etme eğilimi, terörizm gibi bir konuda anlaşılabilir belki ama çok farklı konularda da benzer eğilimlere tanık oluyoruz.

Tate Modern’de belli aralıklarla farklı sanatçıların mekana özgü eserler ürettikleri Turbine Salonunun son sanatçısı Kolombiyalı Doris Salcedo’ydu. Daha önce de  sanatçılar 167 metre uzunluğunda ve 5 bin metre kare hacmindeki bu mekanı “doldurmayı” farklı projelerle denemişti. Salcedo, şimdiye kadar kimsenin yapmadığını yaptı. Bu mekana bir ‘şey’ler eklemek yerine mekandan bir ‘şey’ler eksilterek, ondan bazı parçalar koparıp alarak tasarladı projesini. Giriş kapısından, salonun sonuna kadar zik zaklar yaparak giden bir ‘çatlak’  yarattı. (*) Büyük depremler sonrası fay hatlarının açılmasını andıran bu çatlak, bir kıl inceliğinde başladığı girişten, giderek genişleyip, derinleşerek ilerliyordu. Salcedo projesinin, sömürgeci ve emperyalist tarihin artık önemsenmediği, hatta yok sayıldığı; tarihsel olarak ırkçılık ve modernitenin paralel yürüdüğü gerçeğinin, silinmeye çalışılan karanlık sayfalarını sembolize ettiğini açıklamıştı.

Ama nedense Salcedo’nun bu yapıtı, kavramsal olarak temel aldığı politik ve toplumsal eleştiriler yerine, açılıştan sonra artan kazalar nedeniyle en çok haberi yapılan eser oldu.

Bugünlerde Tate Modern’e gidenler, müze çalışanları tarafından kapıda karşılanıyor ve yerdeki ‘çatlak’ konusunda sözlü olarak uyarılıyor. Ayrıca, Salcedo’nun projesiyle ilgili açıklamaları içeren ve “DİKKAT: Turbine Salonunda lütfen bastığınız yere bakın. Çocukları nezaret altında tutun.” yazan bir broşür veriliyor.

Tüm bu uyarılara rağmen, çatlak çevresinde ve üzerinde herhangi bir bariyer olmadığı için, çatlağın üzerine basıp ayağı burkulanlar oluyor. Gazetelere bakarsak 4  hafta içinde 17 kişi incinmiş. Tabloid basının “Doris’in Çatlağı’ adını verdiği eserin gerçek adı “Shibboleth”. İbraniceden İngilizceye geçen sözcüğü özellikle seçmiş Salcedo. Anlamı; başka diyarlardan gelen insanları ayırabilmek için kullanılan ‘şifre’ ya da ‘parola’. İncil’e göre hikayesi şöyle; yabancıları ortaya çıkarmak için dilinde ‘ş’ sesi olmayan kavimlere mensup kişilerden ‘Shibboleth’ kelimesini telafuz etmesi istenirmiş. Edemeyenler bir kenara ayrılırmış. Yani bir anlamda, geçen hafta İngiliz hükümetinin, yabancılara vize uygulamasında getirdiği, kalifiye ve İngilizce bilmek zorunluluğunun milattan önceki versiyonu. Süreç içinde anlamı genişleyen bu sözcük bugün daha çok, bir sosyal grubun kendini tanımladığı ortak gelenek, deyim, bir hareket ya da kelimeyi tanımlıyor. Örneğin, internet ya da telefon mesajlarında gençlerin kullandıkları jargon gibi.

Salcedo, Tate Modern için tasarladığı bu projeyle, “Üçüncü dünyadan Avrupa’nın merkezine gelen yabancıların deneyimlerini; sınırları, göçmenlerin yaşadığı gettolaşmayı, ayrımcılığı ve ırkçılığı” anlatmaya çalıştığını belirtiyor.

İllegal göçmenlerin negatif bir alan işgal ettiklerini düşündüğünü ve bu nedenle çatlakla birlikte açtığı boşlukta, negatif bir alan yarattığını anlatıyor, Salcedo. “Sınırların belirlenmesi için kullanılan en yaygın malzeme” dediği çit tellerini ülkesinden getirmiş. Bunları da çatlağın içine döşemiş. İçine ayağınız kayarsa bir de tellere takılma şansı var yani. Aynen, Meksika’dan ABD’ye geçerken illegal göçmenlerin göze aldığı tehlikeler gibi.

Bu bağlamda, çatlağın etrafına hiç bir fiziksel koruma konmaması, interaktif özelliğinin korunması yapıtın kavramsal temeli için yaşamsaldır.  İzleyicilerin, mnimum da olsa bir yabancının yaşadığı duyguları kendi deneyimleriyle hissetmesini istiyor Salcedo. Yani bir tür, ‘Shibboleth’ sınavı olmalıdır bu çatlak. Ne ki, Salcedo’nn unuttuğu bir şey vardı. O da, buranın İngiltere ve Tate Modern olduğuydu.

The Guardian gazetesindeki (10 Ekim 2007) bir habere göre, bir kadın, herkesin gözü önünde, tam çatlağın üzerine bilerek basıp düşmesi üzerine yaptığı açıklama aslında, bir sanat eseriyle bazı duyguların bire bir anlatılmasının hiç de kolay olmadığı gerçeğini bize hatırlatıyor. “Bu çatlağın yere boyanmış olduğunu sanmıştım.” diyor, çatlağa giren kadın. Her türlü güvenlik önlemlerinin kendi adına yetkililer tarafından alınmasına alışmış, içinde yaşadığı ülkenin dört yıldır bir savaş içinde olduğunu ancak televizyon ekranından haberdar olan bir toplumun üyesi olarak, bir ‘çatlak’ın öyle uluorta yere bırakılmasını beklememesi elbette doğaldır. Çukurun tam ortasına basmadan önce, ayağıyla yoklayıp, gerçek mi değil mi diye bakma gereği bile duymamacasına güvenir yetkililere.

Her ne kadar fotoğraflarda görüldüğü kadar geniş ve dramatik olmasa da, çatlağın böylesine açıkta bırakılmasına Tate Modern ‘Sağlık ve Emniyet’ yetkililerinin izin vermesinin hayret verici olduğunu da söylemeliyim. Sanatçının isteğine uyularak, biraz taviz verilmiş olsa da, müze ‘Health & Safety’ direktörü, sanatçının imzaladığı mukavelede, müzenin gerekirse ekstra önlemler alma hakkını da teslim ettiğini belirtiyor. (The Times, 26 Kasım 2007) Yani, sanatçıya ne istersen yap, izni verilmemiş. Haksız da değildir müze yetkilileri. Aynı salonda geçen yıl Carsten Holler’in inşa ettiği kaydıraklarda yaralanan dört kişi tazminat davası açmış müzeye. Sağduyusunu kullanmayı unutmuş, her hareketi kontrol altında olmasına alışmış bireylerden oluşan sterile bir toplum yaratma çabası, karşıtını da doğuruyor elbette.

__________________

(*) http://www.tate.org.uk/modern/exhibitions/dorissalcedo/default.shtm
     http://www.guardian.co.uk/arts/gallery/2007/oct/08/1?picture=330909259

1632340cookie-checkİNGİLTERE’DEN… ‘Çatlak’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.