İNGİLTERE’DEN… Özgürlük mü güvenlik mi?

John Catt, 81 yaşında savaş karşıtı bir aktivist. 2000 yılında çıkarılan Anti Terör Yasası’nın ‘masum’ kurbanlarından biri olan Catt, bu ve benzeri uygulamaların, günlük hayatımızda sıradan insanları nasıl etkileyeceğini gösteren önemli örneklerden biri.  81 yaşında emekli bir inşaat işçisi olan Catt savaş karşıtı kampanya yürütürken, bu yasa öne sürülerek iki kez polis tarafından durdurulmuş ve sorgulanmış. Catt’in polis tarafından ilk sorgulanması Doğu Londra’da kamyonetiyle yol alırken olmuş. Polis, arabasından inmesini istediği Catt’e “nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, niye gidiyorsun, kaç yaşındasın” gibi bazı ilginç sorular sorduktan sonra gerekli bilgileri not alıp serbest bırakmış.

Catt ikinci şokunu ise geçtiğimiz Eylül ayında İşçi Partisi Konferansı sırasında yaşamış. Brighton sahilinde Bush ve Blair karşıtı tişörtüyle yürürken polis tarafından durdurulan Catt’e bu kez de Anti Terör Yasası nedeniyle durdurulup, sorgulandığına yönelik olarak bir form doldurup imzalaması istenmiş. Catt tutuklanmamış, ancak polis tarafından sorulan soruları cevaplamazsa tutuklanmakla tehdit edilmiş. Evet yaşadığmız coğrafyada 11 Eylül ve 7 Temmuz sonrası bu ve benzeri olaylar artık günlük hayatımızın normal bir parçası haline geldi.

Geçtiğimiz Pazar günü Observer gazetesi de bu konuyu bir kez daha manşetine taşıyarak,  yazarlarından Henry Porter’la, Başbakan Tony Blair arasında, e-mailler aracılığıyla süren bir tartışmaya yer verdi. Blair ve Porter arasındaki tartışmanın konusu, İngiltere’de sivil özgürlükler ve güvenlik. Observer gazetesi manşetinde, “Başbakan Blair, eleştirileriyle sivil özgürlüklere yönelik tehlikelere dikkat çekenlere vahşice saldırdı” diye yazıyor.

Gazetenin yazarı Henry Porter, Tony Blair’e gönderdiği e-maillerde Başbakan’ı şu şekilde eleştirmiş: “Sayın  Blair, siz 9 yıl önce başbakan olduğunuzda, asla ilerde İngiliz demokrasisi için bir tehdit olacağınızı düşünmemiştim. Ancak gelinen aşamada üzelerek söylemeliyim ki, böyle oldunuz. Bilerek veya bilmeyerek, modernleştirdiğinizi kastettiğiniz İşçi Partisi sürekli hak ve özgürlüklerimize saldırdı, hukukun üstünlüğü prensibini ihlal etti, yetkiler ve halk arasındaki ilişkiyi ise kökünden değiştirdi…” 

İşçi Partisi hükümetinin, terörü bahane ederek, Muhafazakar Parti’nin bile gerçekleştiremeyeceği bir yasayı gerçekleştirdiğini ve bu nedenle de  halkın özgürlük ve güvenlik arasında bir tercih yapmaya itildiğini yazan Porter, “bir ülke ya sivil özgürlükleri korur ya da korumaz. Korkarım, İngiltere bu noktada ikinci kategoriye kaydı. Ve Yine korkarım ki, bu arada hem güvenliğimizi yitireceğiz hem de özgürlüğümüzü.” İngiltere Başbakanı ise Porter’a verdiği yanıtta, eleştirilere kesinlikle katılmadığını söylüyor.

Blair’e göre 21. yüzyılda işlenen suçlarla, 19. yüzyılın suç araçlarıyla mücadele etmek mümkün değil. “Bu bir işe yaramadı, yaramayacak da” şeklinde konuşan İngiltere Başbakanı, sadece terörle değil, organize suçla mücadelede de, polise verilen yetkileri artırmakta kararlı olduğunu söylüyor.  Blair’in organize suça iştirak ettiklerinden şüphelenilen kişilerle ilgili olarak ise, “onları, yaptıklarından cayana ya da ülkemizi terk edene dek, rahatsız ve huzursuz edecek, peşlerini bırakmayacağım.”

‘Güvenlik ve özgürlük mü’ sorusu 24 Nisan tarihli Independent gazetesinin de konusu oldu. Gazete manşetine taşıdığı konuyu “Sivil özgürlükler için mücadele” başlığıyla duyurdu. Independent’a göre de hükümetin sivil özgürlüklerle ilgili karnesi zayıflarla dolu. Gazete bu konuda bazı kuruluşların hükümete yönelik eleştirilerilerine de dikkat çekiyor.  Independent, hükümetin son dönemde artan eleştirileri “abartılı” bulduğunu ancak, İngiltere’nin önemli baskı grupları ve insan hakları örgütleri arasında yer alan Liberty ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların hükümeti, “otoriter ve baskıcı” olarak değerlendirdiklerini yazıyor.

Liberty’nin direktörü olan Shami Chakrabarti göre “şu ana kadar gelmiş geçmiş en otoriter hükümetlerden biriyle karşı karşıyayız.” Uluslararası Af Örgütü adına konuşan  Sarah Green ise, “terör şüphelilerinin işkence yapılan ülkelere iadesi, İngiltere birliklerinin Irak’taki suçları, sığınmacılara yönelik uygulamalar…İnsan hakları alanında oldukça zayıf bir karne” şeklinde değerlendirme yapıyor. 

11 Eylül’de New York’a ve 7 Temmuz’da Londra’ya yönelik saldırıların hunharca katliamlar olduğu aşikar. Hiçbir ayrım gözetmeksizin binlerce suçsuz insanı hedef almak herhangi bir gerekçeyle kabul edilemez. Ama böylesi saldırılar nedeniyle sivil haklar ve özgürlükler alanında insanlığın asırlar boyu büyük mücadeleler vererek ve bedeller ödeyerek kazandığı haklar da bir çırpıda geri alınıp, yok sayılamaz. Üstelik bu hakların geri alınması saldırıların önleneceği anlamı da taşımıyor. Bu saldırılar sonrası insanlara  başka olasılık yokmuş gibi “özgürlük mü, güvenlik mi?” seçeneği sunularak, ikisi arasında tercih yapıp, birinden feragat etmesi isteniyor. Oysa birini diğerine feda etmeden ikisini birden talep edebiliriz. Yani hem özgürlüğümüzü hem de güvenliğimizi isteyebiliriz…

649280cookie-checkİNGİLTERE’DEN… Özgürlük mü güvenlik mi?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.