İNGİLTERE’DEN… İslamın diğer yüzü

İslam sanatı konusunda genel kanı, peygamber tasvirinin yasak olması nedeniyle, insan davranışlarına uzak bir yerde konuşlandığı ve genellikle geometrik temelde yapılmış kaligrafiden oluştuğudur. Günümüzde İslam ülkelerinde kültür ve sanata karşı tutum göz önüne alındığında bunu onaylayan bir tavır içinde olnduğu görülür. Hatta bu kanıyı değiştirmek yerine güçlendirmek ister sanki bazı fanatik çevreler. Müzelerde arasıra görme fırsatı bulduğumuz –ki, bunlar da çoğu zaman İslam ülkeleri dışında, Avrupa ve Amerika’daki müzelerini doldurmaktadır- “belgeler” olmasa bu kanıya inanmamak el değildir.  Bu “kanıt belgeler”in bir kısmı bu günlerde Londra’daki ‘İsmaili Centre’ galerisinde sergileniyor.

“Ruh ve Yaşam” adlı sergi, Ağa Han’ın özel koleksiyonundan gelen ve çoğu daha önce sergilenmemiş 167 eserden oluşuyor. Koleksiyon Toronto’da 2010 yılında kendi adına açılacak olan müzeye devamlı olarak yerleşmeden önce Londra’da, geçtiğimiz yıl, yine Temmuz ayında açılan Jameel Galerisi’nin bulunduğu Victoria ve Albert Müzesi’nin tam karşısında bulunan İsmaili Kültür Merkezinde sergileniyor. Bu iki sergi, buralara yolu düşenlere İslam sanatı konusunda gerçekten önemli bir eğitim olanağı yaratıyor.

Sergi, alışılmış kronolojik ya da hanedanlar sırasına  göre düzenlenmemiş. Modern sanatta genellikle kafa karıştıran bu yöntem, İslam sanatına gerçekten daha önce görülmeyen bir perspektiften bakma olanağı veriyor. Sadece bir koleksiyondaki eserlerden oluşan mütevazi bir sergi olmasına rağmen gazete diliyle, birinci sayfadan, büyük puntolarla verilecek bir haber niteliğine bürünmüş.

İslamda dine adanmışlığın bir göstergesi olan Kuran’ı çeşitli kaligrafik üsluplarda yazma sanatıyla başlayan sergi, müzik, pedagoji ve bilimsel gelişmelerle ilgili minyatür, seramik, müzik aletleri ve el yazmalarıyla sürüyor. Görüldüğü kadarıyla küratör, sadece estetik güzelliği olan nesneleri göstermenin ötesinde, tarihsel ve ussal bir bakış açısından, İslam sanatı ve kültürü hakkında eğitim vermeyi de hedeflemiş.

Genelde sanıldığı gibi, bir tek İslam sanatı yoktur. İspanya’dan, Kuzey Afrika’ya, oradan Türkiye, Çin ve Endonezya’ya kadar uzanan bir coğrafya üzerindeki halkların aynı dine inansa bile, aynı sanatsal nesneleri üretmesi zaten beklenemezdi. Kaldı ki, İslam sanatı sadece dini de değildir. Günlük yaşamı konu alan politik ve seküler bir yanı da vardır. Başka bir deyişle, ruhsal olandan yola çıkmış ama canlıdır. Bunun örneklerini günlük ev eşyaları, seramikler üzerindeki süslemelerden, minyatürlere kadar uzanan ifade biçimlerinde görüyoruz. Belki de İspanya’dan, Endonezya’ya kadar müslüman ülkelerin sanatının ortak noktası da budur: Yani, sanatın tinsel damarı bir ‘Sisifos eylemi’ni andırmasına rağmen, bu eylemin, günlük yaşamda kullanılan, işlevsel eşyalara da uygulanmış olmasıdır.

İslam sanatı, Batı sanatıyla işte bu noktada paralel bir konum alır. Sanatsal olduğu gibi toplumsal olarak da nazik bir noktadır bu. Adeta uzun bir düzlemin üzerinde dengelendiği nokta gibidir. Dinin, sanata esin kaynağı olması noktasından, toplumsalı şekillendimeye geçtiği yerdir burası. İslam kültüründe aslında sorunlar bu konumdan ayrıldığı noktada başlar. Yani dinin, politik anlamda yaşamı şekillendirmeye başladığı noktada. Bugün açık bir şekilde gördüğümüz bu gerçeğin her zaman öyle olmadığını görüyoruz bu sergide. İslami toplumun bu “denge” noktasıyla olan ilişkisine sanatsal bir yorum yapılıyor bu sergide. Günümüz müslüman toplumları ve İslam yorumlarıyla, eskiyi karşılaştırma olanağı veriyor.

Geçtiğimiz Şubat ayında Harvard Üniversiesinden Peter Lu ve Princeton Üniversitesinden Paul Steinhardt ‘Science’ dergisinde yayımladıkları makalede, İslam mimarisinde görülen mozaik ve çinilerinde yer alan süslemelerin, Batılı matematikçilerin ancak 500 yıl sonra keşfettiği ve bugün, ‘quasicrystal geometri’ olarak adlandırılan çok karmaşık bir sistem üzerine geliştirildiğini açıkladılar. Tekrar etmeyen simetri üzerine kurulmuş olan bu sistemin daha önce sanıldığından çok önceleri, orta çağlarda, Orta Doğu ve Orta Asya’da kullanıldığını belirten Lu ve Steinhardt, bilim ve sanat arasındaki bu yakın ilişkiye de dikkat çekiyorlardı. Bu keşif elbette, bir odaya kapanarak çalışan bir kaç dahi bilim adamı ve sanatçının çabasıyla açıklanamaz. Arkalarında, sanıldığından çok daha kompleks bir kültür ve toplumsal yapının varlığına işaret eder.

İsmaili Galerisindeki eserlerde de bu izlenebiliyor. 13 yüzyıldan kalma Pers bir elyazması sosyal adalet ve politika üzerine, bugünlerde Ahmedi Necat’tan pek duymadığımız düşünceleri dile getiriyor. Bir medrese bahçesinde gelişigüzel yerleştirilmiş sıralarında okuyup, yazan çocukların, bugün kuran kurslarında gördüğümüz robotumsu bir şekilde, başlarını bir ileri bir geri sallayarak kuranı ezberlemek dışında bir amaçları olmayan çocuklardan çok daha bilgili oldukları açıktır. Yine bu minyatürde (Lahor-1595) tasvir edilen öğretmenin konumu, öğrencilerin tek sıra içinde askeri bir disiplinle değil, özgürce yayıldıkları bahçe içinde önlerindeki kitaplara dalmış olmaları sembolik ama kesin bir dille, bu bahçede hurafelere yer olmadığı mesajını vermeğe çalıştığı bellidir.

Yine İran, İsfahan’dan bir el yazması, bilimsel çizim ve düşüncelerin iç içe karıştığı kitap, (1640) Leonardo da Vinci’nin araştırma ve desen defterlerini andırıyor. Aristo ve Sokrates’in illüstrasyon şeklinde yapılmış portreleri ve onların felsefeleri üzerinde yorumlar yer alan kitap ise, Bağdat’ta 13. yüzyılda yapılmış. 17 yüzyıldan kalma Yemen kökenli, inci gibi yazılarıyla ilk bakışta Kuran’ın bir sureti sanabileceğiniz kitabın, aslında yıldızları inceleyen bir astronomi kitabı olduğunu öğreniyoruz. Azur rengine boyanmış sayfalar üzerine altınla işlenmiş yazılarla yazıldığı için ‘Mavi Kuran’ olarak bilinen 10. yüzyıla ait el yazmaları, daha sonraları matbayı inatla Anadoluya sokmayan kafalara kakılmak için yapılmıştır sanki.

Günlük yaşamı tasvir eden minyatürlerde de aynı açık, ‘dünyevi’ yaklaşımın egemen olduğunu görüyoruz. Aşk, eğlence, zevk, sefa günlük yaşamın bir parçası olduğu minyatürlerden seramik tabaklara kadar her türlü sanat biçiminde hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde betimlenmiştir.

Peygamber karikatürlerinin ve bir kaç hafta önce de Salman Rüştü’ye verilen ‘sir’ ünvanının İslam dünyasında yarattığı tepkiler düşünülürse, bu eserleri onları yaratan sanatçıların doğdukları topraklarda bugün sergilemenin pek de akıllıca bir iş olmadığı açıktır. Diğer yandan, fanatizmin körleştirdiği bu insanların, kendi tarih ve geçmişlerini yansıtan bu imgelere karşı sessiz kalmaları da gariptir.

Bu anlayıştaki kafaların, bu sergide yer alan 17. yüzyıl Pers minyatürünü görmelerini isterdim. Bu minyatürde, Karşılıklı oturan iki sevgilinin ayakları dibinde bir şarap şişesi ve bardakları durmaktadır. Erkeğin kolu kadına doğru uzanmış, kadın da onun sevgisini sınarcasına elinde tuttuğu sigaraya benzer bir şeyle  kolunu yakmaktadır. Kolu üzerinde görülen üç yanık nokta ve erkeğin mutlu yüz ifadesi, belli ki, sınavı geçmek üzere olduğunun işaretidir.

Bahçe ve cennet İslamda birbirini çağrıştıran kavramlardır. Doğaya olan hümanist yaklaşımdır bunun temelinde yatan. Bu nedenle bahçelerde yapılan eğlencelerin yaygın olduğunu görüyoruz bu minyatürlerde. 1595 tarihli Lahor’dan bir miyatürde betimlenen eğlence tam bir cümbüştür. Müzik aletleri çalan gençler, şarkı söyleyenler, dans edenler şüphesiz cennette değil, bu dünyada bir bahçededir.

Kültürler ne kadar farklı olursa olsun, insanı tarihsel ve coğrafik olarak birleştiren dokunun bir parçasıdır. 19. yüzılın sonlarında İslam sanatının keşfi, İngiltere’de ve genelde  Batıda sanat, mimari ve tasarım üzerinde büyük bir etki yapmıştı. Art-deco, art-nouveau olarak bildiğimiz sanat üslupları ortaya çıkmıştı. Yine bugünlerde İsmaili Centre’a bir kaç yüz metre ötede bulunan Serpentine modern sanat galerisi bahçesine Iraklı, Bağdat doğumlu mimar Zaha Hadid’in bir konstrüksiyonu yerleştirilmiş. Hadid, ABD’den Çine, İngiltere’den, Singapur’a kadar bir çok ikonik binaya imzasını atmış, son yılların en özgün mimarlarından biridir. Bugün İslam ülkelerindeki kültür yaşamına baktığımızda, sanatçıların başarılı olabilmeleri için, neredeyse ülkeleri dışında yaşayıp, üretmelerinin şart olduğu noktasına varıldığını görüyoruz. Bu kültürel kuraklığı, sadece Batının belirlediği dünya politik gündeminin bir sonucu olarak açıklamak yeter mi?

________________


*  “Spirit & Life” sergisi, 31 Ağustosa kadar ‘İsmaili Centre’da.

 


 

1632210cookie-checkİNGİLTERE’DEN… İslamın diğer yüzü

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.